Doğu’nun kadınlarına Venedik’ten ödül geldi
17 Kasım 2013 - 12:11 | Mizgin Müjde Arslan ve Emine Korkmaz, Bülent Öztürk'ün yönettiği kısa metrajlı film "Küçük Pencereli Evler"in başrolünde.Bülent Öztürk’ün ‘kurban kadınların ruhlarının haykırışı’ dediği ‘Küçük Pencereli Evler’, Venedik’te en iyi Avrupa kısa filmi ödülünü aldı. Öztürk ayrıca Avrupa Film Ödülleri’ne bu yıl aday olan tek Türk yönetmenNİL KURAL
Bu yılki Venedik Film Festivali’ne başvuran binlerce film arasından kısa film yarışmasına seçilen Bülent Öztürk’ün yönettiği “Küçük Pencereli Evler”, festivalden En İyi Avrupa Kısa Filmi Ödülü ile döndü. Ardından adayların geçen hafta açıklandığı 7 Aralık’ta verilecek Avrupa Film Ödülleri’nde Türkiyeli tek isim de “Küçük Pencereli Evler”le Bülent Öztürk oldu.
Öztürk’ün hikayesi 1975’te Şanlıurfa’nın Bağlarbaşı köyünde başlıyor, Belçika’ya uzanıyor. Yılmaz Güney’in “Yol”uyla başlayan bir sinema merakı karşılığını yıllar sonra buluyor, saygın ödüllere uzanan bir kariyerle devam ediyor. Urfa’dan 1990’larda Belçika’ya göçmesinin nedeni kapalı toplumda yaşadığı sıkıntılar ve o dönemdeki çatışmalı durum: “Urfa’nın bir köyündeydim, bunalımlar yaşayan, askere, üniversiteye gitmek istemeyen, Türkiye’den en azından köyünden çıkmak isteyen birisiydim. O kapalı toplumun altında çok eziliyordum. Çok iyi ama çok güçlü bir babam vardı. Hep onun oğlu olarak orada kalacağımı düşünüyordum, bu beni ürkütüyordu.” 16 yaşındayken biriktirdiği paralarla şehirden bir org alıp köye geliyor, “Köyde herkes deli diyor, şimdi org da almış. Biz bunu çalamayız, bunu çingeneler çalarlar diyorlar. Bir süre sonra baskılara dayanamayıp sattım orgu,” diyor.
1995’te Belçika’ya ilk gittiğinde de aradığını bulamıyor, bunalım devam ediyor: “Getto anlayışıyla karşılaştım. Sonra yaşadığım şehrin dışında bir köye gittim. Oraya yerleştim.” Sinemayı, Yılmaz Güney’i ve Yılmaz Güney sinemasını bilmediğini söyleyen Öztürk, günün birinde Belçikalı bir arkadaşı sayesinde “Yol”u izliyor. “Açıkçası ben o gün filmden çok şey anlamadım. Ama dedim ki, Türkiye’de yasak, adamın ismini ağzımıza alamıyoruz ama 5 bin km ötede bu film, bu eve girebilmiş. Ne kadar güçlü bir adammış, ne kadar güçlü bir yönetmenmiş, sinema nasıl güçlü bir şeymiş,” diye anlatıyor ama sinemayla yaşanan bu ilk büyülenişi “toprağın altına gömüyor”. Kaçak yaşadığı Belçika’da geçim kavgası veriyor, kamyonların arkasında çöp topluyor, seralarda çalışıyor, yönetmenliği düşünecek “lüksü” yok. Aradan 10 yıl geçtikten sonra hayatını değiştirmeye başlıyor: “2004-2006 arasında bağımsız bir sinema vardı, burada film izlemeye başladım. Siyasal bilimlere kaydoldum, kültür ve sanat yönetimi okudum, göçmen çocuklarla çalışmaya başladım. Sonrasında küçük bir kilim galerisi açıp eski kilimleri tamir ediyor ve sinemayı düşünüyordum.”
2007’de sinemanın vakti geldi diye düşünüyor, Brüksel’deki saygın sinema okulu Rits’e başvuruyor: “İnanamadım kabul edilince. İlk yıl 7 zayıfım vardı.” Sonrasında önce lisansı sonra da başarı derecesiyle yüksek lisansı tamamlıyor.
Bitirdikten sonra da diplomasına bakıyor, “Ben seninle ne yapacağım?” diye düşünüyor. 2011’de Van Depremi’nden sonra “Beklemek” adlı sonradan pek çok ödül kazanacak belgeseli çekmek üzere Van’a geliyor. Bu belgeselde yer alan 13 yaşındaki kız çocuğu Eso, “Küçük Pencereli Evler”in ortaya çıkmasının sebebi. “Beklemek”in çekimlerinden bir yıl sonra Eso’nun evlendirileceğini öğreniyor, “Özgür ruhlu bir kız çocuğuydu ve ailenin gözünün önünden onu yok etmek istediğini hissettim. Bütün bunları düşününce bazı şeylerin değişmediğini gördüm. Aklıma annemin başına gelenler geldi ve Kürt coğrafyasında sadece annemi konuşturabilirdim diye düşündüm. Belgesellerimde daha önce kadınlarla çalışmak istedim ama kocalarını ikna edemiyordum ve bu bana çok dokunuyordu,” diyor.
