Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Hayal ve gerçek
09 Ocak 2017 - 11:01
Bu ara sıra sertleşen gerçeklikler içinde ilerlerken 'La La Land', bir müzikal sahne başlıyor bizi gerçek dünyadan masalsı dünyaya götürüyor. İnsanın içi açılıyor. Kendi yarıda kalmış hayallerimizi düşündürüyor
Müzik, dans, aşk… Hayatın en etkili büyüleri; değiştiren, dönüştüren... Sonra masalsı bir anlatım ya da bir Hollywood masalı mı demeli, romantizm… Hepsi, geçen hafta gösterime giren ‘La La Land’in içinde. Damien Chazelle’nin yazıp yönettiği müzikal filmde, hayatla hayallerini gerçekleştirmek üzere masaya oturmuş iki genç var. Sebastian (Ryan Gosling) ve Mia (Emma Stone). İkisi de kararlı, ikisi de tutkulu. Mia, oyuncu olmak istiyor, Sebastian ise bir caz kulüp açmak hatta biraz daha fazlası, cazı kurtarmak niyetinde. Yolları Los Angeles’ta trafiğin sıkışık olduğu bir gün kesişiyor. Mia, trafikte arabasını durdururken, arkadan gelen Sebastian onu sollayarak geçiyor. Bir anlık bir bakışma… Sebastian, çeşitli kulüplerde Noel şarkıları çalmaktan, partilerde pop müzik yapmaya kadar hiç de zevk almadığı işlerle uğraşıyor, piyanosuyla, para kazanmak uğruna. Oysa onun için varsa yoksa klasik caz. Mia ise bir kafede çalışıyor. Onun da bütün dileği bir filmde rol almak. Ulaşabildiği her oyuncu seçmesine katılıyor. Sonuç da çoğunlukla başarısızlık oluyor. İkisinin de ortak özelliği vazgeçmemeleri… Derken ikili, bir partide yeniden karşılaşıyor. Ve birbirlerine hayallerini açıyor. Sonrasında birlikte yürümeye başlıyorlar, hedeflerine ulaşmak için. Aşk da usul usul geliyor peşleri sıra. Film boyunca sözden çok müzikle, dansla ifade ediyorlar aşklarını. Günümüzde geçse de 50’li yılların Hollywood müzikallerini anımsatan mizansenlerde. Bazen bir caz kulübünde, bazen yıldızların altında…
 
Her ikisi de bir varoluş mücadelesi içinde aslında. Bunu yaparken mümkün olduğu kadar toplumun dayattığı kurallara kafa tutuyorlar. Sebastian var gücüyle hayalindeki cazın peşinden giderken, onun rağbet görmemesini umursamıyor. Hatta caz sevmeyen Mia’ya, ‘anlatarak’ ve ‘yaşatarak’ cazı sevdiriyor. Hayallerinin peşinden koşarken zorlandıkları olmuyor mu? Oluyor. O kadar ki, kimi zaman Sebastian para kazanmak için çaldığı grubun sağladığı maddi imkanlara kapılıyor. Kimi zaman da Mia, kendisinden oyuncu filan olmayacağını düşünüp bütün köprüleri atmaya kalkıyor. Ayakta kalan düşeni elinden tutup kaldırıyor. Bunu yaparken bazen kalp kırdıkları da oluyor. Ama aşk da böyle bir şey değil mi zaten? Bir şefkat hali olduğu kadar, becerisizlik hali de aynı zamanda. Bu ara sıra sertleşen gerçeklikler içinde ilerlerken film, bir müzikal sahne başlıyor bizi gerçek dünyadan masalsı dünyaya götürüyor. İnsanın içi açılıyor. Kendi yarıda kalmış hayallerimizi düşündürüyor. Hala geç kalmadığımızı fısıldıyor kulağımıza. Herkesin ‘La La Land’i konuşuyor olmasının, filmin bu kadar çok sevilmesinin nedeni de bu belki. Eğer gerçekten isterseniz, hayalle gerçek arası mesafe beklediğinizden çok daha kısadır. Şu an vizyonun en öne çıkan filmi olan ‘La La Land’, dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nin Ana Yarışması’nda yaptı. Emma Stone yarışmadan En İyi Kadın Oyuncu ödülüyle döndü. Film, Oscar habercisi Toronto Film Festivali’nde gösterildiğinde de Amerikan film endüstrisinin gözdelerinden biri oldu. Şimdi sırada Oscar var. Oscar’ın en güçlü adayı olan bu film size iyi gelecek.