“Unutulmuş Gün” Karşıyaka’da hatırlanıyor
Özlem Günyol ve Mustafa Kunt, sekiz metreye iki buçuk metrelik devasa bir tuval üzerinde 30’un üstünde İzmirli genç sanatçı ve öğrencileri buluşturdu. Türkiye basınının yaklaşık 15 gazetesini gün be gün tarayan ekip İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Kendine Ait Bir Oda inisiyatifi katkılarıyla, “Unutulmuş Gün”ün hafızasını Karşıyaka İskelesi’nde ortaya koydu. Kamuya açık eserde gazetelerin baş sayfalarından aşina olduğumuz yüzlerce kelime, el yazısı ve organik bir ‘rating durumu raporu’ misâli ‘cirit atıyor’.
EVRİM ALTUĞ
evrimaltug@gmail.com
İzmir’in Karşıyaka İskelesi’nde sanatçı ikili Özlem Günyol ve Mustafa Kunt’un bir süredir İzmirli üniversite öğrencileriyle üzerinde çalıştıkları ve yolcuların tanıklığı altında günden güne ortaya koydukları “Unutulmuş Gün” isimli kamusal alan yerleştirmesi nihayet tamamlanarak “İskele Sergileri” adı altında halkın ilgisine sunuldu.
“İskele Sergileri”nde, İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir Art ve İzdeniz ile küratör Esra Okyay’ın başını çektiği Kendine Ait Bir Oda (KABO) inisiyatifinin yeni projesi 2 Nisan ve 31 Mayıs arasında üretim ve ardından izlenime sunuluyor. İskele Sergileri, Fransız mimar Stephanie Gallia’nın üzerinde çalıştığı ve iskeleye özgü tasarladığı üç ayrı demir profil üzerinde iki yıldır sanatseverlerle buluşuyor. 2024’te başlayan “İskele Sergileri” ekibinde Okyay’ın yanı sıra Gülay Vardar, Hande Bozbıyık ve Zeynep Sude Uyar yer alıyor. Projede geçen sene Tufan Baltalar, Melisa Geçalp, Gün Baltalar, Talha Demiral (Kıyıda Sergileri), Cenkhan Aksoy, “NADAN” ve Vedat Bilen ile (Rüzgârımla Yelken Aldı Gemim), Gökçen Cabadan ve Fırat İtmeç (Geri Dönüşüm Çağı) dışında Erkan Özgen (Zamanın Hafızası) ve Gökçe Süvari, Lara Civanoğlu’yla, Ezgi Ceren Kayırıcı (Seyir) gibi sanatçılar bugüne değin eserlerini sunmuş bulunuyor.
Sanatçı ikili Özlem Günyol ve Mustafa Kunt.
Türkiye’deki basına ‘sivil ve performatif’ bir okuma
Karşıyaka İskelesi’nde 2025’te Ezgi Yakın ve Zeynep Beler ile başlayan (Dip Yüzey) sergi programını “Unutulmuş Gün” ile devralan Özlem Günyol ve Mustafa Kunt, yaşamı ve çalışmalarını İstanbul ve Frankfurt’ta sürdürüyor.
Kendi içinde ‘performatif’ bir içerik de taşıyan “Unutulmuş Gün” temelini Türkiye’de basılan 14 farklı günlük matbu / basılı gazeteden seçilen kelimelerin, baş sayfalardaki yoğunlukları ile ‘bağlamlarından koparılmasıyla’ iskelede kurulan sekiz metrelik bir ‘tuvale’ tekrar aktarılması üzerinden şekilleniyor. Adeta kamusal bir pankart, bir tür sosyal tribüne dönüşen manyetik projeye elleri ve tercihleriyle katılan öğrencilerin de yorumu ve zanaatı etkisinde gazetelerdeki manşetlerden kesikler ile tuvale el ile aktarılan kelimeler, İskelenin İzmirli ve doğaçlama tanıklarının gel git eden bakışları altında, yüzlerce kelimeye de yeni düşünsel ve eleştirel, hatta ironik ve mizahi alanlar açmayı hedefliyor.
