Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | O sesi bulmak zorundayız!
13 Şubat 2022 - 12:02

Filiz Aygündüz

filiz.aygunduz@milliyet.com.tr

 

 

Dilber Babuş. Bizim Dilberay ismiyle bildiğimiz, halk müziği ve arabesk sanatçısı. 2007 yılında 14. Altın Koza Film Festivali’nde “Beynelmilel” filmindeki rolü ile ”En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” ödülüne layık görülmüştü. Bu filmde söylediği “Tavukları Pişirmişem” şarkısı uzun zaman dillerden düşmemişti hatırlarsınız. “Zorunda mıyım?” onun klasiklerinden bir diğeriydi.

Flash TV’deki “Kadere Mahkûmlar” adındaki programında, demir parmaklıklar arkasında bir cezaevi şeklinde düzenlenen stüdyoda şarkılarını dertli dertli söylüyor, kader mahkûmlarının mektuplarını okuyarak, onların seslerini devlet büyüklerine duyurmaya çalışıyor, istek parçalarını seslendiriyor; seyirci de parmaklıkların ön tarafında gözyaşları içinde kendisini dinliyordu. Bana kalırsa Türk televizyonunun en ilginç yapımlarından biriydi.

2019’da kaybettik Dilberay’ı. Geçtiğimiz hafta yönetmenliğini Ketche’nin yaptığı başrolünde Büşra Pekin’in olduğu, Dilberay’ın hayatını anlatan film girdi vizyona. Kadına şiddetin her dönem var olduğu, ne yazık ki hep bir yükseliş grafiği çizdiği Türkiye’de, 1956 yılında Kahramanmaraş’ta sekiz çocuklu bir ailenin büyük kızı olarak dünyaya geliyor Dilber. Aile Düzce’ye göçüp çadırda yaşamaya başlıyor. Yoksulluğun bini bir para. Anne mütemadiyen hamile, baba ilgisiz, çocuklar için düşünülmüş hiçbir gelecek planı yok. Esasen her biri birer gelir modeli, erkekler büyüdüklerinde çalışacak eve ekmek getirecek, kızlar başlık paralarıyla ev ekonomisine katkıda bulunacaklar.

Dilber’in de fazla bir şansı yok. Ama 13 yaşındayken hiç beklemediği bir anda şans kapısını çalıveriyor o küçük köyde. TRT Ankara Radyosu, yeni sesler keşfetmek için geliyor. Dilber bu yarışmaya katılıp birinci oluyor; bu hamlesinin bedelini de el parmaklarını, aralarına bir tahta kaşık konulmak suretiyle babasının ayaklarıyla kırması şeklinde ödüyor. Kısa süre sonra da kendisinden yaşça çok büyük bir adamla evlendiriliyor. 2 bin liraya! TRT’nin Ankara daveti de hayal oluyor.

Dayak, çocuk gelin Dilber’in değişmeyen öğünü. Bu öğünlerden birinde bebeğini kaybediyor. Kayınvalidesinin yardımıyla kaçtığı Ankara’da, TRT için yaşının reşit olmasını beklerken teyze oğluyla evlendiriliyor. Resmi nikah yok tabii. 500 TL başlık parasına. “İkinci el” muamelesi gördüğünden bu defa düşük rakam. İlk çocuğu dünyaya geldikten sonra kapı dışarı ediliyor evden. Dönecek tek yer baba(!) evi. Bu defa yeniden ilk kocasına bilabedel geri gönderiliyor. İki kız çocuğu daha oluyor. Hayat da, gördüğü şiddet de hiç değişmiyor. Kayınvalide yalvar yakar baba evine götürüyor, alın bunu, ölecek yoksa feryatlarıyla.

O sıra, gelirleri düşmüş ailenin. E kız da büyümüş. Şu TRT işini değerlendirelim artık kararı alıyor baba. Önce radyo ardından gazino sahnesi. Epeyce bir para kazanıyor aile. Dilber, boğaz tokluğuna çalışıyor. Ama artık mezalimin hâkim olduğu dünyası ona dar geliyor. Bir çıkış aramaya başlıyor. Aileyle bağlarını koparıyor ama şansı yaver gitmiyor. Ancak pavyonda iş bulabiliyor. Erkeklere sunulması, kabul etmemesi, boş kâğıda atılan imza derken bir cam parçasıyla patronun ensesine yapışıyor. Senetleri alıp Almanya’ya kaçıyor can korkusundan. Orada çalıştığı pavyonda bu kez bir tecavüz girişimiyle karşılaşıyor. Kulisteki masasında duran bıçakla adamı defalarca bıçaklayıp öldürüyor. Sonrası hapishane yılları, yaptığı aşk evliliği, çocuklarını yanına toplaması, Dilberay oluşunun ilk yıllarına kadar uzanıyor film.

Bir yanıyla gerçek bir başarı hikâyesi. Ama diğer yanda büyük tavizler toplamı: “Erkek gibi kadın” sıfatına tutunması, erkeklerle ancak böyle baş edeceğini düşünmesi. Bütün hayatı boyunca gördüğü tek ‘güç’ modelinin şiddet olması dolayısıyla, şiddet göstererek gücünü kazanma çabası. Âşık oluncaya kadar. Mayasında şiddet olmayan biriyle tanışıp erkekliğin kodlarını yeniden keşfedinceye, kendi kadın kimliğiyle buluşuncaya dek.

Çok iyi bir film “Dilberay”. Kadına şiddet konusunda çalışırken doğru bir şekilde okunmalı. Parçalanmış kadın bedenlerinin bavullara doldurulup çöpe atıldığı ya da bir apartmanın bilmem kaçıncı katından boşluğa fırlatıldığı günümüzde ‘60’lı ‘70’li yılların erkek zihniyetinin hâlâ hüküm sürdüğünü görmek büyük hayalkırıklığı yaşatsa da. Varsın içimizde “hiç umudum yok” diyen ses arşa uzansın, o keskin çaresizlik canımızı yakmaya devam etsin. Başka seslerimiz var bizim; sonunda Dilberay’ın da kendi içinden bulup çıkardığı. Onu bulmak “zorundayız”.

Etiketler: Bir kahve içimi