Milliyet Sanat
Milliyet Sanat »Yazarlar » Elif Tanrıyar | Anka kuşu yeniden doğdu: “Füreya”

Anka kuşu yeniden doğdu: “Füreya”

21 Kasım 2017 - 10:11 | Füreya Koral İstanbul Manifaturacılar Çarşısı için yaptığı seramik duvar panosunun önünde (1966). Fotoğraf: Ara Güler
Seramiğin en önemli isimlerinden Füreya Koral’ın en kapsamlı retrospektif sergisi Akaretler Sıraevler’de açıldı
Hiç düşündünüz mü, bir sanatçı ne zaman ‘sizin sanatçınız’ olur? Eserlerine karşı özel bir beğeni duyduğunuzda mı, sanat felsefesi kadar kişisel yaşam felsefesi ve hayattaki duruşuyla da sizi etkileyip yeni kapılar açtığında mı, yoksa yaşam yolculuğunuz boyunca siz farkında olun ya da olmayın bilinçaltınızda türlü etkilerle size eşlik ettiğinde mi?
 
 
Bu soruyu kendim cevapladığımda, hiç kuşkusuz Füreya ‘benim sanatçılarımdan’… Ben onu, aynı birçokları gibi, farkında olmadan çok önceden tanımıştım çünkü. Hatta daha küçük bir kızken şehrin sokaklarında dolaşırken… Harbiye’deki Başak Sigorta ve Ziraat Bankası duvar panosunun yanından geçerken de, Unkapanı İMÇ duvarındaki ‘öpüşen kuşları’nı farkında olmadan zihnime kazırken de, Elmadağ’daki Divan Pastanesi’nin beni kendimden geçiren pastalarını seçmeye çalışırken, arka duvarda yer alan kuşları bana adeta göz kırparken de… O hep benim zihnimin derinliklerine ulaşıyordu aslında. Tam da hakiki bir sanatçının yaptığı gibi eserleriyle hayatın içinde öylesine bir doğallıkla bütünleşmişti ki ben farkında bile olmadan o bana ulaşıyor, beni dönüştürüyor ve etkiliyordu. Tıpkı şehrin pek çok diğer şanslı ‘görenleri’ gibi… Çünkü o sanatın müzelere hapsolmaması gerektiğini düşünen ve kendi eserlerinin de ‘yüksek sanat’ simgesi olarak görülmesine şiddetle karşı çıkan, tüm ruhuyla hakiki bir sanatçıydı. Ve özellikle de seramik sanatıyla mimariyi birleştiren özel bir çizgide yer alan eserleri de şehirle birlikte nefes alan yapılarıyla tam da bu gönlünden geçeni karşılıyordu.
 
Ben işte onu ilk böyle tanımaya ve farkında olmadan zihnimin gözleriyle görmeye başladım. Ama onu bilinçli olarak tanımam çok daha sonra gerçekleşti. Ayşe Kulin’in kaleme aldığı Füreya biyografisi aracılığıyla… Bu kitap sayesinde renklerini ve figürlerini farkında olmadan zihnimde ezberlediğim o seramik panoların tek boyutlu yüzeyinin arkasına geçtim adeta. Onları yaratan ellerin hangi yollardan geçerek onlara hayat verdiğini gördüm bir anlamda. Kulin, kitabında yalnızca bir sanatçının nasıl evrildiğini anlatmıyordu. Önce politik sonra da kültürel hayatımıza çok büyük etkileri olan köklü ve değerli bir ailenin ferdi olan Füreya’nın hayatını; geri planda hem bu ailenin birbirinden renkli üyelerinin (Şakir Paşa, Fahrelnissa Zeid, Aliye Berger, Cevat Kabaağaçlı) yaşam öyküleri hem de -Atatürk’ün ve onun yakın çevresinin hikayesi de dahil olmak üzere- Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından 20. Yüzyıl sonuna dek tüm bir toplumsal tarihimizi de katarak anlatıyordu. O zaman anlamıştım. Karşımda tek değil, birden çok hayat yaşamış bir kadın vardı. Önce köklü ve varlıklı bir ailenin ferdi olarak geçirilen ayrıcalıklı yıllar ve edinilen yüksek bir hayat görgüsü… Ardından hayat standartları düşen bir ailenin gururlu fertlerinden biri olarak her türlü zorluğa karşı yaşam mücadelesi veren bir genç kadın… Sonra aşık ve kırgın bir kadın… Ardından eşi Kılıç Ali sayesinde Atatürk’ün en yakın dost meclisinde yer alan ve hatta kültürel birikimi, görgüsü ve zarafetiyle örnek bir Türk kadını olarak onu da etkileyen, adeta bir rol modeli olan, cemiyet hayatının da gıpta ettiği şık kadın… Sonra ölümün eşiğine kadar gelen ciğerleri hasta bir kadın… Ve tekrar küllerinden 30lu yaşlarının sonunda tanıştığı sanat sayesinde doğan bir kadın… Seramik gibi o dönemde ülkemizde pek de tanınmayan bir sanat türünün öncüsü olan vizyoner bir sanatçı… O sanatı geniş kitlelere tanıtıp, kendi yorumuyla mimariyle birleştirerek tüm bir şehrin yaşamına sokan, tüm bunların yanı sıra genç sanatçılar da yetiştiren eğitimci bir ruh… Her şeyden önce sürekli olarak yeniden doğmayı ve hep ileriye doğru yürümeyi başaran son derece güçlü, ayakları yere basan ve benzersiz bir kadın... Ve son olarak, tüm yaşamıyla bir rol modeli ve ilham kaynağı olan özel bir insan...
 
