Edebiyat salonları ve onları yöneten hanımefendiler…
Dönemin önde gelen edebiyatçıları, sanatçıları, ilim ve fikir sahibi insanlar için evlerinde düzenli olarak akşam davetleri düzenleyen bu hanımefendilerin tarihte ilk bilineni 1620lerin Paris’inden genç bir asilzade olan Marquise de Rambouillet’miş. Ancak onun başlattığı bu gelenek yalnızca Paris’le sınırlı kalmamış, giderek artan bir tür ‘moda’ şeklinde İtalya’dan Rusya’ya dek 20. Yüzyıla dek sürmüş. Özellikle hali vakti yerinde olan asilzadelerden oluşan bu hanımların davetlileri arasında yer almak dönemin sanatçıları için bir tür onaylanmışlık sayıldığı kadar, asıl olarak birer sanat ve düşünce kulübü işlevine sahip bu tür geceler, dönemin sanat ve düşünce akımları üstünde de birbirlerinden etkilenen sanatçılar aracılığıyla önemli etkilere neden oluyormuş. Kimi araştırmacılara göre bir anlamda feminist geleneğe de ilk katkılarda bulunmuş ve bilinçlenmesi yolunda bir tür görev üstlenmiş bu kadınlar, en az konuk ettikleri isimler kadar bilgili ve entelektüel birikime sahip olmalarıyla da dikkat çekermiş.
“(…)Orhan Veli tamam da, Nahit Hanım kimdir?” derseniz, “Orhan Veli’nin 36 yıllık ömrünün en büyük sevdası” denebilir. Sanat ve edebiyat ortamlarında “Nahit Hanım” diye bilinen Nahit Gelenbevi, Ankara ve İstanbul’da öğretmenlikle geçirmiş ömrünü (1909-2002). Eğitimci Halil Vedat Fıratlı ve şair Arif Damar ile evlilikler yaşamış. Çocuğu olmamış ama Samet Ağaoğlu “Rönesans gibi kadın”, Cemal Süreya ise “Cumhuriyet dönemi küçük burjuva duyarlılığının anası” diye söz etmiş ondan. Nihayet dönüp baktığımızda, edebiyat mahfillerinde “Orhan Veli’nin sevgilisi” diye ünlenmesinin yanı sıra 1930’lardan 1990’lara, tam altmış yıl boyunca evini bir sanat albümüne çevirmiş; hakkında şiirler (Sabahattin Ali, Orhan Veli, Arif Damar, Gülten Akın) ve yazılar yazılmış; Atatürk’le üç defa dans etmiş bir hanımefendi portresi ile karşı karşıya olduğumuzu görürüz.”
“(…) Bir törendir Nahit Hanım’a gitmek. Sorunu olan çiftler gelip o sofradaki havaya girerler. Ayrılacaklarının da, birleşmek üzere olanların da son yerleri orasıdır. Daha doğrusu sondan bir önceki… Nahit Hanım farkında değilmiş gibi davranır. Ne mi konuşulur? Her şey. Bir ressam bir mimara takılır. Faruk Nafiz’in küçük gelini dizeler söyler, Kıbrıslı bir bayanın tamburu bir koltuğun üstünde unutulmuş gibi durur, bir genç şair içkiyi kaçırmıştır… Nahit Hanım eski dostlarına söz söyletmez. Ev herkese açıktır. Salt kişisel kökenli bazı ölçüsüzlükleri de görmezden gelir. Ama ölçüsüzlükteki altın ölçüyü de kaçıran birini rahatça kovabilir. Yine de çoğunca bir günlüğünedir bu, bir haftalığına. (…) Bir sanat albümü Nahit Hanım’ın evi. 1930 dedin mi, Hasan Ali Yücel, Sabahattin Ali, Peyami Safa çıkar; 1940 dersin, Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet, Sabahattin Eyüboğlu… 1950 dedin mi, Edip Cansever, Metin Eloğlu, Alp Kuran; 1960, Gürdal Duyar. Yahya Kemal’le de yemek yemiş, günümüzün en genç şairlerinden Küçük İskender’le de. Özellikle şairlere yakın. Dostlukla berkitilmemiş aşkı aşk saymaz. Dostluk için de aforizmasını belirlemiş: Herkesin yeri ayrı. Yaşama felsefesine dönüştürmüş bunu.
“(…) ‘Bonjour’ların, ‘bonsuvar’ların artık bütün bütüne el ayak çektiği günlerde, yıllarda, felsefe öğretmeni İffet Hanım ‘salon literer’i hala söylerdi: ‘Nahit’in cumartesi akşamları gerçek bir salon literer’dir.’ Şimdi nerden hatırladın derseniz, okuduğum emek ürünü kitaptan. Turgay Anar’ın Mekandan Taşan Edebiyat’ını okuyorum. (…) Ahmet Oktay, Ankara’dan taşınan Nahit Hanım’ın Nişantaşı’nda oturduğunu yazmış. Ben bu ilk evi bilmiyorum. Birkaç yıl hemen her cumartesi akşamı gittiğim ev Taksim’deki, cadde üzerinde, Stadyum Palas’tı. Taksim’in şaşaalı apartmanlarından biri. Tabii, şaşaası çoktan geçmiş, sönmüş. Yine de geniş giriş, merdiven, mermer sağanağı etkileyici. Kimi günler, o güzel, bol edebiyatlı, tartışmalı, hatta bazen kavgalı o akşamların keşke romanını yazsaydım diye yerindiğim olur. Fakat hepsi çok uzaklarda kaldı artık. Anar’ın andığı kısacık bir yazıda kaldı. Nahit Hanım’ın edebiyat salonuna katılanların çoğu hayatta değil. Nahit Hanım salonun ecesi olarak bir anı artık. (…) Turgay Anar, Mustafa Şerif Onaran’dan iz sürerek, Nahit Hanım’ın salonundaki son akşamları saptıyor: ‘Mustafa Şerif Onaran’ın 1996 yılında gittiği evde, geçmiş yıllardaki kadar çok sayıda misafir olmasa da birkaç kişinin hala bulunduğunu yazmasından yola çıkarak, en azından İstanbul’daki mahfilin 40 yıl kadar aralıklarla da olsa devam etmiş olduğunu söylememiz mümkündür.’ Son dönem hayli hüzünlüydü. Geçmişin anlı sanlı edebiyat insanları ölmüşlerdi. Nahit Hanım çok yaşlanmıştı. Geçmişte kalmış cumartesi akşamlarıyla avunuyordu: ‘Bir gece Ahmet Muhip Ankara’dan gelmişti, hatırlıyor musunuz?”