Papadiamantis ile tanışıyor musunuz?
Modern Yunan edebiyatının kurucusu olarak bilinen Aleksandros Papadiamantis, Yunanistan’ın Skiathos Adası’nda dünyaya gelir. Babası rahiptir. Lise eğitimi için Atina’ya gider. Daha sonra Atina Üniversitesi’nde felsefe okumaya başlasa da eğitimini yarım bırakır. Çünkü çalışmak zorundadır. Skiathos’a geri döner. Geçimini yazarak sağlamaya başlar. Öyküler, gezete yazıları, romanlar…
Papadiamantis, Türkiye’de tanınan bir yazar değil. İki yıl önce Jaguar Yayınları, başyapıtı “Hadula”yı Yasemin Aydın’ın çevirisiyle dilimize kazandırana dek Türkçede kitabı da yoktu. Okumak için ayırmış, araya giren başka kitaplardan fırsat bulamamıştım. Bu hafta, sosyal medyada birkaç kez karşıma çıkınca aklıma düştü “Hadula”. Raftan alıp okumaya başladım ve bu kadar iyi bir edebiyata bunca geç kalmanın üzüntüsünü yaşadım.
Kadın olmanın bedeli
Hadula, Skiathos Adası’nda yaşayan yaşlı bir kadın. Skiathos, kızların çeyiz vermeden evlenemediği bir ada. 19. yüzyıl Yunanistan kırsalında yaşayan tüm kızlar için geçerli bu. Bu yüzden kız çocuğu sahibi olmak ekonomik açıdan durumları kötü olan ailelerin sırtında kambur adeta. Hadula da ailesinin çeyiz için verdiği çorak bir araziye evlendirilir. Yaşadığı ekonomik sıkıntılara rağmen, eli başkalarının da üzerindedir hep. Adadaki hastalara şifalı otlardan hazırladığı ilaçlarla yardımcı olmaya çalışır. Evliliği boyunca eşine, çocuklarına ve son olarak da torunlarına bakar; çok hırpalanır, yorulur… Yazar, Hadula’nın yaşamını şöyle özetler: “Hayatını düşünüyor, hayatı boyunca başkalarına hizmet etmekten başka bir şey yapmamış olduğunu görüyordu: Küçük bir çocukken ailesine hizmet ediyordu, evlendiğinde de kocasına kul köle olmuştu. Belki kendi mizacından, belki de kocasının yetersizliğinden, onun bakıcısı olma noktasına gelmişti. Çocukları olduğunda, onlar için saçını süpürge etmiş, çocukları da çoluk çocuğa karışınca, kendini tamamen torunlarını büyütmeye adamıştı.” Bütün bunlar kadın olmanın bedelidir Hadula’ya göre. Ve kuşaklar boyu sürecektir; kadınlar kız çocuğu doğurmaya devam ettikçe. Bu düşünce kendisinde saplantı haline gelir. Ve kadın olmanın ‘lanet’ine karşı kendince bir yöntem geliştirir. İşe yeni doğmuş, boğmaca geçiren torununu beşiğinde boğarak başlar. Gerekçesi, bu kız çocuğu da büyüyecek, o da ailesine yük olacak, derken evlenip kadınların değişmeyen kaderini yaşayacak, kendi kız çocuğuyla deneyimleyeceği zorluklarla o kapkara zincire bir kara halka daha ekleyecektir. Bu düzen bozulmalıdır Hadula’ya göre. Nitekim eylemlerini artırarak sürdürür.
Papadiamantis, dönemin ekonomik zorluklarının kadının üzerinde kurduğu baskıyı anlattığı romanında Hadula’nın hastalıklı düşünce yapısını çizerken hiç taraf tutmuyor. Onun psikolojik durumunu en ince ayrıntısına kadar vermekle yetiniyor. İyilikle kötülük arasındaki çizgide tutuyor kalemini. Hadula’nın iyilik adına yaptığı kötülüğün takdirini de bize bırakıyor. Ve bütün bunları büyük bir ustalıkla kaleme alıyor. Hadula’nın hezeyanları, iç hesaplaşmaları, vicdan mahkemesinde çektiği acı içimize işliyor. İnsan ruhundaki gayya kuyusundan birbirinden çarpıcı bilgiler çıkarıyor yazar. Hadula’nın gerçeklikle olan bağı giderek kopuyor. İyilik adına yaptığı eylemler nedeniyle polis tarafından aranmaya başlıyor. Zorlu bir kaçış sürecine giriyor, nefes nefese okuduğumuz.
Roman, ilk olarak bir dergide tefrika hâlinde yayımlanmış. Ardından, tiyatroya, sinemaya ve operaya uyarlanmış. Yazarına “Yunanistan’ın Dostoyevski”si unvanını kazandırmış. Kadının adının sadece ülkemizde değil, başka başka ülkelerde ve kültürlerde de olmadığının hüzünlü bir ispatı “Hadula”. Feminist literatüre edebi bir katkı. Okumanızı, eğer haberdar değilseniz Papadiamantis ile tanışmanızı çok isterim.
İyi pazarlar.