Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Geç kalmamak için...
04 Haziran 2018 - 11:06
Hayatın anlamını sorgularken uğradığım kitap duraklarının en görkemlilerinden biri de hiç kuşkusuz Tolstoy’un ‘İvan İlyiç’in Ölümü’ydü. Roman, yüksek rütbeli bir yargıç olan İvan İlyiç’in ölüm döşeğinde hayatıyla yüzleşmesini, hesaplaşmasını anlatır.
O güne dek iyi bir hayat yaşadığını düşünmüştür ama ölüm yolculuğuna çıkarken kendine yaptığı itiraflar, bunun aksini ifade eder. Aslında boşa geçmiş bir ömürdür onunkisi. Bütün ömrünü adadığı, şan, şöhret, mevki, para, pul ile inşa ettiği kâğıttan kule yerle bir olur giderayak. İnsanın varoluş sürecinde ona rehberlik edecek en kuvvetli karakterlerden biridir İvan İlyiç.
 
 
Bu hafta yanına bir başka karakteri daha ekledim. Can Yayınları’ndan çıkan Stefan Zweig öyküsü ‘Bir Kalbin Çöküşü’nün kahramanı özel ticaret müşaviri Salomonsohn! Psikanalize sağladığı malzemeyle Freud’un da ilgisini çeken bu çok etkileyici karakter, İvan İlyiç’in edebi akrabalarından biri hatta ruh ikizi... Tıpkı o da İvan gibi hayatının son günlerinde ağrılı bir hesaplaşmaya girişiyor. Öykü “Bir kalbi temelinden sarsmak için kader her zaman sillesini vurmaya, sertçe müdahale gücüne gerek duymaz; aksine sudan sebeplerden yıkım ürütmek onun zapt edilemez yaratma hevesini kamçılar” cümlesiyle başlıyor. Salomonsohn’un kalbini sarsan olay, eşiyle ve kızıyla birlikte gittikleri tatil beldesinde cereyan ediyor. Göğsünün sıkıştığı bir gece, sabaha karşı dörtte, yatağından kalkıp odasından çıkıyor ve koridorda dolaşmaya başlıyor. Tam o sırada 19 yaşındaki kızı Erna’nın bir erkeğin odasından çıkıp, kendi odasına döndüğünü fark ediyor. Tepkisi “Ne rezillik! Ne rezillik! Benim çocuğum, gözümden sakındığım, gül gibi evladım herifin tekiyle...” oluyor. Ama herhangi bir tepki de veremiyor.
 
O noktada hesaplaşma başlıyor. Aslında bütün hayatını, karısını ve kızını mutlu etmek için sadece çalışarak geçirdiğini ve onların kendisine bir banka hesabı muamelesi yaptığını, kendisini hiçbir zaman yeterince ciddiye almadıklarını seziyor içten içe. Sabah tek başına oturduğu kahvaltı sofrasında itiraf ediyor: “İşte yine yalnızım... Ben sabah işe giderken onlar danslarından ve tiyatrolarından bitap düşmüş vaziyette, tembel tembel uyuyorlar (...) 50 saçma sapan yıl boyunca eşek gibi çalıştım, bir gün olsun kendime izin vermedim ve şimdi yalnızım”. Ve bir balyoz gibi başına inen düşünce: “Köpek gibi gebereceğim. Bu içimde büyüyen ölüm”.
 
Karısına tatili kesip derhal eve dönmelerini söylüyor ama kabul edilmiyor bu önerisi. O da öfkeyle valizini toplayıp eve gidiyor. Karısıyla kızı, bu ani dönüşten huzursuzlanıp bir süre sonra tatil yöresinden ayrılıyorlar. Ama eve geldiklerinde gördükleri Salomonsohn bambaşka biri. Giderek içine kapanıyor. Yaklaştığını sezdiği ölüme doğru hızla ilerlerken, yalnızca kendisiyle iletişim kuruyor. Büyük bir pişmanlık duygusu, heba olmuş bir hayatın derin hayal kırıklığı...
 
Kaderin Salomonsohn’da yarattığı yıkım hiçbirimizden uzak değil. Hayat bu. Biz de bir anda kalbimizin çöktüğünü hissedebiliriz. Koca bir ömrü ziyan ettiğimizi... O günün gelmesine engel olmak istiyorsak, bu deneyimi yaşayan Salomonsohn’a kulak vermeliyiz. İvan İlyiç’e de... Geç kalmamak için.