Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Barış için sol anahtarı
17 Şubat 2013 - 07:02
Suzan Kardeş'in kurulmasına önayak olduğu "100 Yıl Şarkıları" kolektifi, Balkan müziğini ve "ikidilli" şarkılarını keşfettiriyor
Konserin sonunda “Hikayemizi sevdiyseniz herkese anlatın,” diyor Suzan Kardeş. Hikayeleri şöyle: Suzan Kardeş, Gayda İstanbul topluluğundan Fehmiye Çelik ile Ayhan Akkaya ve Engin Gürkey biraraya gelip “100 Yıl Şarkıları” adlı bir konser/ albüm projesi hazırlıyorlar. Amaç, 1902-1903 Balkan Savaşı’nın 100. yılında “kültürel ve sosyal benzerlikleri vurgulayarak, Balkanlar’da kalıcı bir barış ortamı için ortak bir sanatsal dil geliştirme sürecine katkıda bulunmak”.

Bu projeyi Kültür Bakanlığı’na sunuyorlar; eğer destek gelirse bütün Balkanlar’ı dolaşıp konser verecekler. Hikayeleri uzun aslında. Daha Balkanlar’dan sanatçıları konuk alacaklar konserlerine. Albüm yapacaklar. Türkçe-Bulgarca, Türkçe-Rumca, Türkçe-Boşnakça, Türkçe-Arnavutça, Türkçe-Makedonca gibi ikidilli şarkıları gün ışığına çıkaracaklar.

Sevilmeyecek gibi bir hikaye değil ki… Ben bu hikayeyi, ilk konserlerinde dinledim. Gayda İstanbul ekibi, Suzan Kardeş ve Engin Gürkey iki saat sahnede kaldılar. Söyledikleri şarkılar, bir devrin hal-i pür melaliydi aslında. İçinde kara trenlerin katar katar kalktığı hüzünlü anları çoktu. Ama gam, kasavete boğmak da istememişlerdi bu çok özel hikayeyi: Balkanlar'ın halay çekmişliği, gülüp eğlenmişliği de vardı elbet; onları da yok saymamışlardı.
“Bitola moj roden kraj” dediler önce… Bitola, bugünkü Manastır’ın diğer adı ve orada milli marş gibi söyleniyormuş. Makedonca bilmeye gerek yok, müziğiyle bile geride bırakılmışlara ağıt olduğunu hissettiriyor. “Ah memleketim nasıl olur da sana elveda deyip ağlamam” derken Suzan Kardeş, savaş yıllarında yerinden yurdundan edilenlerin acısı sarıyor salonu.

“Sevdalinka” adlı aşk şarkıları geliyor sonra. "Benim çocukluğumda," diyor Kosova'dan göç eden Suzan Kardeş "Makedonca, Boşnakça, Arnavutça, Türkçe konuşurduk sokaklarda; bu dilleri birbirimize öğretirdik. Büyüdüğümüzde ailelerimiz, aşık oluruz diye bizi görüştürmezdi." Bu durum da yasak aşklar yaratmış çok sayıda. “Jovano, Jovanke” de bunlardan biri. Sevgiliye sesleniyor, onu salmayan anneye sitem ediliyor.
Atatürk de yad ediliyor konserde. Çok sevdiği “Selanik Türküsü”nü söylüyorlar: “Aman ölüm, zalim ölüm üç gün ara ver / Al başımdan bu sevdayı, götür yare ver”. Bir başka Rumeli türküsünde, bırakın Balkanlar’ı dünyanın her yerinde işe yarayacak bir mesaj veriyorlar: “Gidene bak gidene / Gidip de dönmeyene / Nasıl gönül vereyim / Kendini bilmeyene”. Trakya, Rumeli ve Balkan ezgilerinden oluşan konserin sonuna yaklaşıldığında “Osman Ağa” türküsüyle salon ayağa kalkıyor. Son birkaç yıldır düğünlerde moda olan “Damat Halayı” orijinal dilinde, Boşnakça söylendiğinde, bulundukları yerde halay çekmeye başlıyor dinleyiciler. Aslında herkes orada akraba, Balkanlar’dan göçeni, göçmeyeni… Çoklu kültürlerin bir arada yaşayabileceğinin en iyi örneklerinden biri olan Balkanlar’ın akraba kıldığı insanlarız biz.
Ben onların hikayesini çok sevdim, herkese anlatıyorum. Bu hikayeyi dinlemek için bgstorganizasyon@gmail.com'a mail atmanız yeterli. Henüz planlanmış konserleri yok ama siz isterseniz olacak.

"Gideceğimiz başka yer yok!"

Peki Balkanlar'da ne olmuştu? Bu soruya yanıt olacak birçok kitap var. Ama bir tanesi raflarda henüz yeni yerini aldı: "Rumeli'ye Elveda". Taha Akyol, geçen yıl televizyonda yayınlanan aynı adlı belgeselini zenginleştirerek kitaplaştırdı. 11 ay 21 gün süren Balkan Savaşı'nın sebep ve sonuçlarını, su gibi akan bir Türkçeyle ve bütün ayrıntılarıyla anlatan bu usta işi kitap da Taha Akyol'un 'barış'a katkısı. Onun da amacı bu tür savaşların tekrarlanmasına meydan verilmemesi gerektiğini hatırlatmak. "Nerelerden bugünlere geldik, hiç unutmayalım. Artık gideceğimiz başka yer yok" diyor Akyol. Mezalimin bininin bir para olduğu bu savaşın tarihini, açlıktan kırılan insanları, akılalmaz cinayetlerle öldürülenleri, toprakları işgal edilmiş savaş içindeki Osmanlı'nın yaşadıklarını okurken, Akyol'un kitabı hazırlamaktaki amacı ete kemiğe bürünüyor. Öte yandan, koskoca bir imparatorluğun iki haftada Balkanlar'ın büyük bölümünü nasıl kaybettiği, ordunun durumu, devlet ve siyaset adamlarının tutumu, toplumdaki bezginliğin sebepleri de Taha Akyol'un kitabında hiçbir ek soruya ihtiyaç kalmaksızın yanıtlanıyor. Daha da önemlisi, kitap, Balkan Savaşı'nın sonucu olarak ortaya çıkan Türk milliyetçiliğini de analiz ediyor ki, bu anlamda da çok önemli bir kaynak olduğu kesin.