Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Kuyu, aşk, suçluluk
Kuyu, aşk, suçluluk
23 Şubat 2016 - 11:02'Kırmızı Saçlı Kadın' gibi başyapıt kıvamında bir romanı bir köşe yazısının sınırları içinde değerlendirmek imkânsız. Bu yüzden özellikle etkilendiğim üç noktaya dikkat çekmek istiyorum
Biliyorum çok şey yazıldı ‘Kırmızı Saçlı Kadın’ için. Orhan Pamuk, bu yeni romanıyla ilgili, gazetelerin hafta sonu eklerine röportajlar verdi. İnsanın canını acıtma temelli haksız eleştiriler de çıktı, kitabı yere göğe koyamayanlar da... İlk baskısı 200 bin yapılan kitap için, ikinci haftada 50 binlik ikinci baskıya geçildi. İki haftada 250 bin sattı ayrıca. Takip edenler biliyor ki bu roman baba-oğul ilişkisi ekseninde gelişiyor. İki büyük efsaneden besleniyor. Sophokles’in ‘Kral Oidipus’u; babayı öldürüp anneyle evlenme. Firdevsi’nin ‘Rüstem ve Sührab’ı; babanın oğlunu öldürmesi. Doğu’yla Batı...
Kuşaktan kuşağa
Başyapıt kıvamında bir romanı bir köşe yazısının sınırları içinde değerlendirmek imkânsız. Bu yüzden özellikle etkilendiğim, önemli bulduğum üç noktaya dikkat çekmek istiyorum. Bir kere Independent’a hak vermek işten değil: “Pamuk, en iyi kitaplarını Nobel’den sonra yazan eşsiz bir yazar”. Nobel öncesi kitaplarının yeri ayrı ama sonrasında gelen ‘Masumiyet Müzesi’, ‘Kafamda Bir Tuhaflık’ ve nihayet ‘Kırmızı Saçlı Kadın’ gerçekten çok güçlü metinler. İnsanın okuma zevkini şaha kaldıran edebiyatın nadide örnekleri her biri... Son kitaba gelince... Üç kısımdan oluşan romanın 85 sayfalık ilk kısmında Mahmut Usta ve iki çırağı Cem ile Ali’nin 24 gün boyunca devam eden kuyu kazma çalışması anlatılıyor kabaca. Kuyudan su çıkacak mı, çıkmayacak mı? Temel sorusu bu olan bir süreci okumak ne kadar keyifli olabilir ki? Oluyor işte. Bu süreci, o 85 sayfada öyle bir edebi lezzetle anlatıyor ki Pamuk, kuyunun başına dikilip çalışmaya katılmak, bir ucundan tutmak istiyor insan, o sürecin bir parçası olmak. Su için verilen mücadele devam ederken cümleler de su gibi akıyor. Kısa kısa ama derin.
Derken çıraklardan biri olan Cem, kasabaya gelen çadır tiyatrosunda Kırmızı Saçlı Kadın’ı görüyor. Sadece bir an... Büyük bir ‘ilk’ aşk için yeter de artar bile. “Aslında yüzünü tam görememiştim” diyor: “Edası etkilemişti beni. Kırmızı saçları ışıkta tuhaf bir şekilde parlamıştı. Bir an bana eskiden tanıdığı biriymişim gibi, burada ne işin var diye sorarmış gibi bakmış, tam o sırada göz göze gelmiştik. Sanki ikimiz de bir hatırayı arar, hatta sorgular gibi bakmıştık birbirimize”. O günden sonra çıkrıkla kuyudan toprak dolu kovayı çekerken, öğle molasında bir ağacın gölgesinde kestirirken, hayal kurarken hep onu düşünüyor Cem. Bu ruh hali ekseninde Pamuk’un ilk sorusu ilk aşkın bütün hayatımızı etkileyip etkileyemeyeceği üzerine... İkinci soruda ise “Yoksa kaderimizi çizen yalnızca tarihin ve efsanelerin gücü mü?” İki soru da yanıtını buluyor romanın sonunda. Ama o sona gelmeden, aşkı, yukarıda sözünü ettiğim iki efsaneyle öyle bir harmanlıyor ki hayranlık duymamak imkânsız. Üstelik ne aşk efsanelerden sahne çalıyor ne de onların altında eziliyor.
Kahramanımız Cem kitabın başında liseli bir genç olarak karşımıza çıktığı için, onun ilk gençliğin türlü sancısını çekişine da tanık oluyoruz. Başında kavak yelleri, kalbinde kendinden yaşça epey büyük bir kadına duyduğu aşk, kıskançlık, suçluluk duygusu... Özellikle otorite karşısında hissettiği suçluluk ve öfke: “Yanlış yaptığım şey neydi? Çıkrığı yeterince kuvvetle çevirememek, dolu kovanın çengeline dikkat etmemek ya da herhangi bir şey olabilirdi bu. Kuyuda su bulamadıkça Mahmut Usta’nın yüzüne bu suçlayıcı, küçümseyici, hatta şüpheci bakış yerleşiyordu. O zaman ben hem suçluluk duyuyor, hem de ona öfkeleniyordum. “Bir erkeğin onaylanma arzusu ve suçluluk duygusu... Roman boyunca, kararında tekrarlarla öyle iyi anlatıyor ki bunları Pamuk, Freud’un kuramlarını oluştururken neden büyük yazarlardan ilham aldığını daha iyi anlıyorsunuz.
Özetle, kuyu, aşk, suçluluk duygusu... Bu üçü roman boyunca efsanelerin izinde yol alırken, zengin bir tema çeşitliliğinde başka başlıklara yer açıp, geri çekilirken, yeniden yeniden ortaya çıkarken, ‘Kral Oidipus’ ile ‘Rüstem ve Sührap’ yanlarına yeni bir efsaneyi alıp romanı bitiriyorlar: ‘Kırmızı Saçlı Kadın’ efsanesi. Yakında diğer dillere kuşaktan kuşağa aktarılacak...