Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | “Yüksek”e çıkmak
“Yüksek”e çıkmak
31 Mart 2013 - 10:03Ali Taylor’ın “Spillover” adlı oyunundan Tuğrul Tülek’in çevirip, uyarlayıp sahneye koyduğu “Yüksek”, bir anlatı tiyatrosu metni
Genç, sevimli, hayat dolu üç arkadaşlar. Kanları deli akan… Adları Baron, Pıt ve Çakı. Kendilerine “Panpalar” diyorlar. DOT’un sahnesinde, iki sıra yarım ay şeklinde oturan izleyicinin ortasında beliriyorlar birden. Ama o ne enerji... Aramızda dolaşarak, tek saniye düşmeyen bir tempoyla, gözlerimizin içine baka baka, kimi zaman kahkahaya boğarak, kimi zaman kanımızı dondurarak, anlatıyorlar. Anlatıyorlar diyorum, gerçekten de anlatıyorlar. Ali Taylor’ın “Spillover” adlı oyunundan Tuğrul Tülek’in çevirip, uyarlayıp sahneye koyduğu “Yüksek”, bir anlatı tiyatrosu metni zira. Dekor yok, kostüm yok. Beden dillerini konuşturuyor oyuncular ve gerçekten izleyeni hayran bırakan bir performans sahneliyorlar.
Anlattıkları hikaye, şiddet karşısında giderek paranoyaya dönüşen çaresizliğimizin hikayesi. Oyun bir cuma günü başlıyor. İstanbul’un kalbinin attığı İstiklal Caddesi’ndeki Mc Donalds’ta bizim Panpalar. Her cuma hayata giriş kapıları burası. Aynı okula giden, aynı takımı tutan, müzik zevkleri aynı olan bu üç kankayı bekliyor İstiklal Caddesi. Birden dışarıda garip bir şeyler olduğunu fark ediyorlar. Etraf polis kaynıyor. Derken bir patlama sesi duyuyorlar, onları yere düşürecek şiddette. Bir hengame başlıyor, insanlar sağa sola koşturuyor; herkes panik içinde.
Pıt, tam bu noktada bir yandan yazıp bir yandan oynadıkları hikayeyi değiştirmek istiyor. Bombadan vazgeçip, daha eğlenceli bir hikaye yazsak, diyor; Çakı ile Baron kabul etmiyorlar. Oyun boyunca hikayeyi değiştirme çabalarına birkaç kez tanık oluyoruz. Bazen biz de istemez miyiz bunu? Ama işte sonra olan olur, adım adım kontrolden çıkar ya her şey, oyunda da bu düzen değişmiyor.
Bombacıyı yakalama, vazgeçme, suçlanma, suçlu arama, korku, endişe, hedef olma, hedef seçme süreçleri içinde 1 saatin nasıl geçtiğini anlamıyoruz.
Oyunun en vurucu sözlerinden biri de Çakı’dan geliyor: “Herkes dövüşmek ister, dövüşmeyi, dövüş izlemeyi sever. (…) Dövüş olmadan değişemezsin. Değişmezsen anlatacak bir hikayen olmaz. Sabahları uyanamazsın. Şiddet olmasaydı, bizim bir hikayemiz olmazdı”.
Sözün özü; Mehmet Can Mincinozlu, Onur Öztay, Aykut Akdere’nin canlandırdıkları üç panpa bizi hayli “Yüksek”e çıkartıyorlar.
“Hafif, çok hafif bir komedi”
Almodovar´ın "Aklımı Oynatacağım” filmiyle başladı İstanbul Film Festivali. Tam da yönetmenin tarif ettiği gibi çıktı: “Hafif, çok hafif bir komedi". Almodovar, bu filmle ekonomik krizden bunalan İspanyollar’ı biraz gülümsetmek istemiş. Dediğini de yapmış.
Film, Peninsula Hava Yolları’nın Mexico City uçağında geçiyor. İniş takımlarının açılmadığı fark edilen uçak Toledo üzerinde daireler çizmeye başlıyor. Ölüm korkusuyla yüz yüze gelen yolcular en mahrem sırlarını ifşa ediyorlar sırayla. Karısını, host’lardan biriyle aldatan biseksüel pilottan, ilerlemiş yaşına rağmen hala bakire olmanın sıkıntısını yaşayan medyuma, kokpitten koridorlara akıllara eza günah çıkarmalar…
Düşmek üzere olan uçak bir metafor öte yandan; Almodovar’ın deyişiyle “ Çakılmanın eşiğindeki İspanya’da yaşananların bir metaforu”. Filmde ekonomi sınıfı yolcular, tehlike başladığı andan itibaren uyutulurken, business class, meskalinle rahatlatılıyor. “Şu anda bütün bir sosyal sınıf narkoz ve ilaç etkisi altında olduğundan bir panik ortamı yaşanmıyor; bu arada yüksek sınıf, kendi ayrıcalıklarını korumak için akla gelen her şeyi yapıyor,” diyor yönetmen. Filmde, yaşanan tehlikeyi yolculardan saklamaya çalışan pilotlar üzerinden ülkenin siyasetçilerine göndermede bulunuyor. Mutlu sonla biten filmine rağmen İspanya için pek de müsterih görünmüyor: “Film bir komedi ve herkes kurtuluyor, ancak İspanya gerçeğinde nasıl bir çıkış yolu bulacağımızı, hatta bulup bulamayacağımızı bile bilmiyoruz.”
