Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Yarım kalmış aşk daha mı güçlüdür?

Yarım kalmış aşk daha mı güçlüdür?

31 Ağustos 2016 - 04:08
Woody Allen'ın yeni filmi 'Cafe Society', filmografisinin güçlü bir parçası olmasa da aşka dair değerli sorular sorduruyor
Sinema yazarları Woody Allen’ın vizyonda olan yeni filmi ‘Cafe Society’ye mesafeli yaklaştı. Filmi sevmekle birlikte, filmografisinin en iyileri sınıfına dahil etmedi. Gerçekten de bir ‘Blue Jasmine’le kıyaslanamaz bile. Ya da ‘Match Point’ ile. Ama yine de aşka dair değerli sorular sordurması bakımından önemli bir film.
 
Film Hollywood’da açılıyor. Annesinden, babasına, ablasından abisine epey ilginç hatta tuhaf karakterlerle dolu bir evde büyüyen Bobby Dorfman, New York’ta yaşayan ailenin kuyumcu dükkanında çalışıyor. Ama bir süre sonra bu işten sıkılıp kendine yeni bir hayat kurmak üzere Hollywood’daki amcasının yanına gidiyor. 1930’lı yıllardayız ve amca Phil, döneminin en parlak yıldızlarının menajerliğini yapıyor. Bobby’ye yanında getir götür işi veriyor. Ayrıca sekreteri Vonnie’yi de onunla ilgilenmesi için görevlendiriyor. Karşısına çıkan dünyanın şaşaası, rengârenkliği, dedikoduları, ilişkileri, güzel kadınları ilk anda büyülüyor Bobby’yi. Ama kısa zaman sonra bütün bu debdebenin gerçekliğinden şüpheleniyor. Bu süreçte Vonnie’ye ilgi duymaya başlıyor. Onun bir ilişkisi olduğunu öğrenince hayal kırıklığına uğruyor ama arkadaşlıkları da sürüyor bir yandan. Günün birinde Vonnie iki gözü iki çeşme ağlayarak Bobby’nin yanına geliyor ve evli sevgilisinin karısını bırakamayacağını söylediğini, ayrıldıklarını anlatıyor. İkili o andan itibaren yakınlaşmaya başlıyor. Hatta Hollywood’un sahte yüzünü terk edip New York’a gitme kararı alıyorlar. Ama Vonnie’nin eski sevgilisi birdenbire sahneye çıkıyor ve bu defa da onsuz yapamadığını, karısını terk edeceğini söylüyor. Bir kadın bu durumda nasıl bir tercih yapar? Bir yanda genç, hayatın başında, ne yapacağı belirsiz bir sevgili, diğer yanda, olgun, başarılı, zengin eski sevgili. Vonnie kendini güvende hissedeceği kolları seçiyor. Onlar muratlarına ererken, yıkılan Bobby New York’a geri dönüyor. Biz tüm film boyunca, anlatıcı aracılığıyla Bobby’nin hikâyesini dinlemeye, onun neler hissettiğini öğrenmeye devam ediyoruz.
 
Bronx’taki evine giden Bobby, abisi Ben ile birlikte Cafe Society adlı bir mekânı işletmeye başlıyor. Burası zenginlerin buluşma noktalarından. Gösterişli, ışıltılı bir yer. Mekânı her geçen gün daha da geliştiriyor Bobby. İyi bir yönetici olduğunu kısa sürede kanıtlıyor. Kalbi kırık halde yaşamını sürdürürken Veronica ile tanışıp, onunla bir ilişki yaşamaya başlıyor. Bir süre sonra Veronica’nın hamile olduğu ortaya çıkıyor ve çift evleniyor. Vonnie de Bobby de evlenmiş, kendi düzenlerini kurmuştur artık. Ama acaba mutlu mudurlar? Bu soru ve başka başka sorular bir Cafe Society akşamında geliyor. Bobby, yardımcılarından birinden onu görmek isteyen misafirleri olduğunu öğrenip, işaret ettiği masaya yöneliyor. Karşısına Vonnie ve kocası çıkıyor. Yanlarında fazla kalmak istemiyor ama oturması için ısrar ediyorlar. Vonnie de Bobby de allak bullak oluyor. E peki, ikisi de sevdikleri insanlarla evlenmedi mi? Yarım kalmış, yaşanmamış aşklar tamamına erenlerden daha mı güçlüdür? Yeniden denemek sadece cesaret meselesi midir? Ukde kalmışlıkla nasıl başa çıkılır? Her şeyi yıkıp yeniden başlamak mümkün müdür? Çocuklar ne olacak? Yaşama, tamamlama, tamamlanma isteği? Gözden ıraklığa sığınmalı mı? Herkes evine gidince durum değişir mi? Daha pek çok soru sorduruyor izleyiciye Woody Allen. Cevap veriyor mu? Hayır. Koskoca Woody Allen elbette cevapları biliyor ama soru sormanın, sordurmanın daha kıymetli olduğunu da biliyor. Kendi sorularınızla zenginleşmeniz için ‘Cafe Society’yi mutlaka izleyin.