Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Unutulmaz bir Woody Allen kadını
Unutulmaz bir Woody Allen kadını
29 Eylül 2013 - 07:09"Blue Jasmine"'in kahramanı Jasmine, son kareyle birlikte unutulmaz Woody Allen kadınlarından biri olarak sinema tarihine geçiyorWoody Allen’ın son filmi “Blue Jasmine” cuma günü vizyona girdi. Eleştirmenlerin hepsi “Allen’ın son dönemlerdeki en iyi filmi” olduğu konusunda hemfikir. Jasmine karakterini oynayan Cate Blanchett’e şimdiden Oscar heykelciğini verdiler bile. Haksız sayılmazlar. Gerçekten olağanüstü bir performans sergiliyor Blanchett.
Jasmine, çok özel bir Woody Allen karakteri; insanı üzen, içini burkan, acımak ve nefret etmek arasında dolaştıran bir New York nevrotiği. Zaten Allen da, Guardian’a verdiği röportajda Jasmine karakterinin yaşadıklarını anlatırken “Bir kadının içinde bulunabileceği ilginç bir psikolojik durum olduğunu düşündüm,” demiş.
Finans sektöründe çalışan kocası Hal’in sağladığı imkanlarla devasa bir malikanede, gösterişli bir hayat sürüyor Jasmine. Antropoloji son sınıftan terk bir Park Avenue kadını… Bütün o para, pul, şaşaa içinde ne dolandırıcı kocasının çevirdiği dolaplardan ne de defalarca aldatıldığından haberdar gibi görünüyor. Mensubu olduğu üst sınıfın imtiyazlarının tadını çıkartmakla meşgul. Ne var ki, bir gün Hal’in yaptıkları ortaya çıkıyor; o hapse girerken, beş parasız kalan Jasmine, New York’tan San Francisco’ya, bir markette kasiyerlik yapan kız kardeşi Ginger’ın yanına taşınmak zorunda kalıyor. Küçük bir ev, iki çocuk, kendisiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir kardeş... Daha ilk günden nefes almakta zorluk çekiyor.
Bundan sonrası nevrotik bir kadının psikolojisine görkemli bir yolculuk. Bir dişçinin sekreterliğini yapmaya başlayan Jasmine, Xanax ve martininin koltuk değnekliğinde ayakta durmaya çalışıyor. Sık sık kendi kendine konuşurken, kocasıyla kafasında kavga ederken izliyoruz onu. Birdenbire içine düştüğü alt sınıfta, sudan çıkmış balık gibi. Oraya o kadar yabancı ve nefret dolu ki, çektiği acının haddi hesabı yok. Blanchett’in müthiş oyunculuğu sayesinde bunu iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Öte yandan gerçek bir narsisist Jasmine. Ve her narsisist gibi, kibrini yanı başından ayırmıyor; acı çekerken bile. Tıpkı düşmüş bir soylu olarak San Francisco sokaklarında şaşkın ve korkulu gözlerle dolaşırken, Hermes’in Birkin model çantasını kolundan hiç çıkarmadığı gibi…
Kendisine sürekli yalan söyleyen, yalanlarıyla yüzleştikçe daha da nevrotikleşen, bütün hayatı boyunca standartlarını korumak adına üç maymunu oynamış, dönüp içine bakmamış bu kadını affetmiyor Woody Allen. Ona başka türlü bir varoluş şansı tanımıyor. Bütün o dokunaklı çabalamaları sırasında yeni bir hayat inşası için bildiği tek formüle sığınıyor Jasmine; zengin bir adam! Fakat öyle derin bir kaybetme korkusu var ki, onu ait olduğu sınıfa geri döndürecek bu ilişkiyi de trajedisinin bir parçası haline getiriyor. Aldatılmış, sosyal statüsünü kaybetme noktasına gelmiş bir kadının öfkesindeki şiddeti ise filmin finaline saklıyor Woody Allen.
Velhasıl Jasmine, son kareyle birlikte unutulmaz Woody Allen kadınlarından biri olarak sinema tarihine geçiyor.
Jasmine, çok özel bir Woody Allen karakteri; insanı üzen, içini burkan, acımak ve nefret etmek arasında dolaştıran bir New York nevrotiği. Zaten Allen da, Guardian’a verdiği röportajda Jasmine karakterinin yaşadıklarını anlatırken “Bir kadının içinde bulunabileceği ilginç bir psikolojik durum olduğunu düşündüm,” demiş.
Finans sektöründe çalışan kocası Hal’in sağladığı imkanlarla devasa bir malikanede, gösterişli bir hayat sürüyor Jasmine. Antropoloji son sınıftan terk bir Park Avenue kadını… Bütün o para, pul, şaşaa içinde ne dolandırıcı kocasının çevirdiği dolaplardan ne de defalarca aldatıldığından haberdar gibi görünüyor. Mensubu olduğu üst sınıfın imtiyazlarının tadını çıkartmakla meşgul. Ne var ki, bir gün Hal’in yaptıkları ortaya çıkıyor; o hapse girerken, beş parasız kalan Jasmine, New York’tan San Francisco’ya, bir markette kasiyerlik yapan kız kardeşi Ginger’ın yanına taşınmak zorunda kalıyor. Küçük bir ev, iki çocuk, kendisiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir kardeş... Daha ilk günden nefes almakta zorluk çekiyor.
Bundan sonrası nevrotik bir kadının psikolojisine görkemli bir yolculuk. Bir dişçinin sekreterliğini yapmaya başlayan Jasmine, Xanax ve martininin koltuk değnekliğinde ayakta durmaya çalışıyor. Sık sık kendi kendine konuşurken, kocasıyla kafasında kavga ederken izliyoruz onu. Birdenbire içine düştüğü alt sınıfta, sudan çıkmış balık gibi. Oraya o kadar yabancı ve nefret dolu ki, çektiği acının haddi hesabı yok. Blanchett’in müthiş oyunculuğu sayesinde bunu iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Öte yandan gerçek bir narsisist Jasmine. Ve her narsisist gibi, kibrini yanı başından ayırmıyor; acı çekerken bile. Tıpkı düşmüş bir soylu olarak San Francisco sokaklarında şaşkın ve korkulu gözlerle dolaşırken, Hermes’in Birkin model çantasını kolundan hiç çıkarmadığı gibi…
Kendisine sürekli yalan söyleyen, yalanlarıyla yüzleştikçe daha da nevrotikleşen, bütün hayatı boyunca standartlarını korumak adına üç maymunu oynamış, dönüp içine bakmamış bu kadını affetmiyor Woody Allen. Ona başka türlü bir varoluş şansı tanımıyor. Bütün o dokunaklı çabalamaları sırasında yeni bir hayat inşası için bildiği tek formüle sığınıyor Jasmine; zengin bir adam! Fakat öyle derin bir kaybetme korkusu var ki, onu ait olduğu sınıfa geri döndürecek bu ilişkiyi de trajedisinin bir parçası haline getiriyor. Aldatılmış, sosyal statüsünü kaybetme noktasına gelmiş bir kadının öfkesindeki şiddeti ise filmin finaline saklıyor Woody Allen.
Velhasıl Jasmine, son kareyle birlikte unutulmaz Woody Allen kadınlarından biri olarak sinema tarihine geçiyor.
Etiketler: Alec Baldwin Blue Jasmine Cate Blanchett Filiz Aygündüz Jasmine Sally Hawkins Woody Allen