Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Kordelya’nın siyah incisi
26 Şubat 2018 - 10:02
Bu hafta İzmir Karşıyaka, eski adıyla Kordelya, gerdanındaki nadir bulunan mücevherini, siyah incisini toprağına kattı. Türkiye’nin önde gelen psikiyatr yazarlarından Prof. Dr. Engin Geçtan, büyülü dansını bitirip hayatın sahnesinden indi.
1940’lı yılların başları… 8-10 yaşlarında bir çocuk, ileride Karşıyaka’nın gerdanına takılacak en değerli mücevherlerden biri… Anne babasıyla vapur iskelesinin bekleme salonunda. Yine o kadın. Her zamanki gibi orada. Kumral kahküllü. Güzelce. Yeşil donuk gözleri var, kimseninkiyle buluşmayan. Adı Lütfiye. Eskiden öğretmenmiş. Avazı çıktığı kadar bağırarak, anlaşılmaz şeyler söylüyor. İnsanlar ona yokmuş gibi davranıyor. Kimi bakıp bakıp gülüyor, bazısı da ‘deli’ deyip burun kıvırıyor. Çocuk onu saygıyla izliyor. Farklılığı ilgisini çekiyor. Yargılamıyor, etiketlemiyor. Sadece onun görünür yanının arkasındaki dünyayı anlamaya çalışıyor. Yarım asırdan fazla, insanların iç dünyası üzerine çalışacağı bir mesleği olacağından, Türkiye’nin en kıymetli psikiyatri profesörlerinden biri olarak adının tarihe geçeceğinden habersiz. Çocuğun adı Engin Geçtan.
 
Lütfiye Hanım’ın elleri
 
12 Ocak 1932’de Karşıyaka’da doğuyor. Orta hâlli, aydın bir ailenin çocuğu. Denize nazır bir evde oturuyorlar. Günbatımından önce yunusların Alsancak’tan Karşıyaka’ya gelen vapurla yarışmalarını seyredebildiği. Mutlu bir aile onlarınki. Çocuklarına değer veren, kararlarına saygı duyan. İlk orta ve lise eğitimini başarıyla tamamlıyor. Üniversite puanları geliyor. Dilediği yere girecek kadar yüksek. Aklından geçen mimarlık. Yedek olsun diye herhangi bir bölüme daha kayıt yaptırmak için İstanbul Üniversitesi’ne gidiyor. Bakıyor ki en kısa kuyruk tıpta, içeri girip oraya kaydını yaptırıyor. Ama hangisine girecek? Kararı bir Kadıköy vapurunda, rüzgâr yüzüne değerken – belki de Lütfiye öğretmenin elleri- denize bakıp veriyor. Doktor olacak.
 
Psikiyatri kararı
 
1956’da İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra, Amerika’da doktor açığı olduğunu duyup, başvurusunu yapıyor ve intern olarak New York’a gidiyor. Oradaki çeşitli rotasyonların ardından kendisi için bir ‘bilinmez’ olan psikiyatride uzmanlaşmaya karar veriyor. Tıbbın diğer alanları ilgisini çekmediği için… Psikiyatrik hastalıklar ve tedavileriyle ilgili klinik çalışmaların yanı sıra psikanalitik psikiyatriyle ilgili kuramsal ve uygulamalı eğitimler alıyor. Varoluşcu psikoterapinin öncüleri Binswanger, Boss ve May’in kitapları ilgisini çekiyor.
 
Monroe ile karşılaşma
 
İhtisasını yaparken, deliler gibi çalışmakla kalmıyor,  New York kırsalının sonbahar renklerini seyrediyor, Connecticut’taki Candlewood gölünde sürat teknesiyle dolaşıyor, Tanglewood Festivali’nde çimenlerin üzerine uzanıp Beethoven’ın Dokuzuncu Senfoni’sini dinliyor. Broadway’deki oyunları ve müzikalleri takip ediyor. Hatta bir akşam bir film galasında Marilyn Monroe ile karşı karşıya geliyor. Yanında da Arthur Miller… Güzel ama korunası bir kedicik olduğunu, ışık saçtığını düşünüyor Monroe’nun. Aradan yıllar geçip de meslek hayatında benzer parıltıda birçok kişiyle karşılaştıktan sonra o ışığın ‘varolamamanın parıltısı’ olduğuna karar veriyor.
 
