Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Bir “Yuva”nız olsun
Bir “Yuva”nız olsun
19 Mart 2023 - 12:03.
Yuva kurmak neden ‘evlenmek’ anlamına gelir acaba? Yuva, kurulabilir bir kavram ve bunun için evlilik bağına gerek var mı gerçekten? İçine girdiğimiz herhangi bir ev, dört duvardır. Onu biz yuva yaparız. Peki yuva nasıl yapılır? Bunu anlatan şahane bir kitap okudum bu hafta: 1970 doğumlu Alman yazar Judith Hermann’ın Sia Kitap’tan çıkan romanı “Yuva”.
Kitabın kahramanı 47 yaşında bir kadın. Adını roman boyunca öğrenemiyoruz. 17 yaşından başlıyor hikâyesini anlatmaya. Bir sigara fabrikasında çalıştığı günler. Rutin mesaisini tamamlayıp evine döndüğünde balkonuna çıkıp etrafı seyretmeyi seviyor. Akşam belli bir saatte karşısındaki benzinciye gidip dondurma almak gibi bir alışkanlığı var. O saatlerden birinde benzincide bir sihirbazla tanışıyor. Sihirbaz ondan ‘kutunun içinde testereyle kesilen kız’ numarasında ona eşlik etmesini istiyor. Eğer kabul ederse, sihirbaz, karısı ve o birlikte gemiyle Singapur’a gidecekler. Birlikte gösteriler yapacaklar. Mevcut işinden daha renkli… Kararını vermiş, eşyalarını toplamışken son anda vazgeçiyor gitmekten. Otis isminde bir gençle evleniyor. Ama işte yuvasını kuramıyor. Mutsuz bir evlilik, mutsuz bir kadın, soğuk, sıkıcı ve biteviye akıp giden bir yaşam. E hani evlenmek yuva kurmak demekti?
Gel zaman git zaman, kızı dünyayı gezmek için evden ayrılınca, dünyanın sonunun yaklaştığına inanan kocasını terk edip Kuzey Almanya’da bir köyde bar işleten abisinin yanına yerleşiyor. Gerçek roman zamanı da bu başlangıç üzerinden ilerliyor.
Dişi bir kalemi var
Küçük, harap bir evde yaşamaya başlıyor. Gündüzleri abisinin barında çalışıyor. Abisinin, kızı yaşındaki genç ve sorunlu sevgilisi Nike giriyor hayatına. Kısa süre sonra yaşadığı yerdeki tek komşusu olan Mimi ile tanışıyor. Ardından Mimi’nin abisi Arild ile. Onların anne ve babasıyla. Çevresi, tıpkı kendisi gibi geçmişleriyle yeni bir başlangıç yapmak arasında sıkışıp kalmış bu insanlarla çevriliyor. Başlangıçta biraz mesafeli davransa da zaman içinde kurduğu dostluklar ilerliyor. Arild ile birlikte olmaya başlıyor. Ara sıra eski kocasına yeni yaşamını anlattığı mektuplar yazıyor. Gittiği yerlerin koordinatlarını göndermekle yetinen kızıyla görüntülü telefon konuşmaları yapıyor. Sürprizsiz, sade ama içtenlik dolu bir hayat. İçine girdiği dört duvar, yavaş yavaş yuvaya dönüşüyor. Mimi ile tatlı sohbetlerine ev sahipliği yapıyor. Arild geliyor sık sık. Abisi defalarca kendisinin evinde kalmasını teklif ediyor ama o koşarak kendi evine gidiyor. Başlangıçtaki kasvetli evin bir yuvaya dönüşünü izliyoruz. Hepsi bu kadar mı? Hayır. Karakter analizleri müthiş. Nike’nin hüzünlü hikâyesi. Abisinin saplantılı aşkı. Arild’in evinin bahçesine kurduğu sansar kapanına dikkatinizi çekmek isterim. Hikâyenin omurgasını bu kapan belirliyor ve müthiş vurucu bir sona imza atıyor.
Romanın konusu özetle böyle. Ama asıl önemli olan Judith Hermann’ın atmosfer yaratmadaki başarısı. Öyle bir betimleme ustası ki kendisi, anlattığı her bir ‘an’ın içine giriveriyoruz kolaylıkla. Bütün sahneler gözümüzün önünde canlanıyor. Bir anda romanın dünyasına dahil ediyor okuru. İçinden çıkmak istemiyoruz. Hep anlatsa Judith Hermann ve biz hep dinlesek. Öyle huzurlu, öyle sarıp sarmalayan bir dil. İncelikli, su gibi akan. Dişi bir kalemi var Hermann’ın. Doğurgan cümleleri. Benzersiz tasvirleri. Tam bu noktada güzel çevirisiyle Anıl Alacaoğlu’nun hakkını teslim etmek isterim.
Özetle, Judith Hermann’ın “Yuva”sı, kitapları da kendine yuva sayan okurlar için kütüphanelerinin en özel köşesini hak ediyor. Bazı romanlar sadece güzel olmakla kalmaz, iyi de gelir insana, huzur verir. “Yuva” onlardan biri. Kahve içimlerine eşlik edecek sıcacık bir roman. Hayatın sertliklerine karşı kuvvetli bir kalkan. Okumanızı çok isterim. Bir “Yuva”nız olmasını. Hele de bugünlerde…