Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | Asırlık bir ‘yüz’ olmak ister misiniz?

Asırlık bir ‘yüz’ olmak ister misiniz?

30 Temmuz 2014 - 10:07
Nebil Özgentürk'ün belgeselinde izlediğimiz 29 kişinin verdiği sırların ortak yanları da var, birbiriyle hiç ilgisi olmayanları da... Ama şu var ki, büyük bir çoğunluğu büyük şehirlerin hengâmesinden uzak yaşamış
Bu yıl mart ayında NTV’de ekrana gelmişti, Nebil Özgentürk’ün “Asırlık Yüzler Belgeseli”. Şimdi de Pfizer’ın desteğiyle DVD formatında, yanına eklenmiş bir kitapçıkla birlikte satışa sunuldu. Televizyonda yayınlanırken izleyememiştim belgeseli. Yeni çıkan DVD’si bu hafta elime geçti. Üstelik ilginç bir sohbetin ertesi günü. Arkadaşlarımla yemek yerken içlerinden biri 95 yaşında bir tanıdığından söz etti. Bütün işlerini kendisinin gördüğünden, arkadaş toplantıları öncesi mutfağa girip kek, kurabiye yaptığından, çok özlediğinde uçağa binip torunlarını görmeye farklı şehirlere gittiğinden. Enerjisine hayran kalmakla birlikte ikiye bölündük. Bir kısmımız ‘ben de 100 yaşımı görmek isterim’ diyordu, benim de içinde bulunduğum diğerlerimiz ise ‘o kadar uzun yaşamak sıkıcı olabilir, istemem’ görüşündeydik. Dediğim gibi, ertesi gün işe gittiğimde Özgentürk’ün belgeseliyle karşılaşınca hemen izlemeye koyuldum. Zira belgeselde yüz yaşını aşan insanların hikâyeleri anlatılıyordu ‘yüz yılın sağlığı, yüzyılın tanıklığı’ özelinde. Sahiden de nasıl bir şeydi bir asrı sağlıklı bir şekilde devirmek?
 
Üç darbe, iki dünya savaşı
 
DVD’de izlediğimiz 29 kişinin verdiği sırların ortak yanları da var, birbiriyle hiç ilgisi olmayanları da... Kimi ağzına et koymazken, kimi sofrasından iki öğün de eti eksik etmiyor misal. Ama şu var ki, büyük bir çoğunluğu büyük şehirlerin hengâmesinden uzak yaşamış. Et, süt, yumurta, sebze, meyve için organik pazar gezen bizler gibi değiller, her şeyin doğalını yemişler... Belgeseli izlerken bile yaşadıkları yerin mis gibi kokan havasını içine çekebiliyor insan. Doğanın içindeler, oksijenden yana zenginler. Kimini birlikte 70-75 yılı paylaştığı eşi hayata bağlamış, kimini barışık yaşadığı ‘sözümona’ yalnızlığı... Sözümona diyorum çünkü sevenleri çok. Çocuklar, torunlar, komşular, eş, dost, akrabayla çevrili etrafları. Her biri ayaklı birer tarih kitabı sonra. Üç darbe, iki dünya savaşı görmüşler, Osmanlı’nın son yıllarını, Cumhuriyet’in kuruluşunu... Öyle çok anıları var ki... İyisiyle, kötüsüyle. Yok öyle toz pembe hayatlar sürmemişler, eşinden, çocuğuna, arkadaşından, anne babasına yürek yakan bir sürü ölüm görmüşler bir kere... Yokluk, yoksulluk, savaşlar, depremler... Ama hemen hepsi iyi anıları hatırlamaktan yana. Bir diğer ortak özellikleri de sürekli hareket halinde olmaları, hâlâ zeytin toplayanlar var aralarında, toprağı ekip biçenler... Hareketleri her ne kadar kısıtlı olursa olsun asla öyle bir köşede oturmuyorlar.  Bir kişi hariç, hiçbirinin gitmeye niyeti yok. Aralarında daha bir 10-20 seneyi hedefleyenler de var, uygun bir kısmet çıkarsa evlenmeyi planlayanlar da...
 
Sıkılmaz mı insan?
 
Gördüğüm kadarıyla sıkılmıyorlar da... Müthiş bir tevekkül duygusu içindeler. 100 yaşını görmek isteyenleriniz varsa bu belgeseli mutlaka izlemeli. Büyük emek verilmiş, üzerinde çok çalışılmış, metinleri özenli bir üslupla yazılmış, görüntüler müthiş, binlerce kilometre yol gidilmiş.
 
Ama benim fikrim değişmedi. Özellikle 103 yaşındaki Hadiye İdil’i izledikten sonra... Reşat Nuri’nin öğrencisi olmuş ve hocasının Kınalı Yapıncak karakterine çok benzediği için bu isimle anılagelmiş. Artık görme yetisi çok zayıfladığından okuyamıyor. “Kitap okuyamadığım bir hayat istemiyorum... Ben artık gitmek istiyorum,” diyor. Koşamadığım, ip atlayamadığım, gönlümce yiyip içemediğim bir hayat değil, kitap okuyamadığım bir hayat... Sıkılmaz mı insan?
 
Yine de siz başka türlü düşünebilirsiniz. Asırlık bir ‘yüz’ olmak isteyip istemediğinize bu belgeseli izlemeden karar vermeyin derim.