Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Sinema » Büyüyememek üzerine bir romantik komedi

Büyüyememek üzerine bir romantik komedi

Büyüyememek üzerine bir romantik komedi01 Aralık 2014 - 11:12 | Sarp Apak ve Özge Özpirinçci, Tunç Şahin'in yönettiği "Karışık Kaset"in başrollerinde.
Uygar Şirin'in aynı adlı romanından Tunç Şahin'in uyarladığı "Karışık Kaset", bir kadın ve bir erkeğin 20 yıla yayılan karşılaşmalarını anlatıyor. Şirin ve Şahin ile filmi konuştuk
NİL KURAL
 
Tunç Şahin’in yönettiği, sinema yazarı ve senarist Uygar Şirin’in aynı adlı romanının uyarlaması ‘Karışık Kaset’, Ulaş adlı karakterin 10 yılda bir karşısına çıkan çocukluk aşkı İrem’le ilişkisini konu alıyor. Filmin ana karakteri Ulaş’ın Milliyet’te müzik yazarı olduğu “Karışık Kaset”, Tunç Şahin'in ilk filmi. Başrollerini Sarp Apak ve Özge Özpirinçci’nin paylaştığı, 21 Kasım’da gösterime giren filmi Tunç Şahin ve Uygar Şirin’le konuştuk.
 
Birlikte çalışma sürecinizi anlatabilir misiniz?
 
Tunç Şahin: Romanı basıma gitmeden arkadaşımın romanı olarak okudum. Çok sevdim. Ulaş’ı karakter olarak çok eleştirdiğimi hatırlıyorum. Hep “Bir film yapılması lazım bu hikayenin,” diye düşünüyorduk.
 
Uygar Şirin: Filmin uyarlanacağı belli olunca, taslak bir senaryo yazdım. Tunç (Şahin) çekmeye niyetlenince onu okudu. Yapımcı Ersan Çongar’a, “Bu, başka benim senaryolarıma ya da romanlarıma benzemiyor, çok özel bir hikaye. O yüzden ben buna böyle uyuz uyuz karışacağım haberin olsun,” dedim. Ama Tunç'la (Şahin) konuşurken “Biz bunu birlikte yazarsak sanki çok uğraşacağız, gereksiz zaman kaybedeceğiz,” gibi bir hisse kapıldım. Bir iki gün düşündüm, sonra dedim ki, “Ben olmayayım senaryoda.”
 
Tunç Şahin: 10 haftada yazdık. Mert H. Atalay’la bir yandan yazıyoruz, bir yandan da bir gerginlik var. Çünkü hiçbir fikrimiz yok Uygar (Şirin) nasıl tepki verecek diye. Uygar (Şirin) okuduktan sonra geldi, defterini açtı, “İkisi büyük, üçü orta olmak üzere beş tane notum var,” dedi. “Beş ise iyi, ilerleyebileceğiz,” diye düşündüm.
 
Kitabın da filmin de önemli olan Türk pop müzik tarihi ile ilgili olan bölüm nasıl farklılaştırıyor sizce hikayeyi?
 
Tunç Şahin: Üç aşağı, beş yukarı bence evrensel bir hikaye bu. Hayatta yapmak istediğin şeyi yapamamak, birtakım meseleleri çözemediğin için adım atamamak, büyüyememekle ilgili. Hikayeyi ‘buralı’ yapan, bu şartlar, bu müzikler, bu insanlarla geçiyor olması. 1990’lar, 2010’lar arasındaki belli bir sınıf bir takım gençlerinin gerçekliğini yakalamamızı sağladı müzik.
 
Uygar Şirin: Bir şeyleri anlama ve anlamlandırma ihtiyacı duyuyoruz sonuçta. Yani kimininki sinema, kimininki futbol… Ulaş için hayatı anlamlandırdığı şey müzik. Ulaş’ı yazmam çok kolay oldu. Çünkü “Benim için sinema neyse, Ulaş için müzik o,” dedim.
 
