Özgür müzik: Cem Adrian - "Şeker Prens ve Tuz Kral"
İnsan sesinin çeşitliliği konusunda akademik literatürün yaptığı kategorizasyon, sıradan müzik dinleyicisini hiç mi hiç ilgilendirmiyor. “Buğulu ses” diye bir tanım var örneğin; hiç literatüre girmemiş. Ya da “yanık ses”… Buradan yola çıkarsak, bugün Cem Adrian’ın sesini sevenlerin, onun oktav aralığının genişliğini ne derece umursadığı tartışılır. Ama Adrian’ın hafızalarımıza yer etmesinde bu sıra dışılığının büyük etkisi olduğunu yadsıyamayız. Fazıl Say önermişti bize Cem Adrian’ı. Yerli malı Farinelli olabilirdi pekala. Nitekim ilk albümü de bu temel üzerine inşa edilmiş gibiydi. Aynı adamdan ne kadar çok çeşitlilikte ses çıkabileceğini gösteriyordu bize. Adrian’ın hikâyesi böyle başladı.
Cem Adrian yedinci albümüyle bir kez daha karşımızda. “Şeker Prens ve Tuz Kral” adını taşıyan albüm, geçtiğimiz günlerde Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle yayımlandı.
“Özgür müzik” diye bir tanımı var Adrian’ın. Bir türe, bir kategoriye dâhil olmadan, sevdiğini, istediğini, içinden geçirdiğini yazmak ve söylemek olarak açabiliriz bu tanımı. Nitekim ilk albümü bir kenara koyarsak, o zamandan bu zamana epeyce üretken geçirdiği yaklaşık dokuz yıllık süreçte kendi yazdığı şarkıları söyledi hep. Bir derdi vardı; bir şeyler anlatmak istiyordu ve sadece sesinin avantajıyla yaratabileceği şöhret “aura”sını elinin tersiyle itmiş gibiydi. Yeteneğini ticarete tahvil edip televizyon şovlarında, sahnede ve dahi albümlerde neler neler yapabilir, bir nevi “show man”liğe soyunabilirdi oysa. Ama o başka bir yerde durmayı seçti. Çok kişisel, çok içine kapanık, epeyce sofistike; dinlemesi de, hazmetmesi de zor bir müziğin peşinden koştu. Buna karşın bu pop çağında ve de bu ülke şartlarında, çok ciddi bir hayran kitlesi kazanmış olması, etno-müzikologların masaya yatırması gereken bir konu.
Şimdilerde Mehmet Erdem, Mabel Matiz, Ceyl’an Ertem gibi örnekler var önümüzde. Ana caddelerde değil, ara sokaklarda yürüyenler de görüş mesafemize girdi iyi kötü. Sıradanlıktan pek çok sıkıldığımız bir zaman diliminde, sıraya girmeyenlere daha çok kıymet vermeye başladık. Bu vesileyle Cem Adrian’ın da onu hiç dinlemeyen bir kitlenin dikkatini çekmemesi için hiçbir sebep yok. Üstelik bu albüm buna yol açmaya her bakımdan müsait görünüyor.
Çünkü önceki albümlerine kıyasla daha sade, daha melodi odaklı, (tam tabiriyle) daha kolay dinlenilir şarkılar da var “Şeker Prens ve Tuz Kral”da. Bunların başında da “Ben Seni Çok Sevdim” geliyor. Yakında vizyona girecek “Senin Hikâyen” adlı filmde de kullanılan bu şarkı, uzun vadede Adrian kariyerinin en popüler olmuş şarkısı olarak hatırlanabilir. Hemen ardından gelen “Sen Ağlama” ve “Beni Affet Bu Gece” de kadar “Şimdi Rahat Uyu” da Adrian dinlemeyenlerin bile ilgisini çekebilecek şarkılar. Ama onun, şarkılarıyla yarattığı depresif ve karanlık dünyanın müptelasıysanız, albümün kalanında sizi memnun edecek bir dolu şarkı da var.
Aslında bu albüm, Adrian’ın 2008 çıkışlı “Emir” albümünden bu yana girdiği sadeleşme yolunun vardığı son nokta olarak da görülebilir. Şarkıların büyük çoğunluğunda tercih ettiği ses aralığı aslında kulağa en hoş gelen tınısı değil; hatta bir parça rahatsız edici bile denilebilir. Ama bunun bilinçli bir seçim olduğu da ortada. Sesini değil, şarkılarını, sözünü servis ediyor adeta.
Bir önceki albümle tematik bir uyum gösteren siyah kartonet tasarımında her albümünde olduğu gibi yine Adrian’ın da imzası var. Şarkıların rengi de siyah; dolayısıyla başka bir renk gelmiyor gözünüzün önüne zaten. Düzenleme ve kayıtları da Cem Adrian yapmış ki hep öyle yapıyor. Galiba özgürlüğü de en çok buradan geliyor. “Ne olur beni dinleyin, ne olur beni sevin,” diyenlerden değil; “Ben bunu yaptım, ister dinleyin ister dinlemeyin,” diyenlerden Cem Adrian. Karar size kalmış.