“Aklımı Oynatacağım” yer yer abartılı, biraz sulu bir komedi olmakla birlikte Almodovar Almodovar’dır. Festivalde izlenecek filmler listesine alınabilir.
Genç, sevimli, hayat dolu üç arkadaşlar. Kanları deli akan… Adları Baron, Pıt ve Çakı. Kendilerine “Panpalar” diyorlar. DOT’un sahnesinde, iki sıra yarım ay şeklinde oturan izleyicinin ortasında beliriyorlar birden. Ama o ne enerji... Aramızda dolaşarak, tek saniye düşmeyen bir tempoyla, gözlerimizin içine baka baka, kimi zaman kahkahaya boğarak, kimi zaman kanımızı dondurarak, anlatıyorlar. Anlatıyorlar diyorum, gerçekten de anlatıyorlar. Ali Taylor’ın “Spillover” adlı oyunundan Tuğrul Tülek’in çevirip, uyarlayıp sahneye koyduğu “Yüksek”, bir anlatı tiyatrosu metni zira. Dekor yok, kostüm yok. Beden dillerini konuşturuyor oyuncular ve gerçekten izleyeni hayran bırakan bir performans sahneliyorlar.
Anlattıkları hikaye, şiddet karşısında giderek paranoyaya dönüşen çaresizliğimizin hikayesi. Oyun bir cuma günü başlıyor. İstanbul’un kalbinin attığı İstiklal Caddesi’ndeki Mc Donalds’ta bizim Panpalar. Her cuma hayata giriş kapıları burası. Aynı okula giden, aynı takımı tutan, müzik zevkleri aynı olan bu üç kankayı bekliyor İstiklal Caddesi. Birden dışarıda garip bir şeyler olduğunu fark ediyorlar. Etraf polis kaynıyor. Derken bir patlama sesi duyuyorlar, onları yere düşürecek şiddette. Bir hengame başlıyor, insanlar sağa sola koşturuyor; herkes panik içinde.
Pıt, tam bu noktada bir yandan yazıp bir yandan oynadıkları hikayeyi değiştirmek istiyor. Bombadan vazgeçip, daha eğlenceli bir hikaye yazsak, diyor; Çakı ile Baron kabul etmiyorlar. Oyun boyunca hikayeyi değiştirme çabalarına birkaç kez tanık oluyoruz. Bazen biz de istemez miyiz bunu? Ama işte sonra olan olur, adım adım kontrolden çıkar ya her şey, oyunda da bu düzen değişmiyor.
Bombacıyı yakalama, vazgeçme, suçlanma, suçlu arama, korku, endişe, hedef olma, hedef seçme süreçleri içinde 1 saatin nasıl geçtiğini anlamıyoruz.
Oyunun en vurucu sözlerinden biri de Çakı’dan geliyor: “Herkes dövüşmek ister, dövüşmeyi, dövüş izlemeyi sever. (…) Dövüş olmadan değişemezsin. Değişmezsen anlatacak bir hikayen olmaz. Sabahları uyanamazsın. Şiddet olmasaydı, bizim bir hikayemiz olmazdı”.
Sözün özü; Mehmet Can Mincinozlu, Onur Öztay, Aykut Akdere’nin canlandırdıkları üç panpa bizi hayli “Yüksek”e çıkartıyorlar.
“Hafif, çok hafif bir komedi”
Almodovar´ın "Aklımı Oynatacağım” filmiyle başladı İstanbul Film Festivali. Tam da yönetmenin tarif ettiği gibi çıktı: “Hafif, çok hafif bir komedi". Almodovar, bu filmle ekonomik krizden bunalan İspanyollar’ı biraz gülümsetmek istemiş. Dediğini de yapmış.
Film, Peninsula Hava Yolları’nın Mexico City uçağında geçiyor. İniş takımlarının açılmadığı fark edilen uçak Toledo üzerinde daireler çizmeye başlıyor. Ölüm korkusuyla yüz yüze gelen yolcular en mahrem sırlarını ifşa ediyorlar sırayla. Karısını, host’lardan biriyle aldatan biseksüel pilottan, ilerlemiş yaşına rağmen hala bakire olmanın sıkıntısını yaşayan medyuma, kokpitten koridorlara akıllara eza günah çıkarmalar…
Düşmek üzere olan uçak bir metafor öte yandan; Almodovar’ın deyişiyle “ Çakılmanın eşiğindeki İspanya’da yaşananların bir metaforu”. Filmde ekonomi sınıfı yolcular, tehlike başladığı andan itibaren uyutulurken, business class, meskalinle rahatlatılıyor. “Şu anda bütün bir sosyal sınıf narkoz ve ilaç etkisi altında olduğundan bir panik ortamı yaşanmıyor; bu arada yüksek sınıf, kendi ayrıcalıklarını korumak için akla gelen her şeyi yapıyor,” diyor yönetmen. Filmde, yaşanan tehlikeyi yolculardan saklamaya çalışan pilotlar üzerinden ülkenin siyasetçilerine göndermede bulunuyor. Mutlu sonla biten filmine rağmen İspanya için pek de müsterih görünmüyor: “Film bir komedi ve herkes kurtuluyor, ancak İspanya gerçeğinde nasıl bir çıkış yolu bulacağımızı, hatta bulup bulamayacağımızı bile bilmiyoruz.”
“Aklımı Oynatacağım” yer yer abartılı, biraz sulu bir komedi olmakla birlikte Almodovar Almodovar’dır. Festivalde izlenecek filmler listesine alınabilir.