Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Bir şarkının peşinde...
Bir şarkının peşinde...
08 Aralık 2014 - 09:12 | Feyyaz Duman ve Zübeyde Ronahi, "Annemin Şarkısı"nın başrollerinde.‘Annemin Şarkısı’, Kürt köylerinden birinden İstanbul'a göç edip Tarlabaşı'nda yaşayan, oradan da kentsel dönüşüm yüzünden toplu konutlara çıkmak zorunda kalan bir anne-oğulun naif hikâyesi
Bu yılın bol ödüllü filmlerinden biri de Erol Mintaş’ın yönettiği, başrollerini Feyyaz Duman ve Zübeyde Ronahi’nin paylaştığı ‘Annemin Şarkısı’ydı. Ronahi, Nigar anne karakteriyle Malatya Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü aldı. Daha önce hiç sinema deneyimi yoktu üstelik. Filmde Ali’yi oynayan Feyyaz Duman, Antalya Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü ‘İtirazım Var’daki Serkan Keskin’le paylaştı. Saraybosna Film Festivali’nde ise tek başına aynı ödülün sahibi oldu. Film bunların yanı sıra Malatya’dan En İyi Senaryo ve SİYAD ödüllerini de kazandı. Antalya, filmde tek bir sahnesi olan Aziz Çapkurt’u En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu seçti; yılın En İyi İlk Filmi ödülünü de yine ‘Annemin Şarkısı’na verdi. Yönetmen Erol Mintaş ise Saraybosna’da En İyi Film Ödülü’nü Bela Tarr’ın elinden aldı.
Naif bir hikâye
İki hafta önce vizyona girdi ‘Annemin Şarkısı’. Naif bir anne-oğul hikâyesi. Nigar anne ile oğlu Ali, 90’lı yıllarda yakılıp yıkılan, boşaltılan Kürt köylerinden birinden İstanbul’a göç edip Tarlabaşı’nda yaşamaya başlıyorlar. Kentsel dönüşüm projesinin uygulamaya girmesiyle, buradan da ayrılmak, toplu konutlardan birine taşınmak zorunda kalıyorlar. Bu değişiklik Tarlabaşı’nda onlarla aynı kaderi paylaşan akraba ve yakınlarıyla bir düzen kurmuş olan Nigar anneyi etkiliyor en çok. Mahalle kültürünün olmadığı, yüksek katlı beton blokların arasında sıkışıp kalıyor. Bazen pencerenin ardından gördüğü kasvete yakıp sigarasını, ağır ağır üflüyor dumanını... İnce ince kestiği yufkaları mutfağında ipe dizip kurutuyor... Tesbihi elinden düşmüyor, duası dilinden. Ah bir dönebilse köyüne... Günlük falını takip ediyor düzenli; kısa yazıyorlar diye de bozuluyor. Beyaz tülbendinin çevrelediği yaşlı yüzüne her gün bir hüzünlü çizgi daha ekleniyor sanki... Ne yaparsa yapsın oyalayamıyor kendisini. İlkokul öğretmeni olan, aynı zamanda öyküler de yazan oğlu Ali, elinden geldiğince mutlu etmeye çalışıyor onu. Her gün yeniden karar veriyor köyüne dönmeye Nigar anne, resimler indiriliyor duvardan, eşyalar toplanıyor ve derken her gün oğlu tarafından ikna ediliyor kalmaya; gidecekleri bir köy olmadığına.
Bu süreçte annenin en büyük arzusu, rüyalarında şarkısını dinlediği dengbejin kasetini bulmak. Ali, İstanbul’un altını üstüne getiriyor ama o dengbeji tanımıyor kimseler. Annenin canı sıkılmasın diye, bütün hayatını ona göre programlayan Ali, ne sevgilisine doğru düzgün zaman ayırabiliyor ne kendisine... Annesiyle birlikte peşine düştükleri şarkıyı bir bulabilse, ikisinin de hayatı değişecek sanki. Nigar’ın gurbeti bitecek, Ali bir derin nefes alacak o seste. Ama yok, yok, yok... Onun yokluğu annenin yalnızlığını günden güne koyulaştırıyor, sağlığından ediyor. Bulunduğu yere ait hissedememenin acısı ve öfkesiyle hem kendini hem oğlunu yiyip bitiriyor.
Kararında bir tatla anlatıyor
Kürt meselesinin metropollerde yaşanan aidiyet temelli uzantısını eksiksiz, fazlasız, abartmadan, hafife almadan, kararında bir tatla anlatıyor ‘Annemin Şarkısı’. Genç kuşağın metropolle kurduğu ilişkiyle, önceki kuşağın travmatik ilişkisi arasındaki farkı hiçbir didaktik unsur kullanmadan bütün çarpıcılığıyla yansıtıyor. Öte yandan Kürtlerin tek derdinin kimlik olmadığını, onların da diğer Türkiye halkları gibi, filmde kentsel dönüşümle anlatılan ortak dertlerden yakındığını gösteriyor.
Velhasıl seyrettikten sonra onca ödül alışına hiç şaşmayacağınız, yeni şeyler söyleyen bir film ‘Annemin Şarkısı’...