Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Erdal Öz'ü özleyenlere...
20 Mart 2017 - 11:03
"Yaşamayı Nasıl Özledim Bilsen!" bir kadına ve edebiyata duyulan aşkın romanı. Kitap, Erdal Öz'ün şair Türkan İldeniz'e yazdığı mektuplardan oluşuyor
Roman yazmaya hevesli genç bir edebiyat gazetecisi olduğum yıllarda tanıştım Erdal Öz'le. Ne zaman bir araya gelsek dürterdi beni "Kızım yaz getir şu romanı, bak ölüp gideceğim, okuyamayacağım".  Okuyamadı. İlk romanımı ancak onun ölümünden sonra yazabildim. İçimde geçmeyen bir sızıdır. Yazar - yayıncı ilişkimiz olamadı ama bir gazeteci olarak çok destekledi beni Erdal Öz. Hazırladığım her edebiyat dosyasında ilk aradığım isimdi. Onunla konuşmak, görüşlerini almak yaptığım işi derinleştirirdi. Deniz deryaydı Erdal Öz. Zihninin uçsuz bucaksızlığını bütün cömertliğiyle açardı sohbetlerinde. Öğrenirdim, edebiyatı biraz daha severdim. Ve elbette en sevdiğim yazarlarımdan biriydi. Kitapları başucumu zenginleştirdi yıllarca. O gittikten sonra her okuru gibi ben de eksildim.
 
Bu eksilmeyi giderecek yeni bir kitap çıktı bu hafta Can Yayınları'ndan: "Yaşamayı Nasıl Özledim Bilsen! ".  Kısa bir aşk romanı bu.  Bir kadına ve edebiyata duyulan aşkın romanı. Kitap, Erdal Öz'ün İstanbul Hukuk Fakültesi'nde tanıştığı şair Türkan İldeniz'e yazdığı mektuplardan oluşuyor. Öncelikle bir dostluk ilişkisi aralarındaki. Henüz yirmili yaşlarının başında iki genç aydın. Birbirlerine edebiyattan bir köprü kurmuşlar. İldeniz'in şiirleri, Erdal Öz'ün eleştirileri ve öyküleri yayımlanıyor dönemin edebiyat dergilerinde. Öte yandan kalpleri arasında da bir aşk köprüsü var. Ne var ki, Öz Ankara'ya dönmek zorunda kalmış. Askerlik işleriyle uğraşıyor, İstanbul'a gitmenin, orada yaşamanın yollarını arıyor. Henüz 22 yaşında.  Bir yanda askerlikle birlikte edebiyat dünyasından uzak kalmanın endişesi, bir yanda sevgilisinin özlemi... Epeyce sıkıntılı bir dönem. Bütün içini mektuplara döküyor.
 
Neler yok ki mektuplarda... "Yürümeyi öğrenelim. Yürümemiz gerek. Durmaksa ölmektir" diyen genç bir edebiyatçının, alanında koşar adım ilerleyişini görüyoruz. Erdal Öz'ü Erdal Öz yapan felsefesinin nasıl oluştuğuna, yaşının çok ötesindeki düşünce dünyasına tanıklık ediyoruz. Yine daha o yaşta, 'mükemmellik' seviyesinde kullandığı Türkçenin lezzetine hayranlık duyuyoruz. Sonra güzel sevmesini bilen bir adamın aşka bakışındaki samimiyete derin içler çekiyoruz.
 
Mektuplarda uzun uzun eleştiriyor Türkan İldeniz'in şiirlerini. Kırıcı olmadan ama sözünü de esirgemeden. "Çocuk" diye hitap ettiği İldeniz'e, içine bolca şefkat katıp hayat, sanat ve edebiyat üzerine yazıyor. "Sana kendimi yazıyorum, sana, 'ben'i arayan kendimi yazıyorum. Yani, bencilim. Yani kendimi kuruyorum. Kendim için kuruyorum. Anladın, değil mi?" diyor: "Şu anda en iyisi İstanbul’da olmak. Seninle. Ama, kıramadığım zincirlerle bağlıyım. Kıramıyorum. 500’ü yarıya indirdim. Bu, 500’ün yarısı kadar saat sonra yaşayacağım demektir. Yaşamayı nasıl özledim bilsen." Bir başka satırda sanatta aslolanı özetliyor: "İyi bir terzi her zaman iyi giyimler diker. Onun diktiği her giyim; iyidir, güzeldir. Ama kumaş da çok güzel olursa, o giyim, 'en güzel' olur. Diyeceğim şu: Aslolan terziliktir. İyi terzi olmaya bak, çocuk. Gerisi kolay." Derken yine aşk ağır basıyor: "Gerçekten bir delilik bu aşk. Evet, zilzurna âşığım sana. Kim ne der? Sen bile? Aşk işte bu. Aşkı duyuyorum içimde. Kendimi duyuyorum içimde. Tanrılığımı duyuyorum çocuk! Ama anlatamıyorum. Anlatamam da."  Mütevazı yanı o yıllarda da onunla: "Sanatın büyüklüğünde kendimi çocuk görmek daha bir kurtarıyor beni, daha bir sevince kapılıyorum. Sanatı daha bir seviyorum o zaman."
 
Yine çok şey öğrendim Erdal Öz'den. Üstüne üstlük, çıkıp geldi sanki. Bir kitap boyu sohbet ettik. Onu da, kalemini de ne çok özlemişim... Onu özleyenler, meselesi edebiyat olanlar için hediye gibi bu kitap...