Bir ozanın tarihçesi
Kendi diktiği elbisesi, rujla yetindiği makyajı, olanca doğallığı ve zamana meydan okuyan sesiyle bir kadın çarşamba gecesi Kuruçeşme Arena’da şarkılarını söyledi Boğaz’a karşı. Büyük bir seyirci korosu eşliğinde, gemiler geçerken sessizce: Nazan Öncel!
Her biri hit olmuş, 30 yılın altın imbiğinden değerleri katlanarak süzülen şarkıları vardı repertuvarında. Bir ozanın tarihçesini oluşturan. Kendine yaslandığı için hep dik durmuş, kadın olma bilgisini oya gibi işlemiş, hayata meydan okumaktan korkmamış. “O da mı yalan, bu da mı yalan, kötü bir rüya gördüm o zaman” diyerek başlıyor konserine. İlişki zayiatı içinde uyandığımız kötü rüyalar sonrası teselli bulduğumuz şarkısıyla. Bize kendimiz olmayı öğütleyen. Ardından cesaretle sevme hadisesine geçiyor: “Şeytan diyor ki tövbeler etmeli / Uğrunda 100 kere 1000 kere ölmeli / Cehennemde bile zulmetsen de / Yok yok / Bir seni sevmeli”. Öyle kenarından kıyısından sevmek değil yani. O şeytanı kaç kere dinledik, Nazan Öncel’den aldığımız cesaretle? Pişman mıyız? Ben değilim.
‘Benim adım kadındır’
İlişki başladı safhası. Seviyor sevmiyor falları, aradı aramadı içerikli kalp çarpıntıları. Derken çıkagelmesi ansızın sevgilinin: “Çok pis özlemişim zaten / Tam içim kararmışken / Ruhsuz ruhsuz dolaşırken / Günüme can kattı resmen”. Tatlı kinayeler, az şekerli bir naz. Ve sıradaki şarkı “Sokak Kızı”. Ev kızı olmanın yüceltildiği bir kültürde, oyuncağı olmamış, uçurtmasını uçuramamış, çocukluktan nasibini almamış, özgürlüğü uğruna abisinden dayak yemiş, hayatı sokakta öğrenmiş kızların destanı: “Ekmek çaldım fırından / Katık buldum çöplükten / Polis koştu peşimden / Hırsız polis oynadım / Ben sokak kızıyım / Bana iyi davranmayın”.
Aşkla yanmayı kadınlara kodlayan erkeklerin ipliğini pazara çıkaran şarkıda sıra: “Erkekler de yanar /Hem de nasıl yanar/ Yanmak çözüm değil / Bizi nikah paklar”. Nitekim erkek seyirciye uzatıyor mikrofonu; hep bir ağızdan ciğerleri sökülerek nakaratı tekrarlıyor ben-i adem.
30 yıl boyunca insanın her hâlini, sazının tellerinden söküp şarkı yapan ozan “İmdat” diyor sıradaki şarkıda. Kadını malı sayan, yiyecekmiş gibi bakan, bedenini baltayla parçalayıp bavullara tıkan ‘soysuz’lara ah ediyor. Coğrafyanın kadın kaderine gönül koyarak. “İmdat korkuyorum anne” çığlıkları atan Münevver Karabulut’lara, Özgecan Aslan’lara, Ece Çiçek’lere seslenip “Affetsinler, koruyamadık onları” diyor. Ve ekliyor: “Benim adım kadındır / Çiçek senin babandır / Benim adım insandır / Yaşamak hakkımdır”. Seyirci ayakta artık. Alkış kıyamet! Sonra “Gidelim buralardan” çağrısı yapıyor Nazan Öncel. Hayatın sertliklerine dayanamadığımız anlara gönderme. “Annesinin birtanesini kimseler üzmesin” duasıyla. “Peki o zaman öyle olsun / Kırılan kalbim olsun”. Ses vermeyen sevgiliye ‘kabul’ün gücüyle yollanan kırık bir selam. Ya kabullenemiyorsak? O zaman da “Bu havada gidilmez / Güneşli günde gidilmez / Bu baharda gidilmez / Yağmurlarda gidilmez” diyerek mevsimlere sığınma naifliği. Özeti: “Aslında hiç gidilmez”.
‘Gitme kal bu şehirde’
Düşünüyorum, 30 yıldır dilimizden düşürmediğimiz şarkılar bunlar. Ezbere bildiğimiz, şifa gördüğümüz. Zamanında acısını şarkılara dökerek sağaltan ozan şimdi “Hamdım, piştim, yandım” olgunluğunda başka türlü bir güzellikte söylüyor şarkılarını. Her dönemin başına buyruk, özgürlüğünden taviz vermeyen, şefkati de küfrü de esirgemeyen o çılgın Nazan Öncel’ine bu yaşları ne çok yakışmış. Onun sesinden dersini ezber eden öğrencileriyiz biz. Yarın yine unutacak olsak da.
Konser, neşe içinde, zaman zaman hüzünlensek de içimize ağırlık çökmeden, “koyverip gitme” hâlinin uçuş uçuşluğunda devam ediyor. Börekler açma vaadiyle sevgiliye sesleniyoruz. Dillere düşüyoruz. “Dağılsın kalbin/ Öl hatta orda / Lanetler yağdır / Beni hatırla” diye beddua ediyoruz. Anlamadan, dinlemeden gidenlere “Nereye böyle?” diye soruyoruz. Avazımız çıktığı kadar bağırıyoruz: “Gitme kal bu şehirde!” Hiç utanmıyoruz! Ve en sonunda “Hay hay” diyerek hayatı kutsuyoruz.
Bir buçuk saat hiç ara vermeden süren konserin sonunda ışıklar içindeki gerdanıyla köprü, denizden sessizce geçen gemiler ve biz ayakta, büyük bir sevgi ve hayatımıza kattığı güzelliklere minnetle uğurluyoruz ozanı kulise. İstanbul saygıyla eğiliyor önünde.