Yonca Lodi – “Fazla Aşk”
Niye bu kadar derinden girdim konuya, açıklayacağım şimdi…
Yonca Lodi albüm kariyerinin 20. yılına girerken, 2018 yılının son günlerinde altıncı albümü “Fazla Aşk”ı DMC etiketiyle yayımladı. Bence Yonca Lodi sefahatinin yirmi yılda vardığı pik noktası, Lodi’nin yayımlanmış en iyi albümü. Haliyle kıyamet koparmasını bekliyor insan.
“Ah nerede o ‘90’ların dolu dolu albümleri, nerede iyi pop müzik?” diye diye dilinde tüy bitenlerin sayısı hiç de az değil. Karşımıza 2019 yılında böyle bir albüm çıkmış işte, alalım oraya koyalım değil mi? Yok, olmuyor. Ses seda yok. Yonca Lodi cephesi de bu konuda sessiz. Ne yeterince tanıtım var ne de bir tek klipten fazlası. Tahmin edilebilir sebepleri vardır elbette. Yine de bu albüm bir köşede keşfedilmeyi beklememeliydi. Zira ‘90’larda yayımlanmış olsaydı şu an “Fazla Aşk”ı “Medcezir”lerle “Lal”lerle, “Hesap Ver”lerle birlikte anıyor olacaktık.
Sezen Aksu, Sibel Algan, Zeki Güner, Murat Güneş ve aranjör olarak Alper Atakan gibi köşe taşlarının bütün hünerlerini döktürdüğü albümde bir tek boş şarkı yok. Hepsi derinliği, inceliği, niteliği olan, her biri şarkıcı olarak Yonca Lodi’yi parlatan nefis şarkılar. Özellikle “Fazla Aşk”, “Bu Bana Düşen” ve “Sevişmeler Hariç” albümün beş yıldızlık şarkıları. Yok, onlar fazla ağır gelirse, “Gitme Sakın” ve “Hepsi Geçecek” gibi güncel ritimli şarkılar da var. Üstelik bu şarkı kıtlığında daha önce tekli olarak yayımlanmış “Mühür” ve daha önce ENBE albümünde farklı bir versiyonla yer almış “Hepsi Geçecek” dışındaki sekiz şarkının hepsi sıfır kilometre. Sağlam melodiler, sağlam sözler, iyi düzenlemeler, taş gibi şarkı söyleyen bir şarkıcı.
Peki ‘90’ların “A Plus” seviyesini değil de günümüzün popüler müzik anlayışını mı hedeflemeliydi Yonca Lodi? Bu nasıl olacaktı? Öncelikle şarkıların melodilerini ve sözlerini seyreltmek gerekirdi. Mesela “Kızıl Kıyamet”ten üç farklı şarkı yaratılabilirdi böylece. Tekdüze elektronik ritimler, bolca “autotune”, daha az, hatta sıfır armoni, ses aralığı daracık bir şarkı söyleme biçimi… Ya da bir gitarla girseydi stüdyoya. Şarkıların içeriğini yine seyreltmek koşuluyla bütün “s” harflerini “ş” olarak telaffuz edip, genzi tıkalı bir biçimde burnundan burnundan, “gürül gürül” değil de “tiril tiril” söyleseydi Yonca… O zaman günü yakalar mıydı?
İşin en saçma tarafı da bir yirmi yıl kadar sonra “Ah be 2010’larda ne güzel şarkılar, albümler yapılıyormuş, o zamanlar böyle bütünlüğü olan albümler varmış, albüm diye bir şey varmış” hayıflanmalarını duyacak, okuyacak olmamız.
Günün müziğini, müzik eğilimlerini yadsıyor değilim. Zamana, değişime, geriye ya da ileriye gidişe karşı durmak imkânsız. Bugün de bugünün anlayışı içinde şahane işler yapılıyor. Ama bir de günün modasına göre doğruluğu değişmeyen temel değerler vardır. Birileri kariyerlerini o değerler üzerine inşa eder ve kalıcı işler yaparlar. Bu albümü bu bakış açısıyla okumak ve anlamak lazım.
Hayata, insana, aşka, varoluşa dair söyleyecek sözü olan ve çok şey söyleyen, kulağı, zihni ve kalbi temiz sesler, temiz sözlerle dolduran bu albümü siz siz olun dinleyin, bir kenara koyun. Bugün olmazsa, başka bir zaman (YouTube video altı yorum jargonuyla) “buralar değerlenecek”.