Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Müzik » "Hayatımda keşke diye bir şey yok"

"Hayatımda keşke diye bir şey yok"

"Hayatımda keşke diye bir şey yok"30 Mart 2018 - 10:03
18. albümü After the Hurricane'i New York'ta toplam dört saatte kaydeden Türkiye'nin en önemli caz piyanistlerinden Kerem Görsev ile hem bu çalışması hem de müzik yaşantısı üzerine konuştuk.

İhsan Dindar - Milliyet Sanat

 

After the Hurricane albümünde her şarkının bir hikayesi bir adanmışlığı var. Dilerseniz anlatmaya bundan başlayalım.

Bugüne kadar yaptığım 18 albümümde hep bir yaşanmış bir olay ve birey vardır. Bu bir insan da oluyor, bir hayvan da oluyor, bir ağaç da oluyor. Burada da evet, her parçanın bir kahramanı ve hikayesi var. O hikayeler de notaya döktük, çaldık. New York’ta yemek molası dahil dört saatte kaydettik.

 

 

Tam da o noktaya gelecektim. Dört saatlik bir kaydın ardından ortaya 18. albümünüz çıktı.  Ferit Odman gibi önemli bir isimle gerçekleştirdiniz bunu.  Sizden albümün kayıt sürecini öğrenebilir miyiz?

Bu projeyi ben önce beynimde yazdım, bitirdim. Sonrasında Ferit Odman ile Bodrum’da evimde piyano ve davul çalıştık. Formlarını hazırladık. Hangi soloları kimin çalacağını belirledik. Notalar yazıldı. Ondan sonra New York’a gittik, bir sound check yaptık ve çaldık. Yani mesele olayın beyinde bitmesi. Aynı zamanda çok profesyonel bir ekiple yaptık. Kayıtların miksini de orada yaptık. Masteringi de Grammy ödüllü bir isim yaptı. Tüm bu işlerle aslında Ferit Odman uğraştı. Prodüktörlüğünü o üstlendi. Eskiden hep ben uğraşırdım. Bu sefer tüm ayarlamaları Ferit Ordam halletti ve albüm ortaya çıktı.

 

 

 

 

New York’u seçmenizin nedeni nedir?

New York’ta çok kayıt gerçekleştirdim. Bir de şu var, New York tüm sanatların amiral gemisi. Çok stüdyolar bulabiliyorsunuz orada. Çok iyi tonmeister ve ses mühendisliği yapanlar var. 6 albüm kaydımı New York’ta gerçekleştirdim.

 

 

18 albüm var ortada. Bu noktada Türkiye’de cazın geldiği noktayı nasıl buluyorsunuz?

Türkiye’de cazın bu noktaya gelmesinde İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın katkısı çok büyüktür. İKSV’nin Caz Festivali bu yıl 25. yaşını kutluyor. Ama bundan 35-40 yıl önce de şimdiki Lütfi Kırdar, o zamanın Spor Sergi Salonu’na Oscar Peterson da geldi, Miles Davis de geldi. Gelmeyen dünya devi kalmadı. Ondan sonra İKSV festivalleri film, müzik, tiyatro, caz diye ayırdı. Caz Festivali 25 yıldır ayrı bir organizasyon olarak yoluna devam ediyor. Temmuz ayında İstanbul Caz Festivali sonrası Akbank Caz Festivali başlar. Garanti Caz Yeşili, Zorlu Caz Festivali, İş Sanat’ta da etkinlikler oluyor. Nardis’i de katarsak. İstanbul’da 365 gün nitelikli caz konserleri yapılıyor. Böylece bu iş de yayılıyor. Belki bu röportajdan sonra da birileri caz nedir diye merak edip bakacaktır.

 

 

Daha önce St. Petersburg Filarmoni, Londra Filarmoni, Prag Filarmoni gibi orkestralarla çalıştınız. Devamını getirmek ister misiniz?

Geçen sene Spring Water albümünü Los Angeles Filarmoni ile çaldık mesela. Gelecek için de planlarım var. 2020’de yapacağım albümün projesi bile hazır. Bunlar beni hayata bağlıyor ve diri tutuyor. Tabii ki cazla ilgili olan hedefler…

 

 

Bir albümünüze yaşadığınız Emirgan semtinin adını verdiniz. Başka bir projede, yine bir İstanbul semtini öne çıkaracak mısınız?

Şu an için öyle bir şey yok. Hiçbir projemde öyle düşünmüyorum. Son albümüm After the Hurricane öncesi de bir takım olaylar yaşadım ve bu albüm ortaya çıktı. Böyle oluyor bu işler.

 

 

Geçtiğimiz yıl Ernie Watts ile İstanbul’da birlikte sahne aldınız. Nasıl bir duyguydu bu? Bir de ek olarak şunu sormak istiyorum, “şu isimle de çalsam artık tamamdır” dediğiniz biri var mı?

Yok öyle bir şey. Ölene kadar herkesle çalacağız. Ama aynı kafada olup aynı müziğe inanan, aynı samimiyetle müzik notasına basan, her notayı hissederek, düşünerek basan insanlarla müzik yaparım.

 

 

Mesela şu an kiminle birlikte müzik yapmak isterdiniz?

Yani ölen efsaneler var. Onları unutamıyorum. Mesela Bill Evans. O benim gurum. Onun yüzünden bu müziğe başladım. Kısmet neyse o olur. İstediğim herkesle müzik yapmak çabasındayım. Onlar da gerçekleşiyor ufak ufak.