New York’ta eğitimini tamamladıktan sonra, bir Avrupa turu yapıp ülkesine dönme hazırlıklarına başlıyor. Ne var ki endişeli. İyi bir eğitim almış olduğunun farkında ama hâlâ 19. yüzyıl psikiyatrisinin okutulduğu Türkiye’de bu öğrendiklerine insanlar ne kadar hazır acaba? Cevabını “Varoluş ve Psikiyatri” adlı kitabında veriyor Gençtan: “1956 yılında İstanbul’dan bir gazete haberi: ‘Bazı yabancı memleketlerde bulunan ekzistansiyalist (varoluşçu) kulüplerden bir eşinin de şehrimizde vücuda getirilmek istendiğini yazmıştık. Vali Prof. Gökay tarafından işe el konulmuş ve gerekli tedbirler alınmıştır. Türk gençliğinin manevi varlığına zarar getirecek bu taklid önlenmiş bulunmaktadır.” Geçtan’ın üniversiteden mezun olduğu yıl çıkıyor bu haber. Vali de Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay, İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra emraz-ı akliye (ruh ve sinir hastalıkları) ihtisası yapmış olan… Mazhar Osman’ın kendisini ziyaret etmediği için “Fahrettin yakında milletvekili olur, yine gelmez. Başbakan olur, yine gelmez. Cumhurbaşkanı olur, yine gelmez. En son ben Allah oldum der, o zaman bana gelecektir,” dediği… Geçtan, olmazsa Amerika’ya dönerim diyerek memleketin yolunu tutuyor…
 
 
Gönlüm daralgınlaşıyor
 
Askerliğini yedek subay olarak Konya Askeri Hastanesi’nde asabiye mütehassısı olarak yapıyor. Açtığı muayenehanede hasta bakmaya başlıyor. Halk, başlangıçta çekinse de kısa sürede hastalara yetişemez hale geliyor. En sık rastladığı şikâyet anksiyete… Hastaların “Gönlüm daralgınlaşıyor” diye ifade ettiği… O güne dek kimsenin dinlemediği insanlar Geçtan’a açıyor iç dünyalarını. Konya dönemi Anadolu’yu tanıması açısından büyük bir fırsat oluyor. Kentten trenle ayrılırken, hastaları alkışlarla uğurluyorlar çok sevdikleri asabiyecilerini.
 
Ardından Ankara yılları… Akademik dönem… Doçentlik, profesörlük. ODTÜ’de 19 yıl part time hocalık. Ankara Üniversitesi… İlerleyen yıllarda Marmara ve Boğaziçi üniversitelerinde dersler vermeye devam ediyor Geçtan.  Ankara Radyosu’nda koruyucu ruh sağlığı programları yapıyor. Prodüktörü de Adalet Ağaoğlu.
 
 
 
İnsan hikâyeleri
 
Giderek psikoterapiye odaklanırken psikiyatri alanındaki çalışmalarını değerlendirecek bir çevreden yoksun olduğundan, yurt dışını takip etmeye, kongrelere katılmaya başlıyor. 1974’te Türkiye’de psikodinamik psikiyatriyle ilgili tek kitap bile yokken “Psikodinamik Psikiyatri ve Normaldışı Davranışlar” adlı ilk mesleki kitabını yazıyor Geçtan.  1981’de Kaş’ta bir otelin bahçesinde arkadaşlarıyla sohbet ederken ani bir dürtüyle yerinden kalkıyor. Yürümeye başlıyor. Başyapıtı olacak “İnsan Olmak”ın başlıklarını belirlemiş halde geri dönüyor. Onu “Psikanaliz ve Sonrası” izliyor. Bu kitabın ardından mesleki ve kurgu kitaplar yazmaya devam ediyor. Tam 17 tane kitaba imza atıyor. İstanbul’daki muayenehanesinde terapilerini sürdürürken, kitapları sayesinde, binlerce eve girip, hiç tanımadığı insanlara da terapi yapıyor. Jung’un bir sözü rehberlik ediyor ona: “Kuramlarını iyi öğren, ama yaşayan ruhun mucizesine dokundukları an onları bir kenara bırak.’’ Elbette kuramları takip ediyor. Ama insanların ruhuna ‘varoluşcu’ yaklaşımla, hikâyelerine büyük bir nezaket ve içtenlikle dokunmayı ihmal etmiyor. 
 
