Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Filiz Aygündüz | "Aferin Eddie!"
02 Mart 2015 - 03:03 | Eddie Redmayne ve Felicity Jones, Stephen Hawking'in hayatının ilk dönemini anlatan "The Theory of Everything / Her Şeyin Teorisi"nin başrollerinde.
Yaşadığı tüm fiziksel sıkıntılara rağmen Hawking’in dâhilere özgü zekâsı pırıl pırıl kalıyor. Artık tanınmaz hale gelen vücuduna, kaybettiği sesine rağmen asla kendine acımıyor
23 Şubat günü Facebook’taki hesabına “Aferin Eddie, seninle gurur duyuyorum” yazdı Stephen Hawking. 'The Theory of Everything / Her Şeyin Teorisi' adlı filmde kendisini canlandıran ve bu rolüyle En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını alan Eddie Redmayne içindi bu övgü. Film cuma günü vizyona girdi. Gurur duymakta haklıydı Hawking, Akademi de ödüle değer görmekte. Zira Redmayne, olağanüstü bir performans sergiliyor filmde. Bir ALS hastasını canlandırmak, bunu yaparken o hastanın yaşama duyduğu bağlılığı da verebilmek o kadar kolay olmasa gerek.
 
Hawking’in Cambridge yıllarında başlıyor film. Geleceğin Einstein’ı gözüyle bakılan genç Stephen bir partide karşılaştığı Jane’e ilk görüşte âşık oluyor. Jane de ona... İlişkilerinin henüz başındayken Hawking’in hastalığı ilk belirtilerini gösteriyor. Kollarında ve bacaklarında güçsüzlük başlıyor, yürürken adımları birbirine dolaşıyor. Kas erimesi ve omurilikte tahribat anlamına gelen ALS ya da diğer adıyla motor nöron hastalığı yüzünden en fazla iki yıl yaşayabileceğini söylüyor doktor. Aslında ne kendisi inanıyor bu biçilen ömre ne de sevgilisi Jane... İlişkilerine kaldığı yerden devam edip, bir süre sonra da evleniyorlar. Hatta üç de çocukları oluyor. Bu süreçte Hawking’in adı da, ünü de bilim çevrelerinde yayılıyor. Bilimsel çalışmalarını Jane’in sağladığı teknolojik yardımlarla sürdürürken, hastalığı da son sürat ilerliyor. Güçsüzlük diline vuruyor, konuşması bozulmaya başlıyor, oturduğu yerden kalkamıyor, yürüyemiyor, yemek yiyemiyor, giyinemiyor, bütün uzuvları deforme oluyor, boynunu dik tutamayacak hale geliyor.
 
Yaşadığı tüm fiziksel sıkıntılara rağmen Hawking’in dâhilere özgü zekâsı pırıl pırıl kalıyor. Artık tanınmaz hale gelen vücuduna, kaybettiği sesine rağmen asla kendine acımıyor. Espri yapmaktan vazgeçmiyor. İki büyük motivasyonu var, fizikle ilgili çalışmalarını sürdürmek ve Jane’in aşkına sarılmak. İkisi de kendilerinden bekleneni fazlasıyla veriyorlar Hawking’e. Özellikle filmde Felicity Jones’un başarıyla canlandırdığı Jane... Kendi isteklerini ikinci plana atıp bütün bir hayatı kocasının zorlu çalışma/yaşama koşullarına göre organize ediyor. Bunu da zevkle, kocasına duyduğu aşkla yapıyor ama nereye kadar?
 
Sorunun cevabı filmde. Kocasının hastalığının sınırlarına hapsolmuş bir kadın, hayat fena halde bastırdığında ne yapar? Jane Hawking’in kaleme aldığı, bu filme de kaynaklık eden 'Sonsuzluğa Yolculuk / Stephen'la Hayatım' adlı kitapta da cevabı bulmak mümkün. Doğan Kitap’tan çıkan kitap, Jane - Stephen evliliğinin devam ettiği 1965-1991 arası tam 26 yılı nefis bir dille anlatıyor. James Marsh’ın yönettiği filmle yetinmeyin, bu kitabı da okuyun derim. Edebiyatın lezzeti başka, malum...
 
Redmayne’in performansına dönersek... ALS hastalığıyla mücadele eden bir insanın her türlü takdirin üstündeki azmini, eşinin ona verdiği inanılmaz desteği anlatan, bu arada aşkın kudretini de sınayan 'Her Şeyin Teorisi' Eddie Redmayne’in omuzlarında yükseliyor. Eddie Redmayne film boyunca “Nefes aldığımız sürece umut vardır” dedirtiyor. Hakkaten de ‘aferin Eddie!’