Fotogˆraf: Gu¨ls¸en ACAR
“Unutulmuş Gün” günümüz yapay zekâ tröstlerinin sosyal ve kapitalist ağırlıklı, otosansürü olağan kılan ve bireyleri an be an körleştirici dijital algoritma tahakkümüne karşı kolektif bir yeniden okuma ve yazma deneyimi olarak da ilgi görüyor. Bir tür hayat boz-yap levhası gibi işleyen çalışma hakkında bilgi veren Küratör Okyay, sanatçılar Günyol ve Kunt’un eserlerini, sosyolog Benedict Anderson’ın 1983 tarihli “Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması” adlı çalışmasıyla ifade yolunu seçiyor ve bize şu açıklamayı yapıyor:
‘Hayali Cemaatler’in izinden giden bir sanat projesi
“Manşetlerden alınan ve bağlamından kopan kelimeler, izleyicide çok katmanlı çağrışımlar uyandırırken, anlamın sabitliğini sorgulayan yeni düşünsel alanlar açmayı amaçlar. Benedict Anderson, Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması (1983) adlı kitabında, gazetelerin bireylerin aynı haberleri eşzamanlı olarak okumasını sağlayarak, ulusal kimliğin inşasında kritik bir rol oynadığını vurgular.
Ortak bir dilde yayımlanan gazeteler, toplumun hangi olayları ‘bizim meselemiz’ olarak gördüğünü belirleyerek, ‘ulus’ fikrini pekiştirir. Ancak dijital medyanın yükselişiyle geleneksel gazete okuma alışkanlığı büyük ölçüde azalmış, kolektif bilinç, yerini daha kişiselleşmiş ve çoğu zaman kutuplaşmış bilgi akışlarına bırakmıştır. Gelinen noktada gazetelerin birer manipülasyon aracına dönüşmeleri de, bu mecralara duyulan güveni iyice zayıflatmıştır.”
Küratör Esra Okyay, projeye dair basına yaptığı açıklamada, sanatçı ikilinin “Unutulmuş Gün” isimli çalışmalarının, yine medyanın ajandasını çıkardıkları “M Kitabı” (2019) ve harflerini direk olarak gazete başlıklarından alan “Bildiğimizi Bilmediğiniz Şeyler Var,” (2019) çalışmalarıyla güçlü bir bağ kurduğuna değiniyor.
Okyay ayrıca, “Karşıyaka İskelesi”nde beliren bu kavramlar ve takma ifadeler ‘bulutu’na baktıklarında ayrıca “Eser, son dönemlerde gündemin her an değişmesinin etkisiyle ‘Bugünün gündemi dünün gündemi unutturuyor. Yarının gündemi de bugünün gündemini. Bu böyle devam ediyor,” bağlamından adını alıyor,” ifadesine başvuruyor ve şunu ekliyor:
“Basılı gazeteler dünü bugüne bağlarken, ‘Unutulmuş Gün’ ise dün ile bugünü bir sonraki güne taşır. Farklı yönelimlere sahip gazetelerin manşetlerini bir tür sindirim sürecinden geçirerek geriye kalanları kalıcı olarak işaretler.”
Hint Mürekkebi ile oluşan dev ‘kelimeler manzarası’
Hal böyle iken, sanatçılar Özlem Günyol ve Mustafa Kunt ise ‘kendi kelimeleriyle’, tuval üzerine Hint mürekkebi ile oluşan bu 250 cm. x 800 cm. boyutlu devasa çalışmayı, yazdıkları sunum ile şöyle özetliyor:
“Proje, basılı gazeteleri malzeme olarak kullanır. Günümüzde tirajları büyük oranda düşmüş gazeteler ve onların bağlı olduğu medya kuruluşlarına ait televizyon kanalları, ortak hareket ederek gündemi etkilemeye devam eder. Bu nedenle kitle iletişim araçları, olup biteni takip ettiğimiz başlıca mecralar olarak, yeniden odağımıza yerleşir.
