‘Yetim kalan’ yetimhanenin öyküsü
“Nefes alıp veren, yaşayan bir varlık… Bir ruhu var,” diyerek anlatıyor Hera Büyüktaşcıyan. Mekan Galata Rum İlkokulu… Spot Projects’in etkinlikleri kapsamında gezdiğimiz “206 Odalı Sessizlik – Büyükada Rum Yetimhanesi Üzerine Etüdler” adlı sergiyi ziyaret etmek için buradayız. Hera Büyüktaşcıyan (“Dalgaların Dalgası”) hem serginin Ali Kazma (“Yetimhane”), Dilek Winchester (“Ihlamur Ağacı”) ve Murat Germen (“Palas Pandıras”) ile birlikte dört katılımcı sanatçısından biri hem de serginin küratörü aynı zamanda.
Büyükada Rum Yetimhanesi ile benzer bir kaderi paylaşmasına ramak kalmış Galata Rum Okulu’nda gerçekleşen sergide, Prinkipo Palace’tan, İstanbul Rum cemaatinin yetim çocuklarına kucak açan bir yuvaya dönüşen mekânın, azınlık toplumuna yönelik siyasi ve toplumsal müdahaleler neticesinde bir hayalet yapıya evrilme süreci anlatılıyor.
“4. İstanbul Tasarım Bienali’nin paralel etkinliği olarak “Okullar Okulu” teması altında düzenlenecek bu sergi için tam anlamıyla ‘okullar okulu’ olan Büyükada Rum Yetimhanesi’nin hikayesini anlatmak istedik,” diyor Büyüktaşçıyan.
Dört kata yayılan sergi, adeta okulun katlarını çıkıyormuşsunuz hissiyle düzenlenmiş. Birinci ve ikinci katlar ile merdiven sahanlıklarında duvar giydirmesi olarak yer alan Murat Germen’in günümüz fotoğraflarının yanı sıra, bu katlarda arşivlerden derlenen fotoğraflar ve Hera Büyüktaşçıyan’ın dönemin tanıklarıyla yaptığı video röportajları eşliğinde binanın kronolojik tarihçesine dair bilgi ediniyorsunuz. Vallaury tarafından ilk olarak bir otel binası olarak inşaa edilen yapının, ardından Rum bir hayırsever kadın tarafından satın alınarak yetimhaneye dönüştürülmesinin hikayesi; savaş yıllarından beyaz Rus sığınmacıların hikayesine, kimsesizliğin hüzünlü öykülerinden ‘50lerdeki okulun altın çağına ve oradan da 6-7 Eylül sonrası 1964 yılındaki nihai terk edilişine dek uzanırken adeta siz de orada yaşıyorsunuz.
Üçüncü katta ise size Ali Kazma’nın nefes kesici video işi bekliyor. Binanın günümüzdeki halini yaşayan bir varlık gibi size sunan, adeta ‘teninin’ altındaki ruhunu tüm çıplaklığıyla sergileyen bu iş, bir yandan da son derece şiirsel bir anlatıma sahip.
Ali Kazma: “Büyükada Rum Yetimhanesi; Türkiye Cumhuriyeti’nin sorunlu ve sancılı inşa sürecinin neredeyse tüm izlerini bedeninde inatla ve ısrarla taşımaya devam eden bir yapı. Yağmura, rüzgara, yer çekimine ve zamana direniyor. Her gün bir parçası daha eksiliyor. Yetim kalmış bir yetimhane. Bir tanık. Bir bina. Hala burada.”
Son katta ise sizi çarpıcı iki diğer iş karşılıyor. Bunlardan ilki okulun yıkılmakta olan çatı katını canlandıran Hera Büyüktaşcıyan’ın (Murat Germen’in duvar fotoğrafı önüne) bir yerleştirmesi… İkincisi ise Dilek Winchester’in yetimhanedeki çocukların söylediği şarkılardan birinin yer aldığı sesli işi… O ana dek kendinizi tutmayı başardıysanız bile o müzik kulağınıza çaldığı anda, kendinizi doğrudan o hüzünlü binada bulabileceğinizi rahatlıkla söyleyebilirim.
Dilek Winchester: “’Ihlamur Ağacı’ adlı çalışma Büyükada Rum Yetimhanesi’nde yaşamış ve çalışmış kişilerin anılarından belli fragmanlara ve binanın bugününden ses kayıtlarına dayanır. Yetimhane’de uzun yıllar eğitmenlik yapmış olan Marika Haçu, anılarında çocukların bahçedeki ıhlamur ağacı altında söylediği şarkılardan bahseder. Bunlar arasında yer alan biri, Wilhelm Müller’in ‘Kış Yolculuğu’ adlı eserindeki şiirlerdendir. ‘Kış Yolculuğu’ndaki tüm şiirler Schubert tarafından bestelenmiştir ve Romantik dönemin özlem ve hüzün gibi duygu yüklü temalarını barındırır. ‘Ihlamur Ağacı’ şiiri de geçmişe duyulan özlemle ilgilidir ve özellikle nostalji temasıyla dikkat çeker.”
Hera Büyüktaşcıyan: “’Dalgaların Dalgası’ tarihin yıllar yılı birikmiş külliyatının günün birinde şimdiki gerçekliğimizi sarsan ve yeri geldiğinde yutup geçen beklenmedik olan o kudretli dalganın hatırlatıcısıdır. Kimi zaman hasıraltı edilmiş yaşanmışlıkların, geri dönmemek ve hatırlanmamak üzere ardından bir taş atılan gerçekliklerin, bird aha geri gelmez denilip vazgeçilenlerin günün birinde ansızın dönmesi ve kök salmış olduğumuz zemini altımızdan her an çekip alabileceğinin hatırlatıcısı niteliğindedir.”
Dağılmakta olan bir tarihe sözlü tanıklıklar, yazılı ve görsel belgeler eşliğinde ışık tutan bu çok özel sergiyi, 10 Kasım’a dek izleyebilirsiniz.