“Yazmak, vazgeçmemektir”
Sabah kahvaltısından sonra annemle birlikte kollarına girip kaldırıyoruz babamı. Kalkıyor, sonra bırakıveriyor kendini koltuğa. Üçüncü denemede dik durabiliyor. Minik adımlarla, büyük zorluklarla ön bahçeye çıkarıyoruz. Onu her böyle gördüğümde haftanın üç günü halı sahada yaptığı maçları izlediğim, gol attıktan sonra sahayı boydan boya turlayan genç, çevik babama hayranlıkla baktığım çocukluk günlerim geliyor aklıma. İçim cız ediyor.
Sıkıcı ve yoz dünyalar
Pandemiden bu yana yazlık evdeler. Babamın saç sakal traşı anneme emanet. Kiraz ağacının altındaki bir sandalyeye özenle oturtuyoruz. “Sen git çalış” diyor annem. Onları bahçede baş başa bırakıyorum. Genç kızlık odama çıkıp, bu hafta yazmayı planladığım Yekta Kopan’ın yeni kitabını okumaya devam ediyorum. Kitabın tanıtım yazısında vurgulandığı gibi “Yetişkinlerin sıkıcı ve yoz dünyasına sığmayan, hayata taptaze bakan, yaralı olmasına karşın sorgulamaktan geri durmayan çocuklar”ın anlatıldığı sıcacık bir öykü kitabı bu: Can Yayınları’ndan çıkan “Bana Kuşlar Söyledi”.
Bir yanıyla “Var olanların varlığı, kaynağı, anlamı ve nedeni üzerine düşünme” ise felsefe; Kopan’ın çocuk karakterleri felsefi hikâyeler anlatıyor. Öyle temiz pak, öyle masum, öyle içten, öyle zekiler ki. Hayatı bizden çok daha iyi ifade ediyorlar. Var olan her şeyin anlamını. Bir tanesi küçücük haliyle ABBA’nın ölmek üzere olan anneanesinin hayatını nasıl değiştirdiğinden söz ediyor bize. Fonda “Dancing Quenn” çalıyor. Dik başlı, çocuk olmanın ayrıcalığıyla her türlü soruyu sormaya muktedir, ikiyüzlülüğün şifresini çözmüş koca yürekli bir küçük kız. “Herkesin ayıplayan bakışlarına rağmen kendine bir ABBA şarkısı bul ve dans et ben ölünce” diyen anneannesine de ona da hayran olmamak mümkün değil. Bütün çocukluğum boyunca öleceği korkusuyla boyumdan büyük anksiyeteler yaşadığım babaannem geliyor aklıma. Babam anneme “Yapma kızım yeterr” diye karşı çıkıyor. “Tamam hayatım az kaldı” diyor annem bir çocuğu teselli eder gibi. Ben ağlıyorum. Yekta’nın öykülerine mi, babama mı, çocukluğuma mı... Galiba hepsine.
Çocukluğun pati izleri
Çocuklara yaptıkları sözüm ona bir hatayı ifşa ederken, kaynağımızı belirtmemek için kullandığımız, kitaba da adını veren “Kuşlar Söyledi” sözü etrafında kurulu iki tatlı hikâye geliyor art arda. Çocuğun yediği gofretleri kuşlar aracılığıyla (!) açığa çıkaran anne, gelen inkâr karşısında duyumunu “Çocukların yalanlarını annelerine fısıldayan kuşlar pencereme kondu bugün” diyerek açıklıyor. Kanmıyor çocuk tabii. Ters köşe bir cevap veriyor annesine: “Kuşların başka işi yok da ispiyonculuk mu yapıyorlar?” Yaralı bir çocuğun cevabı bu. “İnsan karanlıkla bir kere tanıştı mı bir daha istese de kurtulamıyor ondan,” diyecek kadar da duyarlı. Bu çocukları kuşların söylediğine kimse inandıramayacak. Onların hayatları bizimkilerden çok daha güzel olacak diyorum. İçim açılıyor. Onlar büyüdüklerinde karanlıklar karşısında bizden daha cesur davranacak... Çünkü onların bir diğer öyküde “Bütün takıntılarımızın cevabı çocukluğumuzun pati izlerinde mi? Eksik parça orada mı?” diye soran kedileri var. Silgi gibi.
Üfleyince geçer
Kitabın en sevdiğim karakterlerinden biri yaşlı bir yazar. Diyor ki “Çoğumuz çocukluğa dair tek bir anıya sarılırız bazen. Bir gün, bir kişi, bir olay… Bütün çocukluğumuzu onun çevresinde öreriz. Hani çocukken bir yerimiz yara olduğunda tentürdiyot sürerlerdi üstüne , sonra da yanmasın diye üflerlerdi. Hayatımız boyunca birileri yaralarımıza iyi gelecek bir şeyler sürsün, sonra da acımızı almak için üflesin diye bekliyoruz”. Kitaba ara verip bahçeye iniyorum. Babamın tıraşı bitmiş. Ama nasıl yakışıklı canımın için. Ben çocukken ne zaman dizim kanasa, ecza dolabından çıkardığı oksijenli suyla kanayan yeri temizler, tentürdiyot sürer, en son sarı yara tozu ekler, gazlı bezle sarardı acımı. İşlem bittiğinde geçiverirdi zaten. Çoook uzun yıllardır bunu yapamıyor babam. Kimse de onun gibi üflemiyor zaten. Üflemeyecek de biliyorum. Kuşlar söyledi.
Ağladım, güldüm...
Yekta Kopan’ın öyküleri beni çocukluğumda dolaştırıp durdu kitap boyu. Şahane çocuklarla tanıştım. Ağladım, güldüm, üzüldüm, kahkaha attım. Hayata inancım arttı. Onların felsefi dünyalarından çok şey öğrendim. Yunus Nadi, Haldun Taner, Sait Faik madalyaları olan bir kalemden çıkma edebi şölenin içinde en derin okumalarımdan birini yaşadım. Usta bir yazarın elinin değdiği Türkçeye hayranlığım bir kat daha arttı.
Ve en son “Vazgeçmemek gerek” dedim. Yaşlı yazar karakterin dediği gibi “Yazmak, vazgeçmemektir”. Yazmaya devam Yekta Kopan. Ki sayende çocuklar da vazgeçmesin, bizler de.