Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Elif Tanrıyar | Kelimelerin ve resimlerin ortak ruhu

Kelimelerin ve resimlerin ortak ruhu

25 Temmuz 2017 - 10:07
M.K. Perker, Zülfü Livaneli'nin Elia Kazan ile çıktığı Anadolu yolculuğunun hikayesine çizimleriyle eşlik ederken, Selçuk Demirel, Orhan Pamuk’un “Kara Kitap”ını desenleriyle yeniden yorumluyor.
Yolculuğun farklı biçimleri vardır. Fiziksel olarak kelimenin tam anlamıyla yolda geçen, bellekte anılar arasında çıkılan ya da bazen kitapların kelimeleri arasında kaybolarak gerçekleştirilen… Bazen de kelimelere çizgiler eşlik eder. Kelimelerle çıkılan yolculuğa yeni boyutlar ekleyen, bizi farklı görme biçimleriyle tanıştıran çizgiler…
 
Bu hafta çıkan iki güzel kitap, kelimelerin gücüyle çizgilerin derinliğini birleştirmekle kalmıyor, uzun yıllara dayanan dostlukların hikayesinden de bahsediyor. Bunlardan ilki olan “Elia ile Yolculuk”, Zülfü Livaneli’nin kadim dostu Elia Kazan ile Kazan’ın son yıllarında birlikte çıktıkları bir Anadolu yolculuğunun öyküsünü anlatıyor. Karakarga Yayınları’ndan çıkan ve Livaneli’nin kelimelerine M. K. Perker’in nefis çizimlerinin eşlik ettiği kitap, bir tür anı/ novella, ancak okumaya başladığınız anda görüyorsunuz ki bundan çok daha derin ve zengin bir anlatı… Adeta kendine ait bir ışıltıya sahip, özel kitaplardan.
 
Livaneli, görünürde Elia Kazan’ın kendisinden bir tür son vasiyet gibi istediği özel ricasını kırmayarak, onu annesinin Kayseri’deki köyüyle kavuşturmaya götürüyor. Ancak görünürdeki bu yolculuğun ardında, giderek daha da derinleşip farklı kollarda devam eden çok yönlü bir hikayeyibarındırıyor. Livaneli’nin çağrışımlarla ilerleyen bilinç yolculuğunda, kah ikisinin dostluklarının hikayesini dinliyoruz, kah Livaneli’nin Gorbaçov ve dünya aydınlarıyla birlikte katıldığı perestroyka öncesi gerçekleşen tarihi bir özel toplantıdan tarihi önemdeki anılarını… Fransa Kralı 14. Louis’den Kleopatra’ya, Arthur Miller’dan Peter Ustinov’a farklı portrelerin geçit yaptığı, Livaneli’nin zihin galerisinden usul usul seçtiği detaylarla önümüzde güzel bir tablo gibi biçimlendirdiği bu ‘yolculuk’ kitabının merkezinde ise tüm ‘ihtişamıyla’ Elia Kazan yer alıyor.
 
Elia Kazan, Zülfü Livaneli ve Yaşar Kemal.
 
Livaneli’nin kaleminin gücü ise her seferinde Kazan’ın farklı bir yüzünü yansıtabilmesinde kendini gösteriyor. Dünya çapında çok ünlü ve başarılı bir yönetmen, dört yaşında geldiği Amerika’da tutunmaya çalışan bir Anadolu göçmeni, aralarında Marilyn Monroe’nun da yer aldığı dünyanın en güzel kadınlarıyla birlikte olmuş karizmatik bir erkek, McCarthy döneminde yaptığı itiraf nedeniyle hayatı boyunca yaptığı bu tek hatanın vicdan azabının peşini bırakmadığı bir aydın, sadık bir dost, şüpheli bir muhbir, alçakgönüllü bir Anadolulu, dünya çapında bir şöhret ve diğer şöhretlerin arkadaşı, öfkeli olmayı yenik olmaya tercih eden bir savaşçı, bir deli fişek, yorgun bir yaşlı adam, hala annesini özleyen gözleri yaşlı bir adam ve doğduğu topraklara yani ‘İthaka’sına kavuşmayı bekleyen bir Odysseus… Livaneli, kaleminin her hareketinde Elia Kazan’ın ruhunun ve kişiliğinin zıtlıklarla örülü farklı bir rengini ön plana çıkarırken, her şeye rağmen ona duyduğu derin dostluğun şefkatiyle sarmayı da ihmal etmiyor. Livaneli’nin kendi kişisel tarihinden de izlerin yer aldığı bu son derece zengin ‘yolculuk’ öyküsü, M. Kutlukhan Perker’in çizgileriyle de iyice zenginleşip, tam anlamıyla bir belgesel haline bürünüyor. Ama ondan çok daha ötesi asıl olarak edebiyatın lezzetini taşıyor.
İkinci kitap olan “Sen Surat Okumayı Bilir misin?” ise Selçuk Demirel’in Orhan Pamuk’un “Kara Kitap”ı için çizdiği desenlerden oluşan son derece özel bir çalışma… Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan bu kitap için de, iki özel ismin dostluklarından doğmuş bir çalışma diyebiliriz bir anlamda.
 
