Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Sinema » “Ferry ile çaldım ama..."

“Ferry ile çaldım ama..."

“Ferry ile çaldım ama..."05 Nisan 2013 - 09:04 | Mike Figgis ve Nil Kural. Fotoğraf: Hüseyin Özdemir
1996 yapımı "Elveda Las Vegas / Leaving Las Vegas" ile Oscar adaylığı alan İngiliz yönetmen Mike Figgis, 2000'lerin başından beri deneysel sinemaya yönelmiş durumda. İstanbul Film Festivali'nin konuklarından Figgis ile Milliyet gazetesi sinema eleştirmeni Nil Kural görüştü...NİL KURAL

Dijital sinemaya ilk geçen isimlerden olan, 2000’lerin başından beri daha deneysel filmleri tercih eden İngiliz yönetmen Mike Figgis, yeni kara filmi “Suspension of Disbelief”i sunmak üzere 32. İstanbul Film Festivali’nin konuğu oldu. 1996’da yönettiği "Elveda Las Vegas / Leaving Las Vegas", En İyi Yönetmen ve senaryo dallarında Oscar adayı olmasının yanı sıra Nicolas Cage’e En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazandırdı.

Kariyerine müzisyen olarak başlayan, üstelik bir dönem Byran Ferry'nin ilk grubunda klavye çaldı; her zaman müzisyenliği sürdürdü.

"Gördüğüne İnan / Suspension of Disbelief", yön. Mike Figgis, 2012.


15 yıllık bir Hollywood maceranız oldu, Hollywood’dan neden ayrıldınız?

Kişisel tercihler nedeniyle ayrıldım. Aslında “Leaving Las Vegas”ım yaptığı dönemde Hollywood’u bırakmaya çalışıyordum, o benim veda şarkım olacaktı. Bu filmi ben seçmedim, o beni seçti çünkü çok güzel bir romandı; çok karanlık bir roman. Bakıp Hollywood için asla olmayacağına karar verdim. Film için parayı Fransa’da bulup, ABD’de çektim. Bittiğinde kimse almak istemedi. Bunlar da beni otomatik olarak Avrupa’ya götürdü. Sonra film ortaya çıkınca garip bir şekilde başarılı oldu. Sadece Hollywood’a geri dönmekle kalmadım, herkes benden çok hoşlanıyordu. Popülerdim, herkes bana para ve senaryo teklif ediyordu. Sonra “One Night Stand”i çektim. Sonrasında Hollywood ile Avrupa arasında mekik dokuyordum ama zihinsel olarak Avrupa’ya dönmüştüm. Sonra ilahi bir müdahale oldu. Bacağımı birkaç yerden çok kötü şekilde kırdım, 6 ay tekerlekli sandalyedeydim, seyahat etmem mümkün olmadı, ben de Los Angeles’daki evimi boşaltıp, Avrupa’ya taşındım. Hollywood’dan ayrılmanın tek yolu başarısızlık yaşamak... Böylece sistemde nelerin nasıl işlediğini öğreniyorsunuz. Piramidi görme imkanınız oluyor, gerçekler ortaya çıkıyor.

Fotoğraf: Hüseyin Özdemir


Ne oluyor başarısızlık yaşayınca?

Hollywood’un şöyle bir yönü var. Hafızası yok ama kötü hafızası da yok. Sürekli başarısız olsan da, sonunda geri dönecek başarılı bir film çekebilirsin diye düşünülüyor. Stüdyolarla marjinal bir ilişkim oldu. 5 yıl gitmediğim de oldu. Psikolojik yönden yaklaşırsam film endüstrinden büyülendiğimi söyleyebilirim. Mesela dijital devrimin stüdyolar üzerindeki etkisini çok merak ediyorum.
Dijitale ilk geçen yönetmenlerden birisiniz. Avantajı neydi?
Benim için Fransız Yeni Dalgası anı gibiydi. O dönemde de küçük bir kamerayla ve portatif bir kayıt cihazı ile dış mekanlarda çekim yapılıp “Serseri Aşıklar”ın ortaya çıkabileceği kanıtlandı. Şimdi bir sanat eseri. Ama stüdyolar araba sanayi gibi Yeni Dalga’dan bir şeyler alıp, bildikleri büyük filmler yapma yoluna devam ederler. Herkes takip ederler, bağımsız sinemacılar bile. Hiçbir şey değişmez. Sonra dijital devrim gelir ve Dogma gibi bir akım ortaya çıkar. Stüdyoda korkunun kokusunu alabilirsin, işlerini kaybetmenin korkusunun... “Hotel” ve “Timecode” gibi dijital filmlerimi çektiğim dönemi hatırlıyorum, endüstrideki insanlar bana karşı çok kaba ve saldırgandı. Çünkü dijitale geçişin gelirlerini etkileyebileceğini, ikinci evin, arabanın gidebileceğini gördüler. Estetik olarak değil, ekonomik olarak büyük bir direnç gösterdiler. Genç yönetmenlere dijitalle hiç para harcamadan film çekebileceklerini söylediğimde, onlar da korkuyor. Çünkü para bulamadıkları için film çekememiş olmayı tercih ediyorlar.

Bryan Ferry ile birlikte çaldığınız bir müzik kariyeriniz var. Yönetmenliğe geçmesem ve burada devam etsem ne olurdu diye düşünüyor musunuz?

O zamanlar ne olacağını biliyordum. Müzik dünyası çok sınırlı bir dünya. Trompet asıl alanım ama klasik gitar da bilirim. Tembellik olarak algılamayın ama gitarist olarak rekabete girmek için ne kadar çalışılması gerektiğini biliyorum. Milyonlarca diğer gitaristle rekabet etmek için bütün günü pratikle geçirmek lazım. Benim için müzik anlamak, sosyal ortamlarda çalabilmek ve filmde müziği kullanabilmek yeterliydi. Eric Clapton veya John Williams olacak halim yoktu.

Hollywood’dan şikayetçisiniz, stüdyo patronları dışında oyuncular da aynı düzeyde içinde mi?

Hollywood’un iyi yönlerinden biri sistem olarak kumar gibi olduğunu herkes farkında. Bir felaket olur ve stüdyo şefi kovulur ama sonra bakarsınız başka bir stüdyonun başına geçmiş, futbol gibi düşünün. Aktörlere gelirsek, benim aktör yönetmeni diye bir ünüm var mesela. “Aaa Mike mı, aktörlerle arası iyi” derler. Ama aktör “Mike’ı çok seviyorum” dese de, ajansı o aktörü “Mike’ın uzun süredir hit filmi yok” diye tersine ikna ederler. Bunun en tepedeki aktörler için geçerli olduğunu biliyorum. Bir aktör tepeye çıkar, sonra kötü seçimler yaparsa, ünü düşmeye başlar. Ama ajanslar, adını iyiye çıkaracak saygın projelere koymak yerine, aynı miktarda para alsın diye aktörü özellikle üst üste kötü filmlere koyarlar.