 
Şifa veren büyülü dans
 
Hayatın göz ardı ettiğimiz yerlerde olduğunu her fırsatta tekrarladı Engin Geçtan. “Yapmam lazım” yerine “Yapmak istiyorum”u koymamızı tembihledi. Bunun kendine karşı işlenmiş varoluşsal suçun gerilimini söndüreceğine dikkat çekti. Aslolan için şu tanımlamayı yaptı: “Hangi şekilde olursa olsun, insanın, olabildiğince, kendisini kendi olarak hissedebileceği bir hayatı sürdürebilmeyi gerçekleştirebilmesi”. Kendisi için “Başkalarının koreografilerine göre dans etmediğimde evrenin benimle daha sık birlikte olmuş olduğuna inanıyorum” dedi. Hayranlık uyandıran, şifa veren büyülü bir danstı onunki… Ne yazık ki, bu hafta 86 yaşında indi hayatın sahnesinden. Kordelya, gözyaşları içinde, toprağına sardı mücevherini…
 
Kitaptan kırmızı kalemlerle altı çizilecek satırlar…
 
- Eğer insanlar olumsuz duyguların evrensel olduğunu, reddedilme kaygılarının herkes tarafından yaşanmakta olduğunu ve bunun yalnızca yoğunluk derecesinin önemli olduğunu bilebilselerdi, bu tür duyguların üzerini fazlaca kapatmaz ve gereksiz bir suçluluğu da yaşamazlardı.
 
- Eğer bir insan diğerlerini küçümsüyorsa, aslında küçümsenmekten korkan ve kendisini küçük gören biridir.
 
- Bir insana değer vermek, onun gerçeklerini anlamaya çalışmak ve onu olduğu gibi benimseyebilmektir.
 
- Mide ülseri, barsak spazmı, hipertansiyon, astım, bazı deri hastalıkları ve de birçok diğer bedensel bozuklukların gerisinde doğrudan yaşanmayan duygular bulunur. Boşalım yolu bulamayan bu gerilimler ve kaygılar organlar aracılığıyla anlatım bulurlar.
 
- Bir insanın kaygılarından kurtulabilmesi için tek yol, kendi varoluş sorumluluğunu üstlenebilmesidir.
 
- Kendini gerçekleştirme, kendini yaşamayı göze alabilecek yürekliliği gösterebilmeyi ve kısırdöngülerden özgürleşebilmeyi tanımlar.
 
- İçinde bulundukları anı yaşamayan ve yaşama etkin bir biçimde katılamayan insanlarda ölüm korkuları oldukça yaygındır.
 
“İnsan Olmak” mucizesi
 
Prof. Dr. Engin Geçtan’ın Metis Yayınları’ndan bulunabilecek başyapıtı “İnsan Olmak” bugüne dek çok sayıda baskı yaptı.  Önsözde, onu şöyle tanımlıyordu Geçtan: “Bu kitapta, insanın kendi kendisine tutsak olmasına yol açan kısırdöngülerin oluşum nedenlerine ve yaşanış biçimlerine ağırlık verilmiştir. Çünkü insan, kendisine karşıt düşen davranışlarını nasıl geliştirdiğini göremedikçe, özgür olabilmek için neyi aşması gerektiğini de bilemez.”
 
Kitap, o bilgiyi, herkesin anlayabileceği bir üslupta, dupduru bir Türkçeyle anlatan muazzam bir yapıttı gerçekten de. Geçtan, ‘insan olmak’ın en ağrılı yanlarını, öfke, düşmanlık, değersizlik duygusu, kaygı, yalnızlık, yaşam ve ölüm gibi bölümler altında anlatıyordu. Binlerce insanın yarasını, sözcükleriyle sardı, bu kitabında. Binlerce okur, insan olmanın şifrelerini “İnsan Olmak”la çözdü. 
 
 
Son eseriyle Milliyet Kitap’ın kapağındaydı
 
Engin Geçtan’ın Metis Yayınları’ndan çıkan son kitabı “Orada Birarada”, Eylül 2017’de yayımlandı. Milliyet Kitap, hem  85. yaşı hem de yeni kitabı vesilesiyle, Geçtan’ı kapağına taşıdı. Geçtan, son kitabında 30 yılı aşan grup terapi  seanslardan hareketle, grup terapi metodunu işliyor, karakterlerin hikâyelerini özel bir edebiyat lezzetiyle ince ince dokuyordu. Kitap, edebiyatla psikiyatrinin görkemli bir buluşmasıydı.
Etiketler: engin geçtan  izmir