Kendimizi nasıl gerçekleştiremeyiz?
Amerikalı psikolog Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde, piramidin tabanında fizyolojik ihtiyaçlar vardır. İnsan öncelikle beslenme ve barınma ihtiyaçlarını karşılamak ister. Bunları karşıladıktan sonra ikinci basamakta güvenlik ihtiyacı gelir. Kendimizi güvende, dış dünyanın tehlikelerine karşı korunaklı hissetmek en temel ihtiyaçlarımızdan biridir. Beslenme, barınma ve güven ihtiyaçlarımızın ardından ait olma ve sevgi ihtiyaçlarımız ortaya çıkar. Ailemiz, çevremiz tarafından sevilmek, bunu romantik ilişkilerimizde de deneyimlemek isteriz. Dördüncü basamakta saygı ihtiyacımız yer alır. Ailemizden, iş verenimizden, arkadaşlarımızdan, sevgilimizden, eşimizden saygı görmeyi arzu ederiz. Sevgi ve saygı ihtiyaçlarımızın karşılanması kendimize duyduğumuz güvenin mihenk taşlarıdır. Bu ihtiyaçların tamamını karşıladıktan sonra piramidin en üst basamağında yer alan bir kavram çıkar karşımıza: Kendini gerçekleştirme ihtiyacı. Bu ihtiyaç çerçevesinde hayatla kurduğumuz ilişkiyi tanımlamak esastır. Hayattan ne bekliyoruz? Neler yapmak, kim olmak istiyoruz? Bu soruların cevaplarını yaşayabildiğimizde kendimizi gerçekleştirmiş oluruz. Mutluyuzdur ve kendimizi tam hissediyoruzdur.
Tadımlık bir mutluluk
Ne var ki her insan piramidin son basamağına ulaşamaz. Çünkü önceki basamaklarda sorunlar yaşar. Sorun yaşadığı basamakta kalır bir üstüne çıkamaz. Çetin Altan kendisiyle yaptığım bir söyleşide “Çöpten yemek arayan bir adama Dostoyevski’den bahsedersen sana küfreder,” demişti.
Joachim Trier’in 2021 Cannes Film Festivali’nde, başrol oyuncusu Norveçli aktris Renata Reinsve’in Julie rolüyle En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazandığı filmi “Dünyanın En Kötü İnsanı” kendini gerçekleştirme ihtiyacını anlatan şahane bir film.
Julie 20’li yaşlarının sonlarında genç bir kadın. Önce tıp okumaya karar veriyor. Okulun bitimine yakın aslında psikolog olmak istediğini düşünüp bölüm değiştiriyor. Bir süre sonra fotoğrafçılığa başlıyor. En sonunda da kendini bir kitabevinde satış görevlisi olarak buluyor. Kendini gerçekleştirme ihtiyacını karşılamak için sürekli değişen meslek kararları onu mutlu etmiyor. Özel hayatında da kafası karışık. Bir barda karikatürist Aksel ile tanışıyor. Aralarındaki yaş farkını ve beklentileri konusundaki uyumsuzlukları erken keşfeden Aksel bu ilişkiyi başlatmak istemese de Julie ısrar ediyor. Zannediyor ki bu ilişki ona ihtiyaç duyduğu ‘kendini gerçekleştirme’ imkânını verecek. Ne istediğini bilmeden palas pandıras başladığı birliktelik onu mutlu etmiyor.
Aksel’in bir imza gününde, etkinlikte sıkılıp erkenden ayrılıyor oradan ve kendini hiç tanımadığı bir çiftin düğün partisinde buluyor. Partide barista Eivind ile tanışıyor. Küçük ve eğlenceli oyunlarla süren bir gecelik flörtün sonunda Aksel’den ayrılıp bu defa Eivind ile yeni bir ilişkiye başlıyor Julie. Julie için karısını boşayan Eivind kendini dünyanın en kötü insanı ilan ediyor. Peki, Julie bu kez aradığını bulabiliyor mu? Hayır! Tadımlık bir mutluluk hepsi o kadar. Kendini bir erkeğin varlığı içinde gerçekleştirmenin imkânsızlığını göremiyor ne yazık ki. Yine mutsuz, yine huzursuz. Bu kez de yazmayı deniyor. Ama işte yine sonuç yok.
Kendini gerçekleştirme, hepimizin içinde var olan potansiyeli ortaya çıkarabilmek ve bunu en işlevsel, bizi mutlu edebilecek şekilde kullanabilmek. “Dünyanın En Kötü İnsanı”, bunu nasıl yapabileceğimizden çok nasıl yapamayacağımızı gösteriyor. “Nasıl yaparız?” sorusunun cevabı bir başka yazının konusu olmakla birlikte Julie’nin hatalarından büyük dersler çıkarmak mümkün. 12 bölümden oluşan dinamik, eğlenceli, güzel bir film “Dünyanın En Kötü İnsanı”. Geçtiğimiz yıl kasım ayında vizyona girdiğinde izleyememiştim. Ama şimdi MUBI’de gösterimde. İzlemenizi çok isterim.
İyi pazarlar.