Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Emile Zola Soma’yı görseydi...

Emile Zola Soma’yı görseydi...

19 Mayıs 2014 - 10:05
Kasabanın eskilerinden biri... 58 yaşında. 8’inde girmiş madene, yarım asır sonra çıkmış. Boğazında kömür kokulu sert bir öksürük. Tam üç kez ölümden dönmüş
Bir maden kasabası... İçlerinde esnaf olanlar yok değil ama halkın en önemli geçim kaynağı madencilik. Yokluk o kadar ağır ki, yerin yüzlerce metre altında iş bulan seviniyor. Hayatları çok zor. Yaşam şartları giderek kötüleşiyor. Borç gırtlakta. Her gün sabahın 4’ünden öğleden sonra 3’e kadar, “Lamba madencinin güneşi demektir” diyerek alıp ışıklarını yanlarına yerin 554 metre derinliğine inip çalışıyorlar. Kömürler kazınıyor, taşınıyor. Sözümona işletmenin sahibi makineler de alıyor zaman zaman ama asıl yük onların kollarında... Göçük tehlikesi hep akıllarında. Ölüme karşı inanılmaz bir metanetleri var, kabullenmişlikleri: “Birileri ocağa indiği sürece, ölümler de sürecek”.
 
Bütün bu koşullara rağmen, hayat pahalılığına direnemeyen maaşlar alıyorlar ki bunlar da çeşitli bahaneler öne sürülerek kesintiye uğruyor; bir gün hastalanıp işe gelmeseler, yevmiyeden düşülüyor. Birileri sürekli olarak onlara daha az para vermenin yollarını arıyor. Masraflar kısılıyor, işçi sürekli kemer sıkıyor. Hepsinin dilinde aynı cümle: “Elden ne gelir, çalışmak zorundayız.”
 
Sürüp giden ekmek kavgası
 
Kasabanın eskilerinden biri... 58 yaşında. 8’inde girmiş madene, yarım asır sonra çıkmış. Boğazında kömür kokulu sert bir öksürük. Tam üç kez ölümden dönmüş. İlkinde yaralı halde kuyudan çekiyorlar. İkincisinde her yanı toprakla doluyor. Üçüncüde su basan madende, karnı ‘kurbağa’ gibi şişiyor. 10 kişilik bir ailenin en yaşlısı o. İstekleri o kadar mütevazı ki ailenin, insan utanıyor; biraz ekmek... Evin büyük kızının en büyük hayali, 40-50 cm’lik bir kırmızı kurdeleye sahip olmak misal.
 
Kasabadaki ailelerin durumu üç aşağı beş yukarı aynı. Yalnız yok halleriyle birbirlerine sahip çıkıyor, koruyup kolluyorlar, madenci geleneğine uygun şekilde. Kadınların durumu da işçilerinki kadar zor. Evde kaynayacak tencere onların ellerine bakar; her birinin bir veresiye defteri var bakkalda. Kalemleri arasında patates, yine ekmek... Bir yanda da kör karanlıkta işe yolladıkları kocalarının, çocuklarının başına bir şey gelecek korkusu...
 
Maden ocağının çevresinde görüntü fena... Sefil barakalar... Genç denecek yaşta babadan, atadan kalma bu mesleğe atılarak, kömür karasını kuşaktan kuşağa sürdüren işçiler... Ağır çalışma koşulları nedeniyle erkenden yaşlanan... Öğle yemeğini evde getiren... Açlık sınırına yakın yaşayan, üç kuruşla ev geçindirmeye çalışan... Borca borç ekleyerek... Bu arada sık sık yaşanan kazalar, ölümler... Sürüp giden bir ekmek kavgası, ölümle tutuşulmuş...
 
2014 Soma.
 
Emile Zola ne düşünürdü?
 
Burası Soma değil. Emile Zola’nın işçi literatürünün en önemli eseri olan ve maden işçilerinin yaşama koşullarını sembolize eden ‘Germinal’deki Fransız maden kasabası Montsou. Sözünü ettiğim insanlar da romanın karakterleri. Tarih ise 1860’lı yıllar. Zola kitabı yazmak için kuzey Fransa’da bulunan, Valenciennes kömür havzasında uzun süre incelemeler yapmış. Madenci ve mühendislerle maden ocağına inmiş, gördüklerini kaydetmiş. Ayrıca sendika toplantılarına katılmış, bölgedeki evleri ziyaret edip madencilerin yaşama koşullarını gözlemlemiş ve öyle yazmış romanını.
 
Bundan tam 154 yıl önceyi anlatıyor ‘Germinal’. 154 yıl sonraki Soma’nın bir benzerini... Hatta maden faciasının ardından Soma’da yaşananlar, bu vesileyle öğrendiğimiz insan hikâyeleri gösterdi ki Soma’nın durumu Montsou kasabasıyla karşılaştırılamayacak kadar ağır. Zola Soma’da olanları görseydi ne düşünürdü?
 
Edebiyatın öngörüsü tartışılmaz. Büyük yazarların insanı okumadaki ustalıkları... Ama el insaf. Aradan 154 yıl geçmiş. Hiç mi değişmez maden işçisinin kaderi? Ülke Fransa değil, Türkiye; kasaba Soma olunca...