Annesinin 13 yaşında evlendirildiğini bilse de bu hakkında konuşmadıkları bir konu. Geçmişte annesini zorlamak istemiyor: “Çünkü insanlar zamanla yaralarını iyileştirdiklerini düşünüyorlar.” Sinemayla tanıştıktan sonra bunun üzerine gitmenin daha yararlı olacağını hissediyor. Bu sırada annesinin 6 yaşındayken kan davasına karşılık verildiğini öğreniyor. Annesiyle Kürtçe konuşabilecek birini ararken az bir tanışıkları olan yönetmen, yazar Mizgin Müjde Arslan aklına geliyor. Arslan teklifi kabul ediyor, ekiple birlikte çekime Urfa’ya gidiyorlar. Ancak çekimlerin dördüncü gününde devam edemeyeceklerini anlıyor: “Altı yaşından beri unutmak istediği bir durumu var. Dayanamadı çok kötü oldu, bizler de çok kötü olduk. Ağlama krizine girdi, duygusal depremler yaşadı. Sağlıksız olacağına karar verdik.”
Dönmeyi düşünüyorlar; Öztürk yaşanan acıya büyük bir öfke hissediyor. Derken, kısa bir kurmaca film çekmeye karar veriyorlar. Arslan’la ertesi gün birkaç saat içinde senaryoyu yazıyorlar, akrabalar, Arslan ve ilkokul arkadaşının rol aldığı “Küçük Pencereli Evler” çekiliyor. Kapalı toplumda başkalarının nasıl diğer bireyler hakkında karar alabildiklerini sorgulayan, bu kararların trajik sonuçlarına odaklanan ve altı yaşındaki bir çocuğun bir namus cinayeti karşılığında karşı aileye verilmesini konu alan filmde öfke hissediliyor. Film Venedik’e seçiliyor, Öztürk, “Bu, aslında biz çok yetenekli, çok akıllı olduğumuzdan olmadı, bu film kurban kadınların ruhlarının haykırışıydı” diyor. Filmin çekimleri 7 Eylül 2012’de başlamış, bir yıl sonra 7 Eylül 2013’de Venedik’ten En İyi Avrupa Kısa Filmi Ödülü geliyor.
Filmin aldığı ödül Belçika’da ses getiriyor. Öztürk’ün başrolünde Şevval Sam’ın yer alacağı kurmaca uzun metrajı “Mavi Sessizlik”in yolu açılıyor. Proje, Belçika’daki film fonundan olumlu onay alıyor. “Küçük Pencereli Evler” büyük kapılar açmaya devam ediyor.
Bu yılki Venedik Film Festivali’ne başvuran binlerce film arasından kısa film yarışmasına seçilen Bülent Öztürk’ün yönettiği “Küçük Pencereli Evler”, festivalden En İyi Avrupa Kısa Filmi Ödülü ile döndü. Ardından adayların geçen hafta açıklandığı 7 Aralık’ta verilecek Avrupa Film Ödülleri’nde Türkiyeli tek isim de “Küçük Pencereli Evler”le Bülent Öztürk oldu.
Öztürk’ün hikayesi 1975’te Şanlıurfa’nın Bağlarbaşı köyünde başlıyor, Belçika’ya uzanıyor. Yılmaz Güney’in “Yol”uyla başlayan bir sinema merakı karşılığını yıllar sonra buluyor, saygın ödüllere uzanan bir kariyerle devam ediyor. Urfa’dan 1990’larda Belçika’ya göçmesinin nedeni kapalı toplumda yaşadığı sıkıntılar ve o dönemdeki çatışmalı durum: “Urfa’nın bir köyündeydim, bunalımlar yaşayan, askere, üniversiteye gitmek istemeyen, Türkiye’den en azından köyünden çıkmak isteyen birisiydim. O kapalı toplumun altında çok eziliyordum. Çok iyi ama çok güçlü bir babam vardı. Hep onun oğlu olarak orada kalacağımı düşünüyordum, bu beni ürkütüyordu.” 16 yaşındayken biriktirdiği paralarla şehirden bir org alıp köye geliyor, “Köyde herkes deli diyor, şimdi org da almış. Biz bunu çalamayız, bunu çingeneler çalarlar diyorlar. Bir süre sonra baskılara dayanamayıp sattım orgu,” diyor.