‘Unutulmuş Gün’ nisan boyunca tirajı 30 binin üzerinde olan yaklaşık 14 gazetenin manşet ve öne çıkan birinci sayfa haberlerini günbegün tarar. Bu haberlerden kişi, ülke ve kurum isimlerini çıkarır, gündemi belirleyen ve en çok tekrar eden kelimeleri kopya kâğıdı ve mürekkepli kalemler ile her gün büyük bir tuvale aktararak sabitler.
Fotogˆraf: Gu¨ls¸en ACAR
Fotogˆraf: Gu¨ls¸en ACAR
Basılı gazeteler dünü bugüne bağlarken, ‘Unutulmuş Gün’ ise dün ile bugünü bir sonraki güne taşır. Farklı yönelimlere sahip gazetelerin manşetlerini bir tür sindirim sürecinden geçirerek, geriye kalanları kalıcı olarak işaretler. Matbaadan çıkan gazete baskısının elle kopyalanarak tuvale aktarımı zamansal olarak süreci yavaşlatırken, bulundukları yerlerden koparılıp alınan yüzlerce kelime boşlukta asılı kalarak yalnızlaşır. Serbest kalan bu kelimeler farklı çağrışımlara, yeni kurgulara ve yeni bağlamlara açık hale gelerek iskelede bekleyen yolcular için zihinsel bir oyun alanı yaratır, insanların günlük yaşamlarıyla kesişerek yeni anlatılar ve yorumlar üretir.
Sergi mekânın kamusal alanda bir toplu taşıma durağı olması onu günlük akış ve ritmin doğal bir parçası yapar. Aynı şekilde, gazeteler de güncel olayları, toplumsal dinamikleri ve kamusal söylemi şekillendirerek günlük döngüye eklemlenir.
‘Unutulmuş Gün’, gazete manşet ve birinci sayfa haberlerini bağlamlarından kopararak yeniden dolaşıma sokarken güncel siyasi meseleler ve bunların davranışları üzerine istatistiksel bir kelime havuzu oluşturur.
Bu yönüyle proje, günden güne kendini inşa eden panoramik bir manzara resmi olarak da okunabilir—ancak bu, doğaya değil, toplumsal hafızaya ait bir “kelimeler manzarasıdır.”
Küratör Okyay ile Günyol ve Kunt Milliyet Sanat’a anlattı
Biz de hal böyle iken Milliyet Sanat adına, çalışmalarıyla ilgili olarak Okyay, Günyol ve Kunt ile Pasaport’tan bindiğimiz gemi sayesinde buluşarak Karşıyaka’da bir araya geldik:
Projeniz yaşamla rekabet eden bir hal taşıyor. Aynı zamanda projeniz, koca, görsel, kavramsal bir tribüne benziyor. Bu çalışma, günümüz yapay zekâ trendine de yanıt veren bir duruş da içeriyor. Herkes algoritmalardan, derhal erişilen neticelerden bahsederken, günümüzde kimse süreci sorgulamıyor, bununla ilgilenmiyor. Peki bu proje nasıl dünyaya gelmiş bulunuyor?
Esra Okyay (Küratör): İzmir’de kurulan Kendine Ait Bir Oda inisiyatifimizi iki yıldan bugüne iki kişi olarak sürdürmekteyiz. Bu teklif bize geldiğinde, çok heyecanlandık, çünkü bu iskele alanı bizim dönüştüreceğimiz bir alan olarak karşımızdaydı. Aynı zamanda, sergiler yapmakla birlikte burada bir kamusal sanat alanı da oluşturmuş olacaktık. Bunun üzerine, Mimar dostumuz Stephanie Gallia ile birlikte sergi alanının şeffaf niteliğini değiştirmeyen bir modüler, üç profilden oluşan bir sergileme alanına kavuştuk. Bunun için düzenlediğimiz ilk yıl programımızda, İzmir ve yakın çevresinden sanatçı dostlarımızla bir ajanda ve kurgu yarattık.
