Bir sınıf mesafesi
Çocuklar, ergenliğe doğru adım attıklarında annelerini ve babalarını beğenmemeye başlar. Eğitimsiz bulur, eğitimli de olsa misal konuştuğu İngilizcenin aksanını beğenmez, bazen içine doğduğu sınıfla, okulda arkadaş çevresinin yaşadığı sınıf arasındaki çatışmanın ortasında kalıp gene ailesini eleştirir, bazen babasının giyinme tarzını bazen annesinin şivesini… Liste uzayıp gider. Yaşla birlikte, hayatı sökmeye başladıkça, hesaplaşmalara girer, anlamaya anlamlandırmaya başlar ailesini. Bu hem bir rahatlama hem de suçluluk duygusuna yol açar.
İşte bu hesaplaşmanın edebiyattaki en güzel örneklerinden biri olan, Fransız edebiyatının otobiyografik romanlarıyla bilinen yazarı Annie Ernaux’nun, çevirisini Siren İdemen’in yaptığı kitabı “Babamın Yeri” Can Yayınları’ndan yeniden yayımlandı geçen hafta.
Ernaux, öğretmenlik sınavlarını verdikten iki ay sonra 67 yaşındaki babasını kaybeder. İşçi kökenli olan annesi ve babası Seine-Martime bölgesindeki Y. yakınlarında sakin bir muhitte bir kafe bakkal işletmektedir. Baba bir yıl sonra işi bırakıp emekliye ayrılma niyetindedir ama işte hayat, bu hayalini gerçekleştiremeden veda eder. Babanın cenazesi, büyük bir özenle hiçbir ayrıntı atlanmadan kaldırılır. Ernaux cenaze dönüşü, trende oğluyla birlikte yolculuk ederken, oğlunun ses çıkarmaması için sarf ettiği çabaya bakar. Birinci sınıfta yolculuk etmektedirler ve bu sınıfın yolcuları çocuk sesinden rahatsız olan bir topluluktur. Ernaux da bunu çok önemser. Ve o an birden “Tam burjuva olmuşum” diye düşünür. Hayret içinde kalır ve yazın ilk görev yerini beklerken şu kararı alır: “Bütün bunları izah etmem gerekecek. Yani babamı, hayatını ve onunla arama ergenlik çağında giren bu mesafeyi kaleme almalıyım. Bir sınıf mesafesi…” Ve yazmaya başlar. İşçi babasının küçük esnaflığa geçişini, bu süreçlerdeki toplumsal konumunu ve kendisiyle ilişkisini izleyen, babasının romanın başkahramanı olduğu bir kitaptır yazdığı. Giriştiği, öyle dokunaklı bir üslubu tercih etmediği, soğukkanlı ifadeler kullandığı bir sınıf yazısıdır, babası üzerinden anlatılan. Bu kişisel sınıf hikâyesini evrensel bir hikâyeye dönüştürür Ernaux, dünyanın her yerindeki insanların yaşadığı.
Babasını şu sözlerle tanımlar yazar: “Hayatında bir müzeye adımını atmışlığı yoktu, Paris-Normandie’den başka bir şey okumaz, yemek yerken Opinel marka çakısını kullanırdı. Eski işçiydi. Küçük bir esnaf olmuştu. Okul sayesinde kızının kendisinden daha iyi durumda olacağını umut ediyordu.” Ama öte yandan kızının ilgi alanlarıyla kendisininki arasında uçurum vardır. Ernaux’ya sık sık “Kitaplar, müzik senin için iyi şeyler. Benim yaşamak için onlara ihtiyacım yok.” Aralarındaki mesafeyi en iyi özetleyen cümle de bu olsa gerek. Sen git kendini kurtar ama benim hayatıma karışma. Bu da ortak bir dil geliştirmenin, ortak anılar oluşturmanın, iyi bir iletişim dili kurmanın önünü kapatır.
Bir yandan da Ernaux için babanın köylülüğünü gizleme çabası vardır. Kullandığı kelimeleri şehirli aksanıyla kullanma gayreti. Eve banyo girdiği halde babasının hâlâ mutfakta elini yüzünü yıkamasından duyduğu utanç. Öğretmenlik eğitimiyle birlikte taşındığı yeni kentte, bu sınıfsal ve kültürel farklardan yavaş yavaş sıyrılır Ernaux. Bu durumun baba cephesindeki yansımasına gelince: “Belki de en büyük gururu, hayatta varoluşunun sebebi, onu hor gören dünyaya ait olmamdı”.
İşte bu sürecin hikâyesi “Babamın Yeri”. Annie Ernaux’nun ifadesiyle, içine girdiği burjuva ve kültürlü dünyanın eşiğinde bırakmak zorunda kaldığı mirası gün ışığına çıkarma işi. Görülecek hesap kalmadığında rahatlar insan. Bu hesaplaşmaya niyet edenleri de rahatlatacak, anne ve babalarının hayattaki yerini sorgulamalarına vesile muhteşem bir kitap.