Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | “Pek Yakın(ımız)da” bir samimiyet

“Pek Yakın(ımız)da” bir samimiyet

13 Ekim 2014 - 10:10
Cem Yılmaz, kendisinden beklenen ezeli “Hadi Cem bizi çok güldür” beklentisinin tuzağına düşmüyor
Samimiyet kıymetli bir kelime. Ben onun mucizelerine pek inanırım. Bir kere kuvvetli bir antidepresandır, can sıkıntısına iyi gelir, kaygıyı azaltır. Affetmeyi kolaylaştırır. Birini sevme ya da sevmeme nedeninizdir. Merhametle şefkatle yakın ilişki içindedir, arkadaşını söyle bana hesabı... Güvende hissettirir. ‘Yalan dünya’ klişesine antitez yaratma kudretindeki dünyalıların en önemli özelliklerinden biridir. “Ne var ki günümüzde...” diye başlayıp azlığına, zor rastlanırlığına vahlanan bir cümle kurmayacağım.
 
Daha dün Cem Yılmaz’ın ‘Pek Yakında’sını görmüş, en sağlam örneklerinden birine rastlamışken.
 
Film eleştirmenleri, ‘Pek Yakında’ ile ilgili birbirinden güzel eleştiriler kaleme aldı. Filmi sinema referanslarına göre değerlendirip hatırı sayılır övgülerde bulundular. Eleştirmen değilim. Ama Türkiye’nin en köklü sanat dergisi Milliyet Sanat’ı uzun yıllardır alanında uzman isimlerle birlikte hazırlayan bir kültür sanat gazetecisi olarak, iyi eleştirmenleri bilir, hakkaniyetli olanları olmayanlarından ayırt edebilirim. O yüzden sağlam argümanlarla yazılmış, filmi izledikten sonra da gönül rahatlığıyla altına imzamı atacağım son derece profesyonel ve ‘haklı’ övgüleri tekrar etmek gereksiz. Zaten “Bir Kahve İçimi”ndeki yazılarımda yapmaya çalıştığım kültür sanat etkinlikleri içinden insana iyi gelen, hayata dair değiştiren, dönüştüren özellikler taşıyan, akılda kalacak bir sözü olan kitapları, filmleri, oyunları, sergileri, bu pencereden izleyip kaleme almak.
 
Acayip samimi bir adam
 
‘Pek Yakında’ onlardan biri. Figüranlıkla başladığı sinemada, çeşitli talihsizlikler nedeniyle tutunamayıp, korsan DVD’ciliğe bulaşmış, bu yüzden evliliği bitme noktasına gelmiş, karısı Arzu’ya çok âşık, oğluna düşkün bir baba olan Zafer’in (Cem Yılmaz) hikâyesi. Yolun sonuna gelmiş artık, tek atımlık kurşunu kalmış. Bir film yapacak, daha önce ufak tefek rollerde oynayan karısını başrole taşıyacak, bu vesileyle Arzu(lar) Zafer’e dönecek... Ya da dönmeyecek. Kaybetmeye alışmış, son büyük kaybın eşiğinde olan kimi insanlar, o gerginlikle kazanmak için her şey mubahtır vecizesini doğrular samimiyetsizliklere teşnedir malumunuz. Ama bizim Zafer öyle değil. Acayip samimi bir adam olarak arzı endam ediyor beyazperdede. Sadece, sözlerine değil, gözlerine, mimiklerine, gülümsemesine, el kol hareketlerine kadar sirayet eden bir samimiyetten söz ediyorum. Tabii filmde paslaştığı birçok karakter de onunla aynı samimiyeti paylaşan, Cem Yılmaz’ın Milliyet Sanat’ın ekim sayısında kapak röportajında dediği gibi ‘bizim kuşağın duygusal çocukları’ olduğundan, o büyülü ‘kelime’ filmin tamamına yayılıyor.   
 
Tek derdi ‘sinema’
 
Senaryo Cem Yılmaz’ın kaleminden çıktığı için ve tabii ‘rejisör’lüğü de bizzat kendisi yaptığından onun samimiyetine değinmemek olmaz. Bir kere kendisinden beklenen ezeli “Hadi Cem bizi çok güldür” beklentisinin tuzağına düşmüyor, ‘içinden geldiği gibi’, çok zekice esprilerle insana ‘haz veren’ gülümsemeler, kahkahalar yaratıyor. Derdinin ‘sinema’ olduğunu hissettiriyor. Bir grup insanın sinema aşkı ekseninde gelişen bu filmle aynı zamanda tüm zamanların en iyi dostluk hikâyelerinden birine imza atıyor.
 
Kötüler, üçkâğıtçılar, acımasızlar, içten pazarlıklılar da var filmde; hiçbiri plastik değil, hepsi hakkıyla oynuyor kendi dünyasını, cıvık bir pembe hakimiyeti yok ‘Pek Yakında’da. Ama işte, baştan beri anlatmaya çalıştığım gibi en göz alan renk ‘samimiyet’ oluyor. İyi geliyor insana. Şifa veriyor.
 
Filmin uzunluğu meselesine gelince... Memleketin son dönemlerdeki puslu havası, sokağa çıkma yasakları, sayıları 35’i bulan ölümler, çatışmalar, uzadıkça uzayan sıkıntılı günler... İki buçuk saat ara vermişiz çok mu?