Orhan Pamuk, kitap için yazdığı önsözde, “Bu kitabı birlikte düşündük,” diyor. “Bundan üç yıl önce bir bahar öğleden sonra Yapı Kredi Yayınları’nın yazıhanesinde karşılaştık. Bu ilk karşılaşmamız değildi; daha önce İstanbul’da, Paris’te ortak dostlarımız bizi tanıştırmıştı. İkimiz de birbirimizin çizimlerini, metinlerini biliyor, ilgi duyuyorduk birbirimizin yaptığı işlere. Her karşılaşmamızda da bu ilgiyi bir çeşit arkadaşlıketme iyimserliği olarak yaşıyorduk. Üstelik şimdi kitaplarımız aynı yayınevinde çıkıyordu. Yayınevindekiler de biliyordu arkadaş olduğumuzu ve birbirimizin sohbetinden hoşlandığımızı. Bir keresinde Paris’ten gelip yayınevinin odalarında kaybolmuş olan Selçuk’un ‘burada’ olduğunu onlar söylediler bana. En sonunda buluştuk ve Galatasaray’dan ta Harbiye’ye kadar yürüdük. Bu kitabın ruhu, o ilk yürüyüşte ortaya çıktı.”
 
 
İşte yine bir yürüyüş, yani bir yolculuk hikayesi ve ondan doğan bir kitap… Ancak bu kez bu yolculuk doğrudan kelimelerin arasına taşınıyor. Kayboluşlar ve ardından gelen yeni bulunuşlarla ilerleyen farklı tarzda bir yolculuk bu da… Tıpkı “Kara Kitap”ta Şems’in kayboluşunun ardından Mevlana’nın, Rüya ve Celal Salik’in kayboluşlarının ardından ise Galip’in onların peşine düşmesi, ancak bu arayışta kaybola kaybola bambaşka yerlere varmaları misali; Selçuk Demirel’in kaleminin ucu da, Orhan Pamuk’un kitaptaki kelimelerinin arasında kaybolup, ortaya yeniden yepyeni anlamlarla çıkıyor. “Şehirde yürüdükçe bir şeyler görmek ile yazının içinde ilerlemek arasında bir duygu benzerliği olmalıydı. Selçuk’un çizgisi, kaleminin ucu, benim kelimelerim arasında acaba nasıl kaybolabilirdi?”
 
Kara Kitap’ta Galip o denli kaybolur ki nihayetinde kendi varlığının yokluğundan gerçek suretinin çizgilerini görmeye başlar. Hiçliğe varanın mutlak gerçekliğe kavuşması misali… Bu kitapta da benzer bir durumu izliyorsunuz. Demirel’in çizgileri Pamuk’un kelimelerinin çizdiği labirentler arasında dolaşırken anlamın derinliğine öyle bir noktada varıyor ki ortaya yepyeni bir oluşum, yepyeni bir anlamlar bütünü çıkıyor. Zaten Pamuk da aynı şeyi söylüyor bir anlamda; “Bu buluşmalarımızda her seferinde Selçuk’un kitaba bir dizi yeni resim daha yaptığını görüyordum. Kitap birlikte yapıp geliştirdiğimiz bir şeyden çok yavaş yavaş Selçuk’un kitabı oluyordu.”
 
 
İki güzel kitap, ikisinin de ortak noktası ise farklı biçimlerde çıkılan yolculuklar, kayboluşlar sonrası ulaşılan gerçek benlikler, dostluklar, kelimeler ve çizgiler… Her zaman derim, edebiyat tesadüfleri sever diye. Orhan Pamuk son olarak “Lütfen bir oturuşta okuyun bu kitabı… Kelimelerin ve resimlerin ruhunun aynı olduğuna inanan ve yazdıkları ve çizdikleri birbirine kardeş olan biri yazar diğeri ressam iki kişinin kaleminden, fırçasından çıktı her şey,” demiş. Bense haddim olmayarak, onun bu sözlerini her iki kitap için de yinelemek isterim. Lütfen, bir oturuşta okuyun bu iki güzel kitabı. Kelimelerin ve resimlerin ruhunun aynı olduğuna inanan kişilerin kaleminden ve fırçasından çıkan, bu iki güzel kitabı…