Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Memleket ve yaşamak
Memleket ve yaşamak
16 Kasım 2015 - 10:11'Ölmek'in yazarı Schintzler, Avusturya’nın edebiyat alanındaki ağır toplarından biri; Freud’un ‘ruh ikizim’ dediği çağdaşı
"Yaşayabilmek, işte memleket dediğin şey budur” diyor Arthur Schintzler, ‘Ölmek’ adlı novellasında. Duyduğum en iyi ‘memleket’ tanımlarından biri... Hal böyle olunca ölmek de memleketten ayrılmak bir nevi. Ki kitabın konusu da bu ayrılıkla ilgili, ölmekle...
‘Ölmek’ 2013’te Dedalus Yayınevi’nden çıktı. O dönem okuma fırsatım olmamıştı. Bu yıl kitap fuarında rastlayınca aldım hemen. 94 sayfayı bitmesin diye dört güne bölerek, ağır ağır, tadını çıkararak okudum. Kitabın yazarı Schintzler, Avusturya’nın edebiyat alanındaki ağır toplarından biri; Freud’un ‘ruh ikizim’ dediği çağdaşı. Tıp eğitimi alan yazar, psikolojiye karşı her zaman büyük ilgi duydu. Bu ilgi yazdıklarının içeriğini de şekillendiriyordu. Bilinçakışı tekniğini Joyce’un ‘Ulysses’inden çok önce 1900 yılında yayımladığı ‘Teğmen Gustl’ adlı kitabında kullandı. ‘Rüya Roman’ adlı novellası Hollywood’un dikkatini çekti, Stanley Kubrick’in yönettiği, başrollerinde Nicole Kidman ve Tom Cruise’un olduğu ‘Eyes Wide Shut / Gözleri Tamamen Kapalı’ filmine uyarlandı.
Freud, büyük hayranlık duyuyordu Schnitzler’e. Ona yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: “İzlenimim şu ki, benim başka insanlar üzerinde durmaksızın çalışarak ortaya çıkardığım her şeyi siz sezginizle -daha doğrusu kendi kendinizi hassas bir şekilde gözlemleyerek- öğrendiniz”. Freud’un hayranlık nedenini ‘Ölmek’in daha ilk sayfalarında anlıyoruz. Ölümcül bir hastalığa yakalanan ve 1 yıl ömrü kalan Felix ile sevgilisinin hikâyesinin en başında... Felix haberi verdiğinde Marie’nin tepkisi “Ben sensiz yaşayamam” oluyor. Birbirine çok âşık iki insan böyle bir bilgiyi nasıl karşılarsa, öyle karşılıyor çiftimiz. Daha doğrusu, Schintzler o son derece acılı bilgi alışverişini, okurun iliklerine kadar işletiyor. Doktorluğu bırakmış olsa bile, bir insanın ölümcül hastalıkla ilişkisini usta işi bir üslupla anlatıyor. Hastalığın başlangıcı, ortaları ve sonu yaklaştıkça Felix’in değişen psikolojisini adeta oya gibi işliyor. Marie’nin geçirdiği dönüşümü, hasta yakını olma halini de...
“Yeryüzünde hep ölüm mahkumları dolaşıyor” diyen Felix, ölümlü oluşunu her geçen gün biraz daha fazla hissederken, memleketten tek başına ayrılmak istemediğini fark ediyor: “Eğer beni seviyorsan benimle birlikte gel Marie”. Marie pencereden bakakaldığı, içine karışamadığı hayat bütün güzelliğiyle onu çepeçevre sararken, kendisine yapılan teklifle sarsılıyor. Bu noktada her ikisinin de ruh halini, parçalarına ayırıp analiz etmişçesine önkoyuyor yazar. Ölüme yaklaştıkça hırçınlaşan Felix, o yaklaştıkça ölümden uzaklaşan, yaşama doğru koşan Marie...
Ölümlü oluşumuz ve ölüm üzerine yazılmış bu nefis novella, aynı zamanda insana huzur veren bir ‘yaşayabilmek’ güzellemesi. “Ölmeden önce okunması gereken kitaplar” listelerinde mutlaka olmalı, okunmalı, bir gün memleketten ayrılmadan önce...