‘Hayat kâfi gelmiyor çok kısa sanat için’
Hipokrat’ın, “Ars longa vita brevis-Sanat uzun hayat kısa” tanımını yüzyıllar sonra şu sözlerle onaylar İbrahim Çallı: “Hayat kâfi gelmiyor, çok kısa sanat için.” Görülecek ne çok resim var, okunacak ne çok kitap, izlenecek ne çok film, dinlenecek ne çok müzik. Çallı için durum bir kat daha zordu üstelik. Bütün bunlara ek olarak yapacağı çok resim vardı. 78 yıllık yaşamının kâfi gelmeyeceğini bile bile, son anına dek bu kifayetsizliğe sanatıyla meydan okuyarak geçirdi. Bir filozof kadar hayatın anlamıyla hemhal olarak.
Kunduracıdan Çallı’nın duvarlarına
Hikâyesi 13 Temmuz 1882 tarihinde başlar İbrahim Çallı’nın. Denizli’nin Çal kasabasında doğar. Resme, kunduralarına pençe yaptırdığı Rum kunduracının dükkânında gördüğü “Köroğlu–Ayvaz” resimlerinin etkisiyle başlar çocuk yaşta. Evin duvarlarına onları kara kalemle çizdiği için ailesinden epey azar işitmiştir. Çal’da rüştiyeyi, İzmir’de idadiyi bitirir. Ardından İstanbul’a gelir. Geçimini sağlamak için kâtiplik, gazete dağıtıcılığı, Yenicami’de arzuhâlcilik yapar. Çarşıkapı’da Ermeni asıllı bir ressamla, Ruben Efendi’yle tanışır. Ondan resim tekniğini öğrendikten sonra Sanayi-i Nefise Mektebi’ne kaydolur. Akademiyi bitirdikten sonra 1910’da Maarif Nezareti’nin açtığı yarışmayı kazanarak Paris’e gönderilir. Paris Ecole Nationale des Beaux Arts’da Fernand Cormon’un öğrencisi olur. Onun yanında klasik tarzı öğrense de dönemin izlenimci üslubuna ilgi duyar, Paris müzelerinde akımın izlerini sürer.
Çallı’nın talebesi olmak
Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine Türkiye’ye dönen Çallı, Sanayi-i Nefise Mektebi’nde Vallaury’nin yardımcılığına getirilir. Resim Bölümü Yağlıboya Atölyesi öğretmenliğine başlar. Savaş yıllarında Akademi’de Fransız izlenimciliğini Türk resmine uyarlar. Klasik öğretilerle yetinmez, yeni bir figür ve doğa anlayışı geliştirir. Çallı’ya kadar fotoğraftan bakılarak yapılan natürmortlar ve manzara resimleri, onunla birlikte bizzat doğanın içinde aslı esas alınarak yapılmaya başlar. Kadın temasına getirdiği yenilikler ve ‘nü’leriyle Türk resminde yeni bir dönemin kapısını açar. 1947 yılında emekli oluncaya dek, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde, içlerinde Şeref Akdik, Refik Ekipman, Elif Naci, Ali Çelebi, Zeki Kocamemi Mahmut Cuda ve Bedri Rahmi’nin de olduğu çok sayıda ressam yetiştirir. Elif Naci, onun hocalığı için şöyle der: “Ne zaman bir iftihar fırsatı elime geçtiyse. Ben sadece ‘Çallı’nın talebesiyim’ dedim ve bu bana bütün ömrümce kâfi geldi”.
Bolşevik devriminden kaçarak İstanbul’a gelen ressam Alexis Gritchenko’nun etkisinde kalan Çallı’nın “Mevleviler” serisi bu dönemin üretimleridir. Nurullah Berk “Mevleviler” serisi için “İbrahim Çallı’nın hayatında ada gibi tek başına kalmış bir dönemdir” der. Rus ressamın etkisiyle bu dönemde izlenimci teknikten vazgeçen Çallı, grafik ağırlıklı resimler çalışır.
Kadın temasına yenilikçi bakış
Daha sonra yeniden izlenimci resme dönen Çallı klasik bir izlenimci değildir. Kompozisyonunu oluştururken akademik disiplini kullanır, izlenimciliği ise ışık ve gölgeyle yansıttığı renklerde… İstanbul’un her köşesinden izler vardır Çallı’nın manzara resimlerinde. Şehir kesitleri, gündelik yaşam ve en sevdiği konuların başında gelen Emirgan.
Proje direktörlüğünü Fahri Özdemir’in üstlendiği sergide Kapalıçarşı’da baharat kokularını içimize çekerek geziyoruz. Manolya kokuları sergi salonunu dolduruyor. Martılarla arkadaşlık eden balıkçılar ve balıkçı kayıkları ise deniz kokusu yayıyor. Bu güzel kokular içinde camiler, türbeler, Topkapı Sarayı, Mevleviler, sahilde ve Salacak deniz hamamındaki kadınları izliyoruz. Hayranlıkla, neşeyle, gülümseyerek, nefesimiz kesilerek. Çallı’nın “Benim arkamdan gülün eğlenin neşeyle beni yâd edin” vasiyetini yerine getiriyoruz bu sergiyi gezerken. Öyle çok ayrıntı, öyle çok renk, öyle çok figür. Üstelik bütün bunlar dev bir sanatçının bir ömre sığdırabildiği eserler toplamından bir kesit. 78 yıllık bir ömre. Çallı çok haklı, hayat kafi değil, çok kısa sanat için.
“İmkânım olsa bir de arkaya baktırırdım”
1923 sonrası Atatürk resimleri ve Kurtuluş Savaşı’nı konu alan resimler yapan Çallı’nın “İstiklal Savaşı’nda Zeybekler” resmindeki atlara Atatürk’ten itiraz gelir: “Biz Kurtuluş Savaşı’nda yiyecek ekmek bulamıyorduk. Bu atlar nasıl böyle semirdi?”. Hemen o an Çallı, fırçasını eline alır ve bir iki dokunuşla atları bir deri bir kemiğe çevirir. Bir müze sergisinde kendi resmini gören Atatürk, Çallı’ya bakarak “Fena değil ama bunun gözlerinden biri sağa, biri sola bakıyor, o neden?” diye sorar. Çallı’nın cevabı şöyle olur: “Paşam, siz hem sağı, hem solu, hem de uzağı gören bir insansınız. İmkânım olsa bir de arkaya baktırırdım” “Benim güzel manolyam” Çallı’yla özdeşleşen en önemli tema manolyalar. Her manolya mevsiminde Akademi’nin bahçıvanı, bahçedeki manolya ağaçlarından topladığı buket buket manolyaları Akademi’de atölyesi olan Çallı’ya getirir. Mevsim boyu o güzel manolyaları aktarır tuvaline… Yıllar sonra 1959’da Zeki Müren’in besteciliğini müjdeleyen şarkıdaki gibi koklamaya kıyılamayan Çallı’nın güzel manolyaları. Manolya resimlerine, bahçeyi genişletmek için manolya ağaçlarının kesilmesine dek devam eder.