Yıllık programla süren “İskele Sergileri” projemiz kendilerine ulaştığında, aslında İzmir Büyükşehir Belediyesi bile bize olan tekliflerini unuttular! Neredeyse önerdikleri şeyin çok farkında olmadıklarını, kendileriyle sonradan yaptığımız konuşmalarla anlamış bulunduk. Ve, sanki biz onlara bir şey öneriyormuşuz gibi bir noktaya varıldı. Bildiğiniz gibi, İstanbul ya da İzmir gibi, kıyısı olan şehirlerde düzenli sergilerin yapılacağı kamusal bir sanat alanı ve belleğinin oluşması gibi bir ihtiyaç doğabiliyor. Hem İzmir içi, hem de yurt çevresi veya dışından (Günyol ve Kunt gibi) sanatçıların katılacağı, güncel bir sanat hafızası oluşturma ihtimali bizi çok heyecanlandırdı ve dolayısıyla bunun üstesinden gelmek için bir program yaptık. Şansımız yaver gitti ve çağırdığımız tüm sanatçılar ile ritmik biçimde, aynı heyecanı paylaştık. Yoksa hafızası olmayan bir şeyin, geleneği de olmuyor. Sanatçılarla bu ortak heyecanı paylaştığımız için bunun üstesinden gelebildik. Bu ikinci edisyonumuz. Sanıyorum böyle devam da edecek ve ayrıca, ek etkinlikler de kurguladık. Bu projeye “İskele Sergileri” diyoruz, ancak aynı zamanda “Kendine Ait Bir Oda” (KABO) olarak biz, hep gençlerle, kariyerinin henüz başında olan sanatçılarla temas eden işleri başından beri çok önemsiyoruz ve KABO kapsamındaki “Deneyim Alanı” içinde KABODA isimli bir projeye daha başladık. O da bu yıl hayata geçecek. Kamusal alanda deneyim yaşamak isteyen sanatçıları da bu çalışma adına katmanlı ve renkli bir program ile başvuruya kabul etmeye başladık.
Özlem ve Mustafa benim daha önceden İzmir’de, yine Karantina isimli, sanatçı ve küratör Borga Kantürk’ün öncülü olduğu mekânda düzenledikleri söyleşide tanıştığım bir sanatçı ikili olarak hayatıma girdiler. Bir yıllık konseptli o programın dışında, kendilerinin kamusal sanat işlerini çok seviyor olmamın, tercihimde büyük etkisi oldu. Kendilerine burada neler yaparız diye danıştığımda, bana da çok sıcak yaklaştılar. Kendilerine çok teşekkür ediyorum!
Fotogˆraf: Gu¨ls¸en ACAR
Özlem Günyol - Mustafa Kunt: Sergi teklifini Esra’dan alınca tabii ki biz de çok heyecanlandık. Çünkü özellikle projenin kamusal alanda olması, bizi her zaman çok heyecanlandırıyor. Bu, bizim daha önce çalıştığımız türde olmayan bir alan. Burası bir iskele ve liman, bir gidiş ve geliş yeri. Hareketin bol olduğu, beklemelerin yaşandığı, denizle olan ilişkisiyle ayrı bir yer. Bu durumdan kaynaklı olarak yaşadığımız ayrı bir heyecan durumu oldu.
Aslında böyle bir yere nasıl yaklaşabileceğimiz konusunu uzun süre düşündük. Sonuçta, burasının kendine ait bir ritmi var; günlük döngünün bir parçası halini almış. Sürekli bir tekrar durumu var, ama bu da kendi içinde farklılıklarla devam eden bir tekrar hali.
Burada bir ritim var evet, ama bu bir rutin de olabiliyor. Burada çalışmaya bayram sürecinde başladıysak da, ritmin zamanla kırıldığı görüldü. Son zamanlarda bu ritim tekrar yerine oturdu. Biliyoruz ki bu iskeleden gündelik olarak geçen binlerce kişi var ve artık kendi rutininde karşıya düzenli olarak geçmek isteyen, çoğunlukla işine gidenler mevcut.
Biz projemizde ‘bekleme alanı’ fikrini öne almayı uygun bulduk. Çünkü beklemek demek, boş alan ve boş zaman demek. Bence bu da en kaliteli zaman.