 

 

 

 

Kerem Görsev Quartet ve Kerem Görsev Trio projeleriniz var. Bu çalışmalarınız nasıl gidiyor?

Trio, Kaan Yıldız ve Ferit Odman ile birlikte. Proje Quartet’e dönüşünce de Türkiye’deki en iyi saksafoncu Engin Recepoğulları da katılıyor. Zorlu’daki konserimiz Kerem Görsev Quartet olacak.

 

 

Bir önceki albümünüz Spring Water, olumlu eleştirilerle karşılandı. Daha öne çıkan bir albüm oldu. Siz bu duruma neye bağlıyorsunuz?

Şöyle bir durum var. Albüm Los Angeles’ta kaydedildi. Dünyanın en iyi stüdyolarından biri olan United Records’ta gerçekleşti. Benim bestelerimin orkestrasyonu Alan Broadbent yazdı. En iyi yaylı orkestrasıyla çalıştım.

 

 

Sanırım filarmoni orkestralarıyla çalışmayı seviyorsunuz?

Kesinlikle. Çok seviyorum.

 

 

Klasik müzikle aranız nasıl peki?

Hiç çalamam. Klasik eğitim aldım 11 sene. Ama herkes haddini bilmeli. Bu ülkede İdil Biret, Hüseyin Sermet, Fazıl Say, Pekinel kardeşler, Gülsin Onay, Ayşegül Sarıca var. Bu ülkenin çok iyi piyanistleri var. Dinleyici olarak Rahmaninov’u çok severim. Piyano konçertoları beni çok etkiler.

 

 

İlham alıyor musunuz Rahmaninov ya da diğer klasik müzik bestecilerinden?

Klasik müzik dinlemeyi çok seviyorum. Özellikle yaz geceleri yıldızlara bakıp dinlemek çok mutlu eder beni. Ama ben klasik orkestralarla sadece kendi bestelerimi çalıyorum.

 

 

“Mikslere karşıyım”

Bu noktada şunu sormak istiyorum. Türkiye’de Batı’da ortaya çıkmış müzik türlerinde eserler üreten müzisyenler bir yerden sonra bunu yerel ezgilerle harmanlıyor. Siz de günün birinde böyle bir şey yapmayı düşünür müydünüz?

Ben konsorsiyumlara, mikslere ve hibrit müziğe karşıyım. Karşıyım derken, benim çizgim akustik müzik. Ben büyük orkestralarla klasik orkestralarla kendi bestelerimi caz formuna sokup çalınca mutlu olan biriyim.

 

 

Instagram üzerinden videolar paylaşıyorsunuz. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?

Benim kendi fikrimdi. Telefonu piyanonun başına koyup çalıyorum. Samimi bir şekilde çalıp bitiriyorum. “Hadi eyvallah” diyorum.

 

 

18. albümünüzü yayınladınız. Birçok müzisyen de bunu yapıyor. Ama artık dijital platformlar da ön plana çıkmaya başladı. Bu mecralar hakkındaki fikriniz nedir?

Olsun bunlar. Senine 3-5 sene sonra bir daha röportaj yaptığımızda belki cd de olmayacak. Şimdi gerçi LP’ye dönüş başladı. After the Hurricane albümüm Mayıs’ta bu formatta da yayınlanacak. Spring Water plak olarak çıktı.

 

 

 

Müzik piyasasında plaklara geri dönüş başladı. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Doğru yol bu bence. Akustik, analog her zaman daha iyi. Bu bir arama yanılmaydı. 1986 yılından beri cd alırım ama günün birinde tamamen bitecek. Artık dijital mecralardan dinlenecek. Müziğin yayılması için iyi buluyorum. Bugün öğrenciler 40 lira verip cd alamaz. Ama o mecralardan tüm albümü dinliyor. Bu da bence başarıdır. Albümü almak isteyen zaten alır, arşivine koyar.

 

 

“CD bastırmak müzisyenin kartvizitine dönüştü”

Daha önce birçok albümünüzün kaydını New York’ta gerçekleştirmiş birisiniz. Albümlerinizi orada da yayınlamayı düşünmez misiniz?

6 albümü New York’ta kaydettim. Ama orada firmam yok benim. Bu işler zaten yavaş yavaş bitiyor. CD bastırmak müzisyenin kartvizitine dönüşüyor. Şimdi New York’taki plak şirketleri, albüm basmak ve dağıtmak için büyük paralar istiyor. Türkiye’de de artık bu albümleri basmak için ilgilenen yok. Emre Plak var. Sahibi Hüseyin Emre benim komşum.Belki de komşum olmasa onu da tanımayacaktım. Albümüm ondan çıktı. Spring Water da Emre’den çıkmıştı.

 

 

“Keşke Amerika’da yaşasaydım, bu işleri daha iyi yapardım” dediğiniz oluyor mu?

“Keşke” diye bir şey benim hayatımda yok. Her şeyi yapacaksın hayatta. Hayat devam ediyor.

 

 

5 Mayıs’ta Zorlu PSM’de konseriniz var. Bir mesajınız var mı?

Zorlu Caz Festivali’nin ikincisi yapılıyor. Murat Abbas başında. Müziği bilen bu sektörün içinden gelen biri. Şöyle bir arzum var. Dünyada belki de hiç yok. Akustik Caz Fesivali. Hedef tek, akustik olması.

 

ihsan.dindar@milliyet.com.tr