Her rolü devleştiren aktöre veda
Hiçbir zaman jübile yapmak istemiyordu, öyle de oldu, seyircisinden hiç kopmadıASU MARO
Onu tanıyan herkesin ilk gözlemi, hayretle ve hayranlıkla, her şeyin; sesli - sessiz, canlı - cansız her şeyin taklidini yapabilmesi, hatta ona 'dönüşebilmesi'ydi. 2007 senesinde yayınlanan "İki Kalas Bir Heves" adlı nehir söyleşi kitabını yazan Emine Algan "Kar yağıyordu böyle, dediğinde, kar tanesi olup gökten yağdı, üstüme üstüme geliyor, derken fareden korkan adam oldu, fare oldu, mektup oldu, musluk oldu, musluktan damlayan su oldu, rakı kadehi oldu, soba borusuna tırmanmaya çalışan sansar oldu, Galatasaray Lisesi'nin duvarını tırmanan kertenkele oldu. Bu kitapta adı geçen herkes ve nesne oldu Erol Günaydın..." diye anlatıyordu bu hali... Zaten tiyatroyla alakası olmayan bir ailede doğan Trabzon Akçaabatlı genci ömürlük aşkı tiyatro sahnesine ilk çıkaran da bu yeteneği olmuştu.
"Eşkiya torunuyuz"
16 Nisan 1933'de gözlerini açtığı Akçaabat, bir masal ülkesiydi Erol Günaydın için. Derelerde tepelerde, çiçeklerle böceklerle haşır neşir geçti çocukluğu. Doğadan ne öğrendiyse cebinde taşıdı hep, yeri gelince çıkardı, sahneye koydu. Ailesi, adına türkü bile yakılan Kiziroğulları sülalesinden geliyordu, "Eşkiya torunuyuz," derdi, şaka yollu. Amcası kan davasında vuruldu, babası 'Kizirin Kazım' da, İstanbul'a getirdi ailesini.
Aslında doktor olmak istiyordu

Karadeniz şivesi yüzünden alay konusu oldu bir süre, ama soba borusuna tırmanan sansar olan adam onu mu halletmeyecek... İlkokuldan sonra Galatasaray Lisesi'ne girdi, ilk seyircileri sınıf arkadaşlarıydı. Beşiktaş Bahçesi'nde izlediği İsmail Dümbüllü'nün taklitlerini yapar, sınıfı kırar geçirirdi. Kiziroğulları'nın torunu ya, elinde tabancayla kovboyculuk oynarken çıkardığı kurşun sesi nedeniyle 'Tijın' idi lakabı. Aslında doktor olmak istiyordu ama okulda tiyatro seçmeleri yapılınca yeteneğini bilen arkadaşları top sahasından alıp sahneye çıkarttılar onu, Haldun Taner ve Ahmet Kutsi Tecer'in karşısına. Böyle başladı tiyatro macerası ve dersleri asıp peşpeşe sınıfta çakmaları. Hayvan taklitleri yapa yapa La Fontaine'den masallar anlattığı öğrenci matineleri, Özdemir Asaf’la gece gezmeleri, Edip Cansever’le meyhane maceraları, okuldan kaçıp Attila İlhan'la Baylan’a gitmeler... Çok renkli bir gençliği oldu, konservatuvar eğitimine ihtiyaç duymayacak kadar yetiştirdi kendini.
En büyük gelir at yarışından
Liseden sonra Haldun Dormen'le tanıştı ve 1956 yılında "Papaz Kaçtı" oyunuyla tiyatrodan ilk parasını kazandı. Bir yıl Ankara Devlet Tiyatrosu’nda çalıştıktan sonra tekrar Dormen'e geçti. Küçük Sahne, Kenterler, Ses Tiyatrosu, kendi ifadesiyle "Türkiye’de ne kadar tiyatro varsa hepsinde oynadı". Son evi Ortaoyuncular'da "Soyut Padişah"ta, "İstanbul'u Satıyorum"da, "Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı"da oynadı. Geçimini sağlamak için aynı anda iki tiyatroda çalıştığı dönemler olsa da hayatında en büyük parayı at yarışından kazandı.

