Da Vinci’nin köprüsü İstanbul’a kavuştu
Benim için bu biraz da ilk görüşte aşk gibidir. Orada sessizce durur ve kalbimi çarptıracak o özel parçayı ‘hissetmeye’ çalışırım. Hissetmek, benim için çoğu zaman ‘görmek’ten sonra gelir. Önce kalbim çarpar, sonra gözlerim onu tanımaya başlar. Aynı o gün de öyle olduğu gibi…
Mekan Uniq Müze, tarihse geçtiğimiz hafta… Basın grubu olarak, “Dünyanın en büyük ve en kapsamlı Leonardo Da Vinci sergisi” olduğu belirtilen“Leonardo Da Vinci Expo: Dahi İstanbul’da” sergisi için UNIQ Müze’de organize edilen özel bir tur ile küratör Jean-Christophe Hubert ve teknik direktör Vincent Damseaux’ü dinliyoruz. Geçtiğimiz Aralık ayında açılan ve ziyaretçi sayısı 27 bine yaklaşan Leonardo Da Vinci Expo, Da Vinci’nin orijinal eskizlerinden yola çıkılarak oluşturulan, dünyamızı değiştiren 100 makine icadıyla birlikte; orijinal el yazmalarının eşsiz kopyaları ve en ünlü tablolarının röprodüksiyonlarının da dahil olduğu 200’den fazla eserden oluşuyor.
Uluslararası bu sergi, prömiyerini yaptığı Brugge’ün (Belçika) ardından dünya turuna ilk olarak İstanbul’da başlamış. Belçika ve Lüksemburg’dan mühendis, tarihçi, grafik sanatçıları ve zanaatkarlardan oluşan 22 kişilik bir ekip, 10 yıllık titiz bir çalışmanın ardından bu koleksiyona imza atmışlar. Leonardo Da Vinci’nin hayatı boyunca yaklaşık 6.000 adet icat, icat geliştirme ile tablo eskizi yaptığı ve bunların çok az bir kısmını hayata geçirdiği tespit edilmiş. Ve bu sergi de daha önce keşfedilmemiş birtakım konuları örnekleyerek Da Vinci hakkındaki bilgileri artırmak amacıyla doğmuş.
Hubert, tur sırasında özellikle ‘Flying Machine’ ve ‘Haliç Köprüsü replikası’ gibi eserler üzerinde duruyor. “Ressam yönünün yanı sıra mimar, bilimadamı, mühendis, müzisyen ve düşünür olan Da Vinci’nin senaryo yazımından yemek tarifine kadar birçok çalışması bulunuyor,” diyor. “Dişli çarklar, kriko, vites kutusu, bisiklet ve araba gibi pek çok icadı bulunan Da Vinci’nin 500 yıl önce yaptığı araştırmaları modern matematiğe ilham vermiş, anatomik çalışmaları ise hala güncelliğini korumaktadır,”diyerek Da Vinci’nin az bilinen yönlerine de vurgu yapıyor. Onu dinlerken ve 500 yıldan fazla bir zaman önce icat edilerek üretilmiş bu makineleri incelerken, Da Vinci’nin dehasına birkez daha hayran olmamak imkansız elbette. 3 boyutlu sanal gerçeklik gözlükleriyle ziyaretçileri 15. yüzyıl İstanbul’una götüren sergi, ‘Flying Machine’ ile de özel deneyimler yaşatıyor. Dünyanın en büyük ‘Leonardo Da Vinci Makineleri Koleksiyonu’nun en önemli özelliği; sergide yer alan replikaların orijinal tasarımlara bağlı kalarak ahşap ve metalden yapılmış olması. Sanayi tipi hiçbir birleştirici unsurun kullanılmadığı replikalarda tek bir vida kullanılmamış. Da Vinci’nin orijinal eskizlerinden yola çıkılarak hayata geçirilmiş olan bu çalışmaların bazıları orijinal boyutlarında olup, kalan çalışmaların ise ebatları 60 cm ile 5 metre arasında değişen replikalardan oluşmakta.
Sıra geliyor bu serginin en önemli ve 7 metre boyutuyla en büyük parçasına yani; Da Vinci’nin Sultan II. Beyazıt döneminde inşa etmek istediği Haliç Köprüsü’nün replikasına... 1502′de dünyanın en büyük, en güzel köprüsünü inşa etmek isteyen Da Vinci, Sultan II. Beyazıt’a bu talebiyle ilgili bir mektup göndermiş ancak bilindiği gibi köprü inşa edilememiş. Daha da ilginci 2001′de, Norveç’te üstgeçit olarak inşa edilen köprü, küresel ısınmaya dikkat çekmek amaçlı buz maketleriyle de dünyanın çeşitli yerlerinde sergilenmeyi, bir anlamda serüvenine devam etmeyi sürdürüyor.