Fu¨reya Koral'ın İstanbul Divan Oteli ic¸in yaptıgı panodan bir detay (1968). Fotoğraf: Ali Konyalı & Tarkan Kutlu
 
Ne ilginçtir ki yaşamı boyunca adeta birkaç kez yeniden doğan Füreya, ölümünden tam yirmi yıl sonra bugünlerde de yine, bir anlamda yeniden doğdu. Başta seramik sanatı olmak üzere kültürel mirasımızın birçok farklı alanına destek vermeyi hedefleyen Kale Grubu, 60. kuruluş yıldönümü kutlamaları kapsamında, ilk çağdaş seramik sanatçılarımızdan Füreya Koral’ın aramızdan ayrılışının 20. yılı anısına, sanatçının bugüne kadar gerçekleştirilmiş en kapsamlı retrospektif sergisini hayata geçirdi. Geçtiğimiz hafta sonu kapılarını Akaretler Sıraevler’de açan ve Károly Aliotti, Nilüfer Şaşmazer ve Farah Aksoy küratörlüğünde sanatseverlerle buluşan sergi; sadece seramik alanında değil, seramik-mimari birlikteliğinin öncü isimlerinden biri de olan Füreya’yı anmak kadar anlamak da gerektiğinin önemini vurguluyor. Füreya’yı özgün bir bakış açısı ile sanatseverlerin karşısına çıkarmayı amaçlayan sergi, 1,500 m2’lik alana yayılıyor. Sergide yalnızca Füreya’nın ürettiği seramik nesneler, tabaklar, porselenler ve duvar panoları değil; aynı zamanda fotoğrafları, kişisel eşyaları ile aile bireylerine dair bilgi ve belgeler de sunuluyor.
 
'isimsiz', Evler serisinden, 10x10x10cm, seramik, Sara Koral Aykar Koleksiyonu.
 
Toplamda 200’e yakın eser, belge ve fotoğrafın yer alacağı sergide ayrıca Füreya’nıniç dünyası ve kendini gerçekleştirme hikayesi de anlatılıyor. Bu kapsamda; 40 yaşında seramikle bir anlamda yeniden doğan, sanatın iyileştirici ve dönüştürücü gücünü kendinde cisimleştiren Füreya’nın 1950’li yıllardan itibaren yaptığı tüm çalışmalar bir araya getiriliyor. Bunlar arasında; mürekkeple yaptığı desenlerden litografilerine, seramik tabaklarından dış mekan panolarına, evler serisinden en son çalışması olan Yürüyen İnsanlar’a kadar birçok eser bulunuyor.
 
Sergi mekanının en dikkat çekici yanı ise labirentimsi koridorlardan oluşuyor olması... Bu koridorlarda dolaşıp, ara sıra da beklenmedik sürpriz küçük mekanlarla karşılaşırken, adeta Füreya’nın hayatında dolaştığım hissine kapılıyorum. Sergi genel mekanı ise iki ana bölüme ayrılmış. Bunlardan birinde Füreya’nın kişisel yaşamı ve aile bireylerine dair bilgi ve belgeler sunulurken, sözünü ettiğim labirentimsi bir yol gibi uzanan diğer mekanda ise hem sanatçının ürettiği çok çeşitli eserlerini görüyor hem de bir anlamda Türkiye’deki çağdaş seramik sanatının gelişimini de izlemiş oluyoruz. Özellikle, İsviçre’de verem tedavisi gördüğü sırada ilk adımını attığı sanat çalışmalarını oluşturan ilk desen örneklerinden başlamak üzere karşınıza çıkan her bir eserde döneminin ötesinde bir farklılıkla karşılaştığınızı anlıyor ve hala bir tür tazelik içeren bu eserlerin güçlü söyleminden etkileniyorsunuz.
 
