Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Yazarın sahte kimlikle imtihanı

Yazarın sahte kimlikle imtihanı

23 Ocak 2022 - 12:01

 

Sinemanın sevdiği konulardan biri de, bir yazarın, yazacağı kitapla ilgili bilgi toplamak için kimliğini gizleyip belli bir gruba katılması. Sonu hiç değişmez, insanlar aralarına karışıp kendileriyle hemhal olan kişinin gerçek kimliğini öğrendiğinde kaçınılmaz bir kandırılmışlık duygusu hisseder. Bir süre onu affetmezler. Sonra iyi niyet karinesi gözetilerek işler tatlıya bağlanır.

Yazar olarak söylemem gerekirse, yazacağım konunun içine girmek için, onu bizzat deneyimlemenin faydalı olacağını düşünüyorum. Seray Şahiner de “Kul” romanındaki temizlikçi Mercan’ı yazmadan önce günlerce annesinin apartmanında merdiven silmişti. Mercan’ın o kadar gerçek bir karakter olmasında Şahiner’in çok iyi bir yazar oluşunun yanında bu deneyimin de büyük katkısı vardı hiç kuşkusuz. Şart mıdır? Hayır değil. Yazar, kendi düşün dünyasından çekip çıkararak da herhangi bir karakteri yaratabilir. Erkek yazarın kadın karakteri, kadın yazarın erkek karakteri yazarken yaptığı gibi. Ama karakteri bizzat giyinmek büyük avantaj yazarken. Buraya kadar sorun yok.

Sorun bu deneyim için kimliğini gizlemekte. Bu davranış şeklini hiçbir zaman etik bulmadım. Sizi kendi dünyasından sanıp konfor alanına misafir eden insanların karşısında onlar -mış gibi davranmak, rol kesmek içime sinmiyor. Çünkü günün sonunda karşılarına çıkıp, “Şey pardon ben aslında tezgâhtar değilim, yazarım, sizin dünyanızı anlamaya geldim” demek ister istemez içinde bir ötekileştirme barındırıyor. Zira “Şimdi benim işim bitti, gidiyorum” demek zorundasınız. Kurduğunuz ilişki de işiniz bittiğinde bitiyor. Sahte bir kimlik inşa edip insanların duygularını paylaşmalarının önünü açarken alınmayan ‘rıza’, etik bulmadığım. Ama öte yandan kimliğinizi açık edip bu deneyimi yaşasanız bu defa da karşı tarafın ötekileştirme ihtimali var. Zor karar velhasıl.

 

Dostluk ve dayanışma

 

Bu hafta vizyona giren, yönetmenliğini Emmanuel Carrère’in yaptığı başrolünde Juliette Binoche’un oynadığı “Ayrı Dünyalar” da başka bir kimliğe bürünen bir yazarın hikâyesini konu ediyor. Yazar Marianne Winckler, sosyal adaletsizlik ve gelecek kaygısıyla ilgili yazacağı kitap için Paris’ten kalkıp Fransa’nın kuzeyine gider. İş bulma kurumu aracılığıyla, asgari ücrete çalışacağı bir temizlik işine girer. Her ne kadar CV’sinde Sorbonne mezunu yazsa da hikâyesini kurmuştur. Üniversite sonrası hiç çalışmamış, eşi tarafından aldatılınca evi terk edip ayakları üzerinde durmaya, ne iş olsa yapmaya karar vermiş bir kadın. Hikâyeyi inandırıcı bulmayan görevli kısa bir araştırma sonrası Marianne’ın gerçek kimliğine ulaşır. Gerçek anlamda bu işe ihtiyaç duyan insanlar varken Marianne’a bu olanağı sağlama konusunda ikircikli davranır ama Marianne kendisini ikna eder.

Marianne gündelikçilikle başladığı iş hayatını bir feribotta sürdürür. Tuvalet temizliği, bir buçuk saatte altmış yatak yapmak, yolcuların kaba davranışları, zamanla yarışmak, günün sonunda kıpırdayamayacak kadar yorgun düşmek. Üstelik çok az bir para uğruna. Sosyal adaletsizliği derinlemesine deneyimler özetle. Gün sonu bilgisayarının başına oturduğunda son derece memnun kaldığı bölümler yazar.

Ama asıl önemli olan, temizlikçi kadınlar arasındaki dostluğu ve dayanışmayı fark etmesi olur. Ağır koşullarda büyük yorgunluklarla her yeni güne başlayan kadınların birbirlerine ve küçük mutluluklarına sahip çıkma yeteneğinden çok etkilenir. Üç çocuğuyla yalnız yaşayan Christele ile yakın arkadaş olurlar. Çocuklarının geçimini tek başına sağlamak zorunda kalan bu anneden yaşama sevinci üzerine de çok şey öğrenir. Onca yoksulluk içinde Christele ve üç çocuğunun kendisi için aldıkları doğum günü hediyesi karşısında büyük bir şaşkınlık yaşar. Belki de mutfak masrafından kısılarak alınmış dört yapraklı yonca kolyesi. Gelecek kaygıları içinde, dar, olanakları sınırlı bir dünyada, hiçbir çıkar gözetmeksizin sunulan dostluk. Büyülenir adeta.

Filmin finalinde sürpriz bir şey yok. Kitap bitiyor. Gerçek ortaya çıkıyor. Temizlikçi kadınların çoğu Marianne’ı affediyor. Christele hariç. Affetmeme nedeni ise çok sade ama vurucu bir sahneyle veriliyor.

Sadece Binoche için bile izlenebilecek bu film, sıradan konusuna rağmen dostluk ve dayanışma üzerine tatlı bir hikâye anlatıyor. Ben basın linkinden filme ulaştım. Fazla kalabalık olmayan bir salonda, maskeleriyle izlemeyi göze alanlar için iyi bir tercih.