Aynı zamanda, bu duraklarda, bekleme alanlarında birbirlerini tanımayan insanlar da geçici olarak bir araya geliyorlar. Birbirlerini tanımıyorlar, ama günün o saatinde de bir tür ‘tanınmadık tanıdıklar’ oluşuyor. Bunlar üzerine de düşünüyorduk.
Bekleme alanı için yaşanan zamanın beş dakika da, 15 dakika da olsa kaliteli bir zaman olduğunu düşünüyoruz. İzleyiciye ne verebileceğimizi düşündüğümüz zaman, burada pasifize oldukları dikkati çekiyor. Bunun için biz de daha hareketli bir şeyler yapmamız gerektiğini düşündük. Bir yapıtı dışarıdan alıp, buraya koymayı pek istemedik. Kendimiz de, burada 30 gün boyunca çalışma ihtiyacı duyduk. İstedik ki o bekleyenlere, vücudumuzla da performatif bir şey sunmuş olabilelim. Tabii, bu performans - resmi yaparken yalnız da kalmadık. Üniversitelerden, güzel sanatlar fakültelerinden, lisans, lisansüstü eğitimini gören ve hatta okulunu henüz bitirmemiş birçok arkadaşımız da bize destek çıktı. Yaklaşık 30 kişiyle, gönüllülük esasına dayalı olarak çalışmış olmayı da bu süreçte karşılıklı olarak çok önemsedik.
Fotogˆraf: Gu¨ls¸en ACAR
“Unutulmuş Gün” isimli bu projemizdeki gazetelere ait manşet ve ilk sayfa haberlerindeki kelimeler, bu süreçte birbirlerinden ayrıştırıldı. Daha sonra alfabetik sıraya sokuldu. Böylece o günün en çok kullanılan kelimeleri, bir şekilde su üstüne çıkmış oldu. Biz de bu kelimeleri bir kopya kâğıdı yardımı ile gazeteye aktarma yoluna gittik. Ardından, gazetedeki halleri nasılsa, kırmızı ise kırmızı, siyah ise siyah veya beyaz ise beyaz ise, aynı büyüklük, font ve renkte bu tuvale aktardık.
Burada kaynağın gazete olmasının önemi biraz da şundan geliyordu: İskelenin günlük döngüsünün bir parçası olarak gazete olması ve onların da günlük döngünün bir parçası haline gelmeleri, bizler adına önemliydi.
Örneğin iskele, bizde güne başlama yeri olarak da tabir edilebiliyordu. Buradaki kişiler sürekli bir döngüdeler. Yorgunsun, dinçsin, ya da tam tersi, dinçken, yorgun duruma gelebiliyorsun. Bunun için, sabahın erken saatlerinde kahve içip, gazeteyi okumak gibi, bizim de malzememiz olarak gazete bir tür güne başlama kaynağı olarak düşünülebilir.
Az önce ‘rutin’den bahsetsek bile, hiç birimizin düzenli bir hayatı görünmüyor. Fakat bu iş bizi her gün belli bir saatte kalkmaya, gazeteyi alacağımız gazeteciye her gün aynı saatte gitmeye yöneltti. Çalıştığımız mekâna aynı saatte gelmeye başladık. Neredeyse son bir aydır, çok rutin bir hayata katılmış olduk. Böylesi de tesadüfi bir ilişkiye dönüştü.
Bu işin bir tür plastik veya kavramsal miting alanı olarak davrandığı da düşünülemez mi? İngilizcede miting, buluşma - meeting ifadesini de burada anabiliriz, ne dersiniz? Ayrıca siz projeye başladığınızda Türkiye ve dünya da bambaşka bir ajandanın etkisindeydi. Baktığınızda projeyi aslında bir tren garında, bir havalimanında ve otogarda da hayal edebilirsiniz. Zaten gazetelerin tarihini de hatırlarsak, en eskiden böylesi kamusal alanlara asılmış metin veya desen levhaları olduklarını da biliyoruz.