Öte yandan bilenler bilir Sultan II. Beyazıt’ın Haliç’e özel bir köprü yaptırma sevdası Da Vinci deneyimiyle sona ermemiş, sultan daha sonra aynı isteği bu kez de dönemin bir başka dâhisi olan Michelangelo’ya iletmiştir. Şimdi burada sergiye dair izlenimlerime ara verip Fransız yazar MathiasEnard ve onun bu konuyu mercek altına aldığı romanı “Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat Onlara”dan (Can Yayınları) ve birkaç yıl önce ülkemize gelen yazarla o dönem yapmış olduğum bir röportajdan bahsetmek istiyorum kısaca. Enard'ın romanı, esasında tarihin çok da bilinmeyen, ancak bir o kadar da ilginç bir ayrıntısını merkezine alıyor. Roman, kendisinden Haliç üzerinde yapılacak bir köprü planı isteyen II. Bayezid'in davetlisi olarak 1506 yılında İstanbul'a gelen ve burada üç ay kalan Rönesans'ın en önemli isimlerinden Michelangelo'nun İstanbul'da yaşadıklarını anlatıyor. Ancak bu yalnızca Michelangelo'nun romanı değil. Ona İstanbul günlerinde arkadaşlık eden, Divan Edebiyatı şairi Mesihi'nin de romanı...
Mathias Enard, "Aslında bu hikâyeyi anlatmayı ben seçmedim, beni bir anlamda o seçti diyebilirim. Michelangelo'nun biyografisinde II. Bayezid tarafından İstanbul'a davet edildiğini okuyunca, pek bilinmeyen bu tarihi hikâyeyi anlatmam gerektiğini düşündüm," diyor. Bu roman her ne kadar Haliç Köprüsü'nün tamamlanamayan inşasının hikayesini anlatıyor gözüküyorsa da aslında tamamlanamayan köprü metaforuyla bir yandan da sona ulaşamayan aşk hikayelerini, yarım kalan karşılaşma ve kavuşmaları da anlatıyor. Rönesans'ın en büyük dâhilerinden biri olan Michelangelo'yu en insani yönleriyle, hata yapan, kötü kokan, antipatik bir insan olarak resmetmeyi tercih eden Enard, Mesihi karakterini ise tam tersi sempatik yönleriyle, değeri bilinmemiş bir sanatçı olarak anlatıyor. Enard, "Osmanlı tarihi ve sarayını araştırırken karşıma hemen Mesihi çıktı. Çok etkileyici bir kişilik olduğu için onu öykümün baş kahramanlarından biri yapmak istedim," diyor.
Hubert, işte Da Vinci’nin köprüsünün maketi önünde hikayesini anlatırken, benim aklım da bu öyküye kayıyor, bir de yarım kalan köprü metaforuna ve yarım kalan karşılaşmalara…
Yine de ümitliyim, bu sergide kalbimi çarptıracak olan o özel eserle karşılaşacağıma eminim. Hubert’le gerçekleştirdiğimiz rehberli tur bitiyor. Şimdi sergiyi serbestçe dolaşıp, tanıma zamanı…
Ayaklarım beni adeta kendiliklerinden sergi mekanının nisbeten daha sessiz bir köşesine doğru taşıyor. Burası, o görkemli maketlerden uzakta, hem da Vinci’nin hem de Michelangelo ve Vassari gibi dönemin diğer kimi önde gelen sanatçılarının az sayıda olsa da orijinal gravürlerinin yeraldığı bir bölüm… Ve işte kalbim çarpmaya başlıyor ve onu görüyorum. Leonardo da Vinci’nin “Cherub-Melekler” adlı orijinal gravürü, olanca zarafeti ile beni karşılıyor. Bu son derece sade ve küçük boyutlu çizimde beni derinden etkileyen birşeyler var. Bir tür ilahi dokunuş… Ve işte böylece köprü tamamlanıp kavuşma gerçekleşiyor, benim için bu sergiyi özel kılan ve her daim anımsayacağım özel parçamı bulmuş oluyorum. Sonrası ise huşu dolu bir izlemeanı… İzleyici ile sanat eserinin bir olduğu, izleyicinin ‘ben’inin sonsuza dek değişip dönüşmesine neden olacağı o an belki çok kısa sürüyor ama sanatın yaşamlarımız üzerindeki mucizevi dönüştürücü etkisini bir kez daha göstermiş oluyor. Kalplerimizi çarptırmayı başarabilen bir sanat eseri kısacık bir an için bile olsa ruhumuzu ilahi bir sonsuzlukla temas ettiriyor. Tıpkı aşk gibi…
Not: Çocukların kendi başlarına inceleyebileceği eserler de sunan sergi, özellikle tatil döneminde aileler için ideal bir seçenek oluşturuyor. 7 Nisan’a dek sürecek olan ve orijinal el yazmalarının röprodüksiyonlarının da yeraldığı sergiyi izlemeden önce,bu defterleri ve içindeki Da Vinci’nin özellikle genç sanatçılara yol gösteren notlarını okumak, sergide de karşımıza çıkan çizimlerini daha yakından incelemek isteyenler için “Leonardo’nun Defterleri, Büyük Ustadan Uygulamalı Dersler” (Arkadaş Yayıncılık) adlı kitabı tavsiye ederim.