1995’te Belçika’ya ilk gittiğinde de aradığını bulamıyor, bunalım devam ediyor: “Getto anlayışıyla karşılaştım. Sonra yaşadığım şehrin dışında bir köye gittim. Oraya yerleştim.” Sinemayı, Yılmaz Güney’i ve Yılmaz Güney sinemasını bilmediğini söyleyen Öztürk, günün birinde Belçikalı bir arkadaşı sayesinde “Yol”u izliyor. “Açıkçası ben o gün filmden çok şey anlamadım. Ama dedim ki, Türkiye’de yasak, adamın ismini ağzımıza alamıyoruz ama 5 bin km ötede bu film, bu eve girebilmiş. Ne kadar güçlü bir adammış, ne kadar güçlü bir yönetmenmiş, sinema nasıl güçlü bir şeymiş,” diye anlatıyor ama sinemayla yaşanan bu ilk büyülenişi “toprağın altına gömüyor”. Kaçak yaşadığı Belçika’da geçim kavgası veriyor, kamyonların arkasında çöp topluyor, seralarda çalışıyor, yönetmenliği düşünecek “lüksü” yok. Aradan 10 yıl geçtikten sonra hayatını değiştirmeye başlıyor: “2004-2006 arasında bağımsız bir sinema vardı, burada film izlemeye başladım. Siyasal bilimlere kaydoldum, kültür ve sanat yönetimi okudum, göçmen çocuklarla çalışmaya başladım. Sonrasında küçük bir kilim galerisi açıp eski kilimleri tamir ediyor ve sinemayı düşünüyordum.”
2007’de sinemanın vakti geldi diye düşünüyor, Brüksel’deki saygın sinema okulu Rits’e başvuruyor: “İnanamadım kabul edilince. İlk yıl 7 zayıfım vardı.” Sonrasında önce lisansı sonra da başarı derecesiyle yüksek lisansı tamamlıyor.
Bitirdikten sonra da diplomasına bakıyor, “Ben seninle ne yapacağım?” diye düşünüyor. 2011’de Van Depremi’nden sonra “Beklemek” adlı sonradan pek çok ödül kazanacak belgeseli çekmek üzere Van’a geliyor. Bu belgeselde yer alan 13 yaşındaki kız çocuğu Eso, “Küçük Pencereli Evler”in ortaya çıkmasının sebebi. “Beklemek”in çekimlerinden bir yıl sonra Eso’nun evlendirileceğini öğreniyor, “Özgür ruhlu bir kız çocuğuydu ve ailenin gözünün önünden onu yok etmek istediğini hissettim. Bütün bunları düşününce bazı şeylerin değişmediğini gördüm. Aklıma annemin başına gelenler geldi ve Kürt coğrafyasında sadece annemi konuşturabilirdim diye düşündüm. Belgesellerimde daha önce kadınlarla çalışmak istedim ama kocalarını ikna edemiyordum ve bu bana çok dokunuyordu,” diyor.
Annesinin 13 yaşında evlendirildiğini bilse de bu hakkında konuşmadıkları bir konu. Geçmişte annesini zorlamak istemiyor: “Çünkü insanlar zamanla yaralarını iyileştirdiklerini düşünüyorlar.” Sinemayla tanıştıktan sonra bunun üzerine gitmenin daha yararlı olacağını hissediyor. Bu sırada annesinin 6 yaşındayken kan davasına karşılık verildiğini öğreniyor. Annesiyle Kürtçe konuşabilecek birini ararken az bir tanışıkları olan yönetmen, yazar Mizgin Müjde Arslan aklına geliyor. Arslan teklifi kabul ediyor, ekiple birlikte çekime Urfa’ya gidiyorlar. Ancak çekimlerin dördüncü gününde devam edemeyeceklerini anlıyor: “Altı yaşından beri unutmak istediği bir durumu var. Dayanamadı çok kötü oldu, bizler de çok kötü olduk. Ağlama krizine girdi, duygusal depremler yaşadı. Sağlıksız olacağına karar verdik.”
Dönmeyi düşünüyorlar; Öztürk yaşanan acıya büyük bir öfke hissediyor. Derken, kısa bir kurmaca film çekmeye karar veriyorlar. Arslan’la ertesi gün birkaç saat içinde senaryoyu yazıyorlar, akrabalar, Arslan ve ilkokul arkadaşının rol aldığı “Küçük Pencereli Evler” çekiliyor. Kapalı toplumda başkalarının nasıl diğer bireyler hakkında karar alabildiklerini sorgulayan, bu kararların trajik sonuçlarına odaklanan ve altı yaşındaki bir çocuğun bir namus cinayeti karşılığında karşı aileye verilmesini konu alan filmde öfke hissediliyor. Film Venedik’e seçiliyor, Öztürk, “Bu, aslında biz çok yetenekli, çok akıllı olduğumuzdan olmadı, bu film kurban kadınların ruhlarının haykırışıydı” diyor. Filmin çekimleri 7 Eylül 2012’de başlamış, bir yıl sonra 7 Eylül 2013’de Venedik’ten En İyi Avrupa Kısa Filmi Ödülü geliyor.
Filmin aldığı ödül Belçika’da ses getiriyor. Öztürk’ün başrolünde Şevval Sam’ın yer alacağı kurmaca uzun metrajı “Mavi Sessizlik”in yolu açılıyor. Proje, Belçika’daki film fonundan olumlu onay alıyor. “Küçük Pencereli Evler” büyük kapılar açmaya devam ediyor.
Etiketler: Avrupa Film Ödülleri Bülent Öztürk Emine Korkmaz En İyi Kısa film Houses With Small Windows Küçük Pencereli Evler Mizgin Müjde Arslan namus cinayeti Nil Kural töre Venedik Film Festivali