Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Sevme sanatı
22 Mayıs 2018 - 11:05
Gülten Akın “Ah kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya” dizelerinin yer aldığı “Kırmızı Karanfil” kitabını çıkardığında yıl 1971’di. Aradan 47 yıl geçti. Bugün hâlâ ve yazık ki çok daha büyük oranda bir ince şeyleri anlama vakitsizliği var.
Sevmek de bunlardan biri... Eprimiş bir kelime olma yolunda hızla ilerliyor. İçi giderek boşalıyor. İş, güç, Instagram, Twitter, sosyal medya derken gerçekten de ‘sevgi’ üzerine düşünecek vakti yok kimselerin. Cümle içinde gelişigüzel kullanımlarla var olmaya devam ediyor. Ama düşük cümleler bunlar. Zira çoğunun içinde hoyratlık var, bencillik var, kişisel ihtiyaçlar var. Sevgiyle yan yana duramayacak kavramlar.
 
 
/* */
Bir asri zamanlar dramı mıdır yoksa ben mi yaşlanıyorum bilmiyorum ama ağır da bir sevgisizlik seziyorum insanlarda. Herkesin önceliği sevilmek... Vermeden almak. Yıka döke... Epeydir bu konuyu düşünüp duruyorum. Hal böyle olunca bir kez daha Erich Fromm’un “Sevme Sanatı”nı okuma ihtiyacı duydum.
 
“Sevme Sanatı”nda ısrarla “Sevgi vermektir, almak değildir” diyor Fromm. Ve şöyle devam ediyor: “Kişi, başka birisine ne verir? Kendisinden verir; kendisinde bulunan en değerli şeyden, yaşamından verir. Bu, o kimsenin yaşamını öbür insan uğruna harcaması demek değildir. Kendi içinde yaşattıklarından vermesi demektir, sevinçlerinden, ilgilerinden, anlayışlarından, bilgisinden, nüktesinden, üzüntülerinden, içinde yaşanan şeylerin dışa dökülen her türlü belirtisinden bir şeyler verir karşısındakine. Böylece yaşamından bir şeyler vermekle onu zenginleştirir; kendi
içindeki canlılık duygusunu hızlandırarak karşısındakinin canlılığını artırır.”
 
Özetle ortaklaşa bir şey yaratılmış oluyor. Yaratmak kadar insana iyi gelen başka bir şey var mı bilmiyorum. Ama bakın bir çevrenize... Bu tanıma göre seven kaç kişi görüyorsunuz? Herkes o kadar kendine dönük ki... ‘Sözümona’ sevgilerinden hep bir çıkar dalgası geçiyor çoğu kişinin. Oysa Fromm “Sevdiğim kişinin büyüyüp gelişmesinin kendi yararına, kendine göre olmasını isterim, bana yararı dokunsun diye değil. Karşımdakini seviyorsam, kadın olsun, erkek olsun onunla bir duyarım kendimi; ama o bir ‘kişi’dir benim işime yarayacak bir nesne’ değildir” diyor.
 
Bir de saygı meselesi var tabii... Sevginin tamamlayıcılarından. Saygı duymadığın birini sevemezsin. Peki, saygı duymak ne? Onu da şahane tanımlıyor Fromm: “Korkmak ya da çekinmek değildir saygı; bir insanı olduğu gibi görebilmek, onun kendine özgü bireyselliğini fark edebilmektir.” Kendi bireyselliğimiz o kadar ön planda ki karşımızdakinin bireyselliğini düşünmüyoruz bile... Gerçekten sevse arardı... Gerçekten sevse daha fazla zaman ayırırdı... Gerçekten sevse, arkadaşlarıyla değil, benimle olmayı tercih ederdi... Bu hatalı kalıpları hayatımızın çeşitli dönemlerinde deneyimlemişizdir mutlaka. Mağduriyet iyi bir ağrı kesicidir malum, karşımızdakine duyduğumuz saygıyı sorgulamaktan çok daha kolay. Ama işte, böyle Fromm satırları varsa zihninizde, bir gün ansızın kendinizi ensenizden yakalayıveriyorsunuz. İnsan olmanın en eğlenceli yanlarından biri de bu yakalama, yakalanma hali. Değişmeyi mümkün kılan. 
 
Velhasıl, “Sevme Sanatı”nı yeniden okuma, yeni nesle okutma vaktidir. Bu incelikli duyguyu anlamaya vakit ayırma vakti...