Roman, geçtiği dönemle ilgili mekanlar, müziklerle ilgili çok fazla referansa sahip. Bu, uyarlamada işinizi kolaylaştırdı mı?
 
Tunç Şahin: Türkiye’deki kültürel hayatın ne kadar değiştiği gösterdi. Şarkılar, seyrettiğimiz filmler, çizgi filmler, şunlar, bunlar değişiyor ama kitabın geçtiği yerlerin de tamamının değişmiş durumda. Biz filmi yaptıktan sonra bile İstiklal Caddesi üzerinde bir sürü şey değişti. Her şey inanılmaz bir devinimle değişiyor. Ne kadar erozyona uğradığını, bulmaya çalıştığın zaman fark ediyorsun.
 
Uygar Şirin: Kitabı yazarken iki tane anahtar kelimem vardı. Bir tanesi ‘eksiklik’ti. O yüzden aralara hep o eksikliği serpiştirmeye çalıştım. Mesela, diyelim Emek Sineması geçiyor, ben kitabın 2010’daki kısmında demedim ki “Emek kapandı.” ‘90’da Emek’in geçtiğini gördüğünüz zaman, biz okur olarak diyeceğiz ki, “Emek artık burada yok!”
 
Tunç Şahin ve Uygar Şirin. Fotoğraf: Hüseyin Özdemir
 
Filmde hikayesi dışındaki en temel şeylerden biri baba ile oğul arasındaki mevzu. Bu ilişkiyi nasıl kurdunuz kafanızda?
 
Tunç Şahin: Ulaş ile babasının paralelliği, bel kemiğini oluşturuyor senaryonun. İrem ile ilişkide de bizim için önemli olan Ulaş’ın baba ile arasındaki meselesini çözmesiydi.
 
Uygar Şirin: Ben şu niyetle çıkmıştım yola, filmde de var o; birbiriyle çatışan iki kuşak, aslında hani bu şekilde söyleyince biraz daha net ve naif duruyor ama ancak birbirlerinden bir şeyler aldıkları zaman tam oluyorlar.
 
İrem karakteri romantik komedilerde alışılan kalıpların bir hayli dışında.
 
Tunç Şahin: İrem gerçekten bizim en büyük derdimiz ve sevdamızdı senaryoyu yazarken. Çünkü yokluğuyla da var romanda. İrem öyle bir kız ki, karşısına bir duvar çıktığında herkesten önce o duvardan atlayan ve insanları oraya alan bir karakter. İrem bir sorunla karşılaştığında, çözemezse oradan ayrılıp giden, dönüşen ve insanları da dönüştüren, cesur ve risk almaya açık bir karakter. Bu yüzden İrem’in girdiği her lafa, her diyaloga, giydiği her kıyafete Özge Özpirinçci ile çalışırken de çok dikkat ettik.
 
Filmde 18 şarkı var ve şarkılar önemli yer tutuyor. Onları filme seçme süreci nasıl oldu?
 
Tunç Şahin: Filme koymak isteyeceğimiz şarkılar hala daha çıkıyor. Ama yazarken, bir nokta dedik ki, 35 şarkı oldu, hiç durmadan çalacak. O şarkılar nereye hizmet ediyorlar, gerçekten bir manaları var mı diye, orada bir şarkı çalması gerekiyor ve nasıl bir şarkı çalması gerekiyor diye konuşmaya başladık ve işte 18 şarkı kaldı.
 
İsterseniz, Sezen Aksu’ya bir parantez açalım, filmde önemli bir yerde.
 
Tunç Şahin: Ulaş için de Sezen Aksu çok özel. Her ne yaparsa yapsın, bizim görebileceğimizden çok daha fazlasını görüyor Sezen Aksu’ya baktığında. Sezen Aksu’nun gerçekten kendisine bir şeyler anlatmak istediğini düşünecek kadar naif bir karakter. Bunların hepsinden toplamda hayatının anlamını çözdüğünü düşünüyor.