Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Polonya’nın hikayesi
12 Mayıs 2014 - 11:05 | Varşova'nın tarihi bölgesi, 2013.
Hikayeleri hüzünlü bir başarı hikayesi aslında. Bugün Varşova, eski ve yeninin iç içe yaşadığı güzel bir şehir
Marie Curie, Roman Polanski, Frederic Chopin, Josef  Konrad Korzeniowski, Lech Walesa, Stanislaw Lem… Polonya başlığında toplanacak bu önemli isimler listesinin başrollerinden biri de hiç kuşkusuz Adam Mickiewicz… Kendisi Polonyalı şairlerin en büyüğü olarak kabul ediliyor. Puşkin’in, Goethe’nin yakın arkadaşı. Ülkenin kültürel kimliğinin korunmasındaki en önemli aktör belki de. Döneminin Jim Morrison-Umberto Eco karışımı olarak anılıyor.  Polonya’nın hemen her yerinde bir heykeline, anıtına rastlamak mümkün. Varşova merkezli bir kültürel kurum da var, ismini taşıyan: Adam Mickiewicz Enstitüsü. Bundan 14 yıl önce kurulmuş. Amacı kültür diplomasisi yapmak, sloganı ‘gerçekleri söylemek’.
 
Polonya kültürünü dünyaya tanıtmak amacıyla kurulan Adam Mickiewicz Enstitüsü’nün davet ettiği bir grup kültür sanat gazetecisiyle birlikte Varşova’daydım bu hafta. Enstitü, Polonya ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin 600. yılı dolayısıyla düzenlenen kültür programının hazırlayıcısı aynı zamanda. 2.5 sene önce başlayan çalışmaları kapsamında 2014 yılı boyunca sayıları 100’ü aşan konser, dans, sergi, söyleşi, panel ve film gösterimleriyle Polonya sanatı ve kültürünü Türkiye’de tanıtacaklar bu defa.
 
Etkinliklerin tamamını içeren bir de site hazırlamışlar: http://turkiye.culture.pl/tr. Enstitünün direktörü Pawel Potoroczyn; “Adam Mickiewicz Enstitüsü olarak, dünyanın dört bir yanında düzenlediğimiz kültür ve sanat projeleriyle Polonya’nın hikayesini anlatıyoruz. 2014 yılı boyunca da Türkiye’nin farklı şehirlerinde, farklı etkinliklerde sanatseverlerle buluşup hikayemizi paylaşmak istiyoruz,” diyor. Potoroczyn’e göre iki ülke arasında  600 yıldır devam eden dostluk ilişkisi sanatla daha da güçlenecek ve bütün bu çalışmalar ortak özelliklerimizi keşfetmek için bir fırsat olacak.
 
Nedir bu ortak özellikler? Her iki ülke erkeklerinin bıyık tutkusundan başlayarak, çay ve kahve içme kültürüne, hüzne yatkınlıktan, futbol tutkusuna, darbenin acısını yaşamış, benzer siyasi rejimlerden geçmiş ülke insanları olmaya uzanan geniş bir liste…
 
Varşova'nın tarihi bölgesi, 1945.
 
Bütün etkinliklerin sunumunda hep aynı cümleyi kullanıyorlar: “Sizi hikayemizi dinlemeye davet ediyoruz.”  Hikayeleri hüzünlü bir başarı hikayesi aslında. Dile kolay, 18. YY’ın ikinci yarısında tam üç kez paylaşıma uğrayarak Avrupa haritasından siliniyorlar.  Birinci Dünya Savaşı’nda bir milyon insanını kaybeden ülke, 1918’de bağımsızlığını kazanıyor. 1939’da Nazi Almanyası Polonya’yı işgal ediyor, birkaç hafta sonra da Rusya… 1941’de Ruslar’ı Polonya’dan süren Naziler mezalime başlıyor. Üç milyon Yahudi, bir milyon Polonyalı öldürülüyor. Almanlar ülkeyi yerle bir ediyor. Nüfusun dörtte biri öldürülüyor. 1947’de komünistler iktidara geliyor. Ülke yeni baştan inşa ediliyor. 1981’de sıkıyönetim oluyor,  1989’da demokratik seçimler yapılıyor ve komünist rejim sona eriyor. Bundan sonrası 1999’da NATO’ya katılım ve 2004’te gelen Avrupa Birliği üyeliği… Bütün bu süreçlerde kimliklerini koruma kararlığından hiç vazgeçmiyor Polonyalılar.
 
Bugün Varşova, caddeleri geniş, ferah, sokaklarının ortasından Belgrad benzeri ormanlar geçen, eski ve yeninin iç içe yaşadığı güzel bir şehir. Tur rehberlerinden enstitü çalışanlarına hemen herkes bu hüzünlü başarı hikayesini anlatıyor. Polonya’ya gittiğinizde en çok hikaye dinliyorsunuz. Türkiye’de yaptıkları da bu işte; hikayelerini anlatmak. Ki bu hikayelerden öğreneceğimiz çok şey var. Bir de kitap söylemek gerekirse, yine enstitünün katkılarıyla hazırlanan, Cem Akaş’ın nefis çevirisiyle g Yayınları’dan çıkan 'Kültürünü Konuştur: Polonya'yı önerebilirim.