Günyol – Kunt: Evet, biz aslında bunun konuşmasını da daha önce yaptık. Gazeteler günümüzde çok az satmasına rağmen ( ki 85 milyonluk bir ülke için halen 30 - 40 bin tiraj, bizce son derece düşüktür,) iskeledeki bu işin aslında marketlerde, dükkânlarda karşılaştığımız propaganda araçlarına dönüştüğü de düşünülebilir. Orada söylenmek isteyeni özetlersek, bize gerçek olmayan bir gerçeklik yaratılarak, bu gazetelerin bizi sabahları karşıladığıdır. Fakat bizim bu işimizle, kelimelerin ayrılması ve bağlamından koparılması ile kelimeler havada asılı kalmaktalar. Böylece izleyici(-ler) de tanımlayamadığı bir boşluğa dahil olmaktalar. Aslında izleyiciler, kendi gündemleri ile ilgili ne düşünüyorlarsa, bu tuvaldeki kelimelere de yine öyle bağlanmaktalar.
Çalışmanız adına aynı zamanda bir tür ‘borsa’ diyebilir miyiz? Sürekli değişen kıymetli ve kıymetsiz kavramların var olduğu, bir tür sosyal borsa levhası yarattığınız söylenebilir mi?
Evet. Biz bunları gün be gün duvara aktardığımız için, bir anlamda da öyle denebilir. Ve zaten işin ismi “Unutulmuş Gün”. Gazeteler zaten bir gün evvelinin haberlerini veriyorlar. Biz, bu gazeteleri aldıktan sonra da, duvara aktarmamızla bir gün daha geçmiş oluyor. Yani bir bakıma biz buradan yolculara ve izleyicilere iskelede iki gün öncenin haberini veriyoruz. Türkiye’de gündem de çok sert ve hızla ilerlediği için de, her gün bir diğer günü çok rahat biçimde unutturarak, başka bir güne devam edebiliyor.
Tabii burada önümüze ne geleceğini de bilmiyoruz. İşin böyle bir yapısı da var. Meselâ bu koca panoda, belki onlarca defa olmasa bile ‘terlik’ kelimesini yazdık. Hafta sonu haberleriyle gelen böylesi komik durumlar da oluşabiliyor. Burada kendi yaptığımız seçimler de olmadığı için, gazetelerden süzülerek gelen, en çok kullanılan kelimeler ne ise, oraya onlar aktarılıyor. Tabii, bu haliyle de gündemi hızlıca gözden geçirebiliyorsunuz!
Bilgi: https://www.instagram.com/kendineait1oda/
Almanya’dan sanat ödülü alan ikili
Özlem Günyol (1977, Ankara) ve Mustafa Kunt (1978, Ankara) Hacettepe Üniversitesi Heykel bölümünden mezun olduktan sonra, Frankfurt Sanat Akademisi’nde (Städelschule) eğitimlerine devam etti. 20 yıldır birlikte üreten ikili, yine bugüne dek 20’yi aşkın solo sergi açarak, pek çok da grup sergisinde izleyiciyle buluştu. 2017’de Almanya’da yıllık olarak verilen HAP Grieshaber Preis der VG Bild-Kunst Ödülü sahibi Günyol ve Kunt, yakın geçmişte sanat tarihine “Çağrı/Call” (2024) ses enstalasyonu, “Değişen Gökler”, (Cappadox 5. Edisyonu), “Resimden Önceki Resim” (Yürüyüş Yolu, Kapadokya) ve “Soyutlamalar, İmâlar, Mütalaalar Sergisi” (Bursa) ile, “Ayrı Ayrı Bir Arada” ve Kahve Dünyası Yan Köşe Güncel Sanat Projesi gibi bir çok çalışmada hazır bulundu.Sanatçı ikili 2016 ve 2018 arasında ise “Neredeyim? Sanki Bir Rüyadayım… Vardık mı?” adlı bir eser sunarken, bundan önce ise yine Almanya’da, Dortmund Kunstverein’da 2014’te “Hemzemin” isimli projeleriyle izleyenlerin karşısında oldu.
