İhtiyaca binaen sevmek
Erich Fromm, “Sevme Sanatı” adlı kitabında şu soruyu sorar: “Bir kişiyi ihtiyacımız olduğu için mi severiz yoksa sevdiğimiz için mi ona ihtiyaç duyarız?” Ridley Scott’ın İtalyan moda devi Gucci Ailesi hakkındaki biyografik filmi “House of Gucci”de Patrizia Reggiani, kocası Maurizo Gucci’ye her “Seni seviyorum” dediğinde bu soruyu düşündüm. Patrizia, bulaşıkçı bir annenin kızı. Babasını hiç tanımıyor. Büyük yoksullukların ardından annesinin bir kamyon işletmecisiyle evlenmesi üzerine refaha kavuşuyorlar. Bu ön bilgiyle bakınca, çocukluğu yoksulluk ve sefaletle sınanmış bir genç kız var karşımızda. Yokluk bilinci fazla yüksek. Yapacağı evlilik, standartlarının altında olmamalı hatta üstüne çıkmalı; ama bu da yetmez, bir de ‘isim’ lazım. Bilinen ünlü bir aile ismi. Bunlar Patrizia’nın ihtiyaçları. O yüzden gittiği bir partide Gucci Ailesi’nin üçüncü kuşak ismi genç ve naif bir hukuk öğrencisi olan Maurizo Gucci ile tanıştığında gözlerinde “İşte bu o!” ışıkları yanıyor.
‘Servet avcısı’
İhtiyacı olan her şeyi ona sağlayacak genç bir adamı sevmesin de ne yapsın. Bu başlangıcın ardından, onu takip edip tesadüfi bir karşılaşma organize ediyor, telefonunu veriyor ve bir zaman sonra da ilişkileri başlıyor. Hayat dolu, fıkır fıkır, eğlenceli, yerinde duramayan bu genç kız, kendi halinde silik bir karakter olan Maurizio’yu etkiliyor. Aslında onun da ihtiyaç duydukları bunlar. Maurizio’nun babası Rodolfo Gucci, Patrizia’yı ‘servet avcısı’ olarak gördüğü için ilişkilerini onaylamasa da çift kısa süre sonra evleniyor. Bu evlilikten bir kız çocukları oluyor. Gucci’nin veliahtı karısıyla yaşadığı küçük bir evde ütü yaparken amcasından gelen telefonla, aileye yeniden girme süreci başlıyor. Amca Aldo Gucci çifti kabul ediyor, onları New York’a gönderiyor. Aldo tasarımcı oğlunu başarısız bulduğundan Maurizio’ya yapıyor tüm yatırımını. Babasının ölümünün ardından Maurizio moda imparatorluğunun başına geçiyor. Bu sürecin her aşamasına Patrizia’nın para hırsıyla şekillenen yönlendirmeleri eşlik ediyor. Çok sevdiği(!) kocasını, türlü çeşit entrikayla markanın tek sahibi yapmak isterken Maurizio’nun içindeki kötüyü dışarı çıkarıyor. Kendi elleriyle kocasından en az kendisi kadar hırslı, lükse, şatafata düşkün, doyumsuz bir adam yaratıyor. Karısının yeniden doğurduğu Maurizio büyük bir açgözlülükle hayata saldırırken, Patrizia ayak bağı haline geliyor.
Koşulsuz özgürlük
Artık koşulsuz bir özgürlük içinde Patrizia’dan direktifler almadan onun kötücül hırsıyla zehirlenmeden yaşamak isterken bir başka kadına âşık oluyor Maurizio. Ve bıçakla keser gibi kesip atıyor Patrizia ile ilişkisini. Boşanmak istediğini söylüyor. Ancak Gucci Ailesi gibi bir aile tarafından karşılanabilecek ihtişamlı ihtiyaçlarının artık giderilmemesi tehlikesiyle karşı karşıya kalan Patrizia, Maurizio’nun önüne aşkının sözümona büyüklüğünü, onsuz yapamayacağını, kızını koyuyor. Bir kadın tarafından yıllarca yönetilmekten sıkılan Maurizio Patrizia’nınkinin aşk olmadığını fark ediyor. Kendisinin ona duyduğunun da… Birbirlerini sevdikleri için birbirlerine ihtiyaç duyan bir çift olmadıklarından 15 yıllık evlilik iskambil kâğıtları gibi dağılıyor. Kirli harcına yıllarca kendinden hırs, kötülük, ihtiras katan Patrizia darmadağın oluyor. Maurizio evlendiği anda miras parçalara bölünecek, evlilik içindeki standartları düşecek. Yoksulluk bilincinden hiç kurtulamamış olan Patrizia buna izin verir mi? Ortada o kadar emeği varken üstelik. Bu durum alev alev yanan bir öfkenin içine düşürüyor onu. ‘Haksızlığa uğradım, bunu onun yanına bırakmam’ hırsıyla kocasını öldürtme kararı alıyor. Kararını uygulayabilecek mi? Filmi izlediğinizde göreceksiniz. Lady Gaga’nın olağanüstü bir performansla canlandırdığı Patrizia karakteri insanın kanını donduruyor. Adam Driver’ın aynı mükemmellikte oynadığı Maurizio karakteri de öyle. İhtiyaca binaen duyulan sevginin, aşkın ne kadar yıkıcı olduğunu gözler önüne seriyorlar. Sevmek üzerine düşündüren muhteşem bir film, izlemenizi çok isterim.