Füreya Koral'ın Ankara Anafartalar Çarşısı seramik panolarından bir imza detayı (1964). Fotoğraf: Oğuz Karakütük.
 
Sergi kapsamında özel olarak hazırlanan 475 sayfalık, kapsamlı ve büyük boy kitap ise yalnızca sanatçının sergide yer alan tüm eserlerini bir araya getirmekle kalmıyor, aralarından kimi onun yaşamına tanıklık da etmiş olan aralarında Alev Ebüzziya Siesbye, Candeğer Furtun, Rabia Çapa, Zeynep Oral, Ferit Edgü gibi isimlerin de yer aldığı değerli sanatçılar, sanat tarihçileri, çağdaş sanat isimleri ve dostlarının kaleminden, bu kez geri planda yaşam öyküsünü tutarak, özellikle sanatçı kişiliğinin oluşum sürecine ve bir sanatçı olarak taşıdığı özel değere yoğunlaşıyor. Yeğeni ve manevi kızı Sara Koral Aykar’ın ona yönelik yazdığı özel bir mektupla açılan kitapta, ayrıca serginin küratörleri ve kitabı da hazırlayan Karoly Aliotti, Nilüfer Şaşmazer ve Farah Aksoy’un metinlerinin yanı sıra Prof. Dr. Gül İrepoğlu’nun kaleme aldığı,Füreya’nın özel bir anıya sahip ‘gül’ broşunun nesiller boyu süren ilginç öyküsü de yer alıyor.
 
Aliotti, Şaşmazer ve Aksoy, kitabın çıkış noktasını ve diğer yayınlardan farkını şu sözlerle açıklıyorlar; “Füreya Koral özelinde karşılaşılan en kritik konulardan biri, sanatçının Şakir Paşa Ailesi etrafında örülü bir anlatıma sıkışarak, sanat tarihi yazımında, kavramsal bir diskur dahilinde yeterince değerlendirilememiş olmasıydı. Sergiye eşlik eden bu yayının çıkış noktası bu sorunun üzerine gitmek olsa da, değindiğimiz kaynak eksikliği sebebiyle kimi zaman aldığımız sonuçlar kaldı. Buna karşılık, bu yayın sayesinde ailesi, dostları, meslektaşları ve sanat alanından çağdaş isimlerin Füreya Koral’la ilgili anı, görüş ve değerlendirmelerini, sergi araştırmaları sırasında elde edilen tüm görsel malzemeyle aynı yerde toplayarak sanatçıyı farklı açılardan değerlendirme fırsatını yakalamış olduk.”
 
Füreya, Florya'daki Sırıklı Köşk'ün terasında (1935). Fotoğraf: Sara Koral Aykar Arşivi.
 
Kitapta yer alan yazarlardan Doç. Dr. Ahu Antmen ise “Füreya Koral henüz hayattayken yazılıp çizilenlerin yankıları ve etkileri, ölümünün üstünden 20 yıl geçmesine rağmen bugünlere ulaşır. Zaten kırılgan bir dalda uğraş vermiş bir sanatçının bugüne kalan kültürel tortusu olarak nitelendirilebilecek bir ‘Füreya miti’ diyebiliriz buna,” diyor ve ekliyor;“Sanatçıdan geriye kalanların pek çoğu ise ne yazık ki karşılaşmaların çok zor olduğu özel koleksiyonlarda ya da mekanlarda yaşıyorsa yaşıyor; herkese açık mekanlarda karşılaşılabilecek örneklerse, ne yazık ki hak ettikleri değeri görmüyor.”
 
Ne mutlu bize ki ölümünden 20 yıl sonra, ona dair yapılmış bu en kapsamlı retrospektif sergi sayesinde bu örneklere yakından bakma şansına sahip oluyor, ulaşamadıklarımıza dair ise bilgi sahibi oluyoruz. Küllerinden sürekli doğan bir Anka kuşu misali bir yaşam süren Füreya, özellikle kuş figürlü eserleriyle tanınırdı. İşte o kuş şimdi yeniden doğdu ve hem kendi kanatlarının hem de kuşlarınınkinin rüzgarını, o en uzak diyardan bile bize ulaştırmayı başardı...
 
Not: 18 Ocak tarihine kadar sürecek sergi kapsamında ayrıca “Füreya Atölye Buluşmaları” başlığı altında çeşitli söyleşiler de gerçekleştirilecek. 25 Kasım’da gerçekleşecek ilk buluşmanın konuğu ise Füreya kitabının yazarı Ayşe Kulin olacak.