"Güzel Bir Gün İçin"
1960'ta Sami Ayanoğlu'nun "Yeşil Kurbağalar" filmiyle sinemaya adım attı. Yeşilçam'ı hiçbir zaman benimsemedi ama senaryosunu da yazdığı "Güzel Bir Gün İçin" filmiyle 1967'de Altın Portakal'dan hem senaryo, hem yardımcı erkek oyuncu ödüllerini aldı, aralarında Lütfi Akad'ın "Düğün" ve "Diyet"inin de olduğu 100'e yakın filmde oynadı, bir o kadarında da seslendirme yaptı. Zaten sesi yüzü kadar ünlüydü her zaman. Bir dönemin çocukları için çok sevilen 'Ayi Yogi'nin sesiydi mesela. Ama yıllar sonra tek kelime konuşmadığı "Hırsız Polis" dizisindeki rolüyle müthiş ses getirdi ve kendi de şaştı bu işe. Kah Nasreddin Hoca olarak çıktı seyircinin karşısına, kah zenne... Meddahlık geleneğinin son temsilcilerindendi.
Şöhret değil, "tanıdık"

Küçük rolleri sevdi hep. 2007'de Milliyet'te Miraç Zeynep Özkartal'a “Çaydaki şeker gibidir küçük rol, tat verir” demişti. Bir de kendine güveniyordu tabii, öyle dev 'küçük rol'leri olmuştu ki... "Bana" diyordu, "Karşıdan karşıya geçen şemsiyeli adam rolü verin, oradan öyle bir geçerim ki, insanlar unutamaz." Şöhret değil, 'tanıdık' diye tanımlıyordu kendisini. En 'tanıdık' haliyle, Okan Bayülgen'in Disko Kralı'nda 'müdavim konuk' olarak bulundu bir ara.
"Hırsız Polis" dizisiyle aynı dönemde, Emre Altuğ'un klibiyle de gelmişti gündeme. Kaybettiği karısının boş tekerlekli sandalyesini o varmış gibi gezdiren bir adamı oynuyordu. Kısa süre sonra 40 yıllık karısını, Ayşe, Günfer ve Fatoş adlı üç kızının annesi Güneş Hanım'ı kaybetti o da... Kenter'lerle gittiği İzmir turnesinde 'Şapka' Ertekin'in kafesinde tanıyıp aşık olduğu, birlikte geçen 40 yılın her anını ayrı güzel hatırladığı Güneş Hanım'ı...
Hiçbir zaman jübile yapmak istemiyordu, öyle de oldu, seyircisinden hiç kopmadı. Bu yaz Gümüşlük'te sevenleriyle sohbet ediyordu, sağlığının el verdiği kadar... 6 Eylül’de Bodrum'da solunum, dolaşım ve böbrek yetmezliği nedeniyle tedavi altına alındığını duyduk... 22 Eylül’de İstanbul Acıbadem Kadıköy Hastanesi'ne getirildiğini... 15 Ekim saat 14.45'te ise Güneş Hanım'a, Altan Erbulak'a, Cahit Irgat'a ve diğer can dostlarına kavuştuğunu...
Erol Günaydın, yarın 13.30'daki törenle son kez Ses Tiyatrosu sahnesine çıkıp Teşvikiye Camii’nde kılınacak ikindi namazının ardından Feriköy Mezarlığı’na, Güneş Günaydın'ın yanına defnedilecek.
"Kayıplarla beraber yaşıyorum ben, onları öldürmüyorum ki. Altan’ı (Erbulak) yaşatıyorum. Arkadaşlarımı, dostlarımı düşünüyorum. Yaşıyorlar, onlar varlar. Nasıl olsa bir gün buluşacağız. Bu böyle yarım kalmaz." İki yıl önce, kendisiyle Kuraldışı Dergi için konuşan Berin Yavuzlar'a böyle anlatıyordu, hayatındaki kayıplarla nasıl başa çıktığını... Şimdi onu yaşatma sırası bizlerde... Geride bıraktığı, tekrar tekrar canlandırılacak o kadar çok anı var ki...
Onu tanıyan herkesin ilk gözlemi, hayretle ve hayranlıkla, her şeyin; sesli - sessiz, canlı - cansız her şeyin taklidini yapabilmesi, hatta ona 'dönüşebilmesi'ydi. 2007 senesinde yayınlanan "İki Kalas Bir Heves" adlı nehir söyleşi kitabını yazan Emine Algan "Kar yağıyordu böyle, dediğinde, kar tanesi olup gökten yağdı, üstüme üstüme geliyor, derken fareden korkan adam oldu, fare oldu, mektup oldu, musluk oldu, musluktan damlayan su oldu, rakı kadehi oldu, soba borusuna tırmanmaya çalışan sansar oldu, Galatasaray Lisesi'nin duvarını tırmanan kertenkele oldu. Bu kitapta adı geçen herkes ve nesne oldu Erol Günaydın..." diye anlatıyordu bu hali... Zaten tiyatroyla alakası olmayan bir ailede doğan Trabzon Akçaabatlı genci ömürlük aşkı tiyatro sahnesine ilk çıkaran da bu yeteneği olmuştu.
"Eşkiya torunuyuz"

Aslında doktor olmak istiyordu

Karadeniz şivesi yüzünden alay konusu oldu bir süre, ama soba borusuna tırmanan sansar olan adam onu mu halletmeyecek... İlkokuldan sonra Galatasaray Lisesi'ne girdi, ilk seyircileri sınıf arkadaşlarıydı. Beşiktaş Bahçesi'nde izlediği İsmail Dümbüllü'nün taklitlerini yapar, sınıfı kırar geçirirdi. Kiziroğulları'nın torunu ya, elinde tabancayla kovboyculuk oynarken çıkardığı kurşun sesi nedeniyle 'Tijın' idi lakabı. Aslında doktor olmak istiyordu ama okulda tiyatro seçmeleri yapılınca yeteneğini bilen arkadaşları top sahasından alıp sahneye çıkarttılar onu, Haldun Taner ve Ahmet Kutsi Tecer'in karşısına. Böyle başladı tiyatro macerası ve dersleri asıp peşpeşe sınıfta çakmaları. Hayvan taklitleri yapa yapa La Fontaine'den masallar anlattığı öğrenci matineleri, Özdemir Asaf’la gece gezmeleri, Edip Cansever’le meyhane maceraları, okuldan kaçıp Attila İlhan'la Baylan’a gitmeler... Çok renkli bir gençliği oldu, konservatuvar eğitimine ihtiyaç duymayacak kadar yetiştirdi kendini.
En büyük gelir at yarışından
Liseden sonra Haldun Dormen'le tanıştı ve 1956 yılında "Papaz Kaçtı" oyunuyla tiyatrodan ilk parasını kazandı. Bir yıl Ankara Devlet Tiyatrosu’nda çalıştıktan sonra tekrar Dormen'e geçti. Küçük Sahne, Kenterler, Ses Tiyatrosu, kendi ifadesiyle "Türkiye’de ne kadar tiyatro varsa hepsinde oynadı". Son evi Ortaoyuncular'da "Soyut Padişah"ta, "İstanbul'u Satıyorum"da, "Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı"da oynadı. Geçimini sağlamak için aynı anda iki tiyatroda çalıştığı dönemler olsa da hayatında en büyük parayı at yarışından kazandı.

"Güzel Bir Gün İçin"
1960'ta Sami Ayanoğlu'nun "Yeşil Kurbağalar" filmiyle sinemaya adım attı. Yeşilçam'ı hiçbir zaman benimsemedi ama senaryosunu da yazdığı "Güzel Bir Gün İçin" filmiyle 1967'de Altın Portakal'dan hem senaryo, hem yardımcı erkek oyuncu ödüllerini aldı, aralarında Lütfi Akad'ın "Düğün" ve "Diyet"inin de olduğu 100'e yakın filmde oynadı, bir o kadarında da seslendirme yaptı. Zaten sesi yüzü kadar ünlüydü her zaman. Bir dönemin çocukları için çok sevilen 'Ayi Yogi'nin sesiydi mesela. Ama yıllar sonra tek kelime konuşmadığı "Hırsız Polis" dizisindeki rolüyle müthiş ses getirdi ve kendi de şaştı bu işe. Kah Nasreddin Hoca olarak çıktı seyircinin karşısına, kah zenne... Meddahlık geleneğinin son temsilcilerindendi.
Şöhret değil, "tanıdık"

Küçük rolleri sevdi hep. 2007'de Milliyet'te Miraç Zeynep Özkartal'a “Çaydaki şeker gibidir küçük rol, tat verir” demişti. Bir de kendine güveniyordu tabii, öyle dev 'küçük rol'leri olmuştu ki... "Bana" diyordu, "Karşıdan karşıya geçen şemsiyeli adam rolü verin, oradan öyle bir geçerim ki, insanlar unutamaz." Şöhret değil, 'tanıdık' diye tanımlıyordu kendisini. En 'tanıdık' haliyle, Okan Bayülgen'in Disko Kralı'nda 'müdavim konuk' olarak bulundu bir ara.
"Hırsız Polis" dizisiyle aynı dönemde, Emre Altuğ'un klibiyle de gelmişti gündeme. Kaybettiği karısının boş tekerlekli sandalyesini o varmış gibi gezdiren bir adamı oynuyordu. Kısa süre sonra 40 yıllık karısını, Ayşe, Günfer ve Fatoş adlı üç kızının annesi Güneş Hanım'ı kaybetti o da... Kenter'lerle gittiği İzmir turnesinde 'Şapka' Ertekin'in kafesinde tanıyıp aşık olduğu, birlikte geçen 40 yılın her anını ayrı güzel hatırladığı Güneş Hanım'ı...
Hiçbir zaman jübile yapmak istemiyordu, öyle de oldu, seyircisinden hiç kopmadı. Bu yaz Gümüşlük'te sevenleriyle sohbet ediyordu, sağlığının el verdiği kadar... 6 Eylül’de Bodrum'da solunum, dolaşım ve böbrek yetmezliği nedeniyle tedavi altına alındığını duyduk... 22 Eylül’de İstanbul Acıbadem Kadıköy Hastanesi'ne getirildiğini... 15 Ekim saat 14.45'te ise Güneş Hanım'a, Altan Erbulak'a, Cahit Irgat'a ve diğer can dostlarına kavuştuğunu...
Erol Günaydın, yarın 13.30'daki törenle son kez Ses Tiyatrosu sahnesine çıkıp Teşvikiye Camii’nde kılınacak ikindi namazının ardından Feriköy Mezarlığı’na, Güneş Günaydın'ın yanına defnedilecek.
"Kayıplarla beraber yaşıyorum ben, onları öldürmüyorum ki. Altan’ı (Erbulak) yaşatıyorum. Arkadaşlarımı, dostlarımı düşünüyorum. Yaşıyorlar, onlar varlar. Nasıl olsa bir gün buluşacağız. Bu böyle yarım kalmaz." İki yıl önce, kendisiyle Kuraldışı Dergi için konuşan Berin Yavuzlar'a böyle anlatıyordu, hayatındaki kayıplarla nasıl başa çıktığını... Şimdi onu yaşatma sırası bizlerde... Geride bıraktığı, tekrar tekrar canlandırılacak o kadar çok anı var ki...
