Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Bir kahve içimi
11 Kasım 2012 - 07:11
Adalet Ağaoğlu'nun 65. edebiyat yılı, "Islah Evi" ve "Sıfır Tolerans" - İstanbul'da bir sanat haftasına bakış...Ölümsüzlüğe yatmak

Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Hall’da Adalet Ağaoğlu'nun yazarlığının 65. yılını kutlamak üzere toplandı yakın dostları. Dışarıda ayaz, içeride ev sıcağı vardı. Ortada bembeyaz, toraman bir kedi, kahverengi kuyruklu… Evde gibiydik gerçekten, Adalet Ağaoğlu’nun salonunda.

İlk konuşmayı, bütün kütüphanesini ve kitaplarının telif haklarını bağışladığı Boğaziçi Üniversitesi’nin Rektörü Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu yaptı. Bir kadın olarak da Ağaoğlu’nu örnek aldığını ve yazarın kadın özgürlüğü konusundaki “yakınmakla olmaz, gerektiğinde yakıp yıkacaksın” sözünü şiar edindiğini söyledi Rektör. Ağaoğlu gözyaşlarıı içinde dinledi Barbarosoğlu’nun konuşmasını. “Bize önderlik ettiğin yaşama sanatı adına sana minnet duyuyorum” dedi bir arkadaşı, kürsüye çıkıp. “Duvarların geniş olsun diye imzalamıştınız kitabınızı, evliliğimde duvarlarım dar oldu ama sayenizde yıktım attım” dedi bir okuru…

Mikrofonu bırakan yanına koştu, o her birini kucakladı.
Daha sonra, salonun ortasına uzanmış, bütün konuşmaları dikkatle dinleyen Boğaziçili kedinin yanından geçip kürüsüye geldi Adalet Ağaoğlu. Parliament mavisi çiçekli dantel bluzu hırkası, siyahlar içinde; hafif makyajı, 'ak'ın çok yakıştığı saçları, olanca zarafetiyle bir edebiyat kraliçesi gibiydi. “Bilgisayarda yazdım hem de…” dediği metnini okudu. Kendini ağır bir hastalıktan kalkmış biri gibi hissettiğini söyledi, Boğaziçi Üniversitesi’nin jestiyle ilgili. Yazarların yaşlandıkça şefkate duydukları ihtiyacın arttığını ifade etti. O an yanağı okşanan bir çocuğun duyguları içinde olduğunu… Vefanın anlamını fısıl fısıl işittiğini… Okurlarına olan borcunu hala ödemeyemediğini... Şefkat ve vefa kavramlarıyla ilgili kendimize dönüp baktıran bir konuşmaydı. Ve son olarak “Tedirginim… En iyisi burada susayım” dedi.

Sustuğu doğru değildi aslında, görünen ölümsüzlüğe yattığıydı. Bütün sesiyle, harfleriyle… Ve çoktan...

Didem Balçın, Kenan Ece ve Mustafa Üstündağ,
Garajistanbul'da sahnelenen "Islah Evi"nde.
Bu çamurun izi kalmalı!

Yeni bir tiyatromuz daha oldu: Çamur'dan Tiyatro. Grup, Engin Alkan Garajistanbul sahnesinde, Norman Lock’un Türkiye’de ilk kez görülecek oyunu “Islah Evi”ni sahneledi 5 Kasım'da. Oyunla ilgili çıkan ilk haberlerin 'sekiz adet öpüşme sahnesi' olmasındaki vahameti bir yana koyarsak, "Islah Evi" dış dünyada yaşanan şiddeti, konforlu kafeslerimizde ‘normalleştirmemiz’e ve eylemsizlik halimize sıkı bir eleştiri getiriyor. Bunu gerilimli bir komedi üzerinden yapan oyun, yegane tepki üslerimiz Facebook ve Twitter’daki aktivistliğimizi de ti’ye alıyor. Karısı, bir ilaç firmasının pazarladığı yeni bir antidepresan nedeniyle ölen Steve (Kenan Ece), bu ölümün faillerinden saydığı Carl (Mustafa Üstündağ) ve karısı Marion’a (Didem Balçın), zekice kurguladığı bir plan dahilinde ‘hayatlarını görme / arınma/ıslah olma’ şansı veriyor. Ve bize de tabii…

Oyun günleri: 12 Kasım 2012, 20:30 19 Kasım 2012, 20.30 26 Kasım 2012, 20.30

Resim defterlerinin kaderi

Yıl 1996. Diyarbakır-Silvan’da sınıf öğretmenliği yapıyorum. Derslerden biri de resim-iş malum… Serbest çalışmayla başlıyorum ilk gün, içinizden ne geliyorsa onu yapın diyorum. Dersin sonuna doğru defterlerde gördüklerim dehşet verici… Tanklar yürüyor beyaz kağıtlarda, savaş uçakları uçuyor, cenazeler, ağıt yakan kadınlar… Ben o defterlere gelincikler ekip, On Gözlü Köprü'nün altındaki sulardan akıtmaya çalışırken, İdil - Şırnak doğumlu yaşıtım Şener Özmen, Çukurova Üniversitesi’nde resim - iş öğretmenliği yapıyor; haberim yok. İleride olacak; ben gazeteciliğe, o güncel sanata döndüreceğiz rotamızı ve o tarihlerde buluşamayan iki öğretmen olarak yollarımız aynı dergide kesişecek. (Özmen’le ilk röportaj, 2001’de Milliyet Sanat dergisinde, Ayşegül Sönmez imzasıyla çıkmıştı.)

Özmen'in "Sıfır Tolerans" sergisinden, "Optik Propaganda".


Özmen’in Pilot Galeri’de açılan “Sıfır Tolerans” adlı yeni sergisinin girişindeki 2012 tarihli videosu “Sanatçı Aslında Ne İster”i gördüğümde on altı yıldır aklımdan çıkmayan o resim defterlerini hatırladım. Özmen bu videoda Diyarbakır merkezde, evine yakın bir arazide, sararmış otlar, dikenli bitkiler arasında aşağı, yukarı, sağa sola doğru söylene söylene yürüyor. Söylediği hiçbir şeyi duymuyoruz; zira, fonda art arda havalanan savaş uçaklarının gürültüsü var. Ki bu sesler video için üretilmemiş, gerçek sesler. Biraz dikkatli bir dudak okumayla fark ediyorsunuz ki “Sizce bulunduğum noktadan dünya sanatını etkilemem mümkün mü?” sorusunu tekrarlıyor sanatçı. Peki ya resim defterleri ne olacak? Sizce?

"Sıfır Tolerans" sergisi, Pilot Galeri'de 29 Aralık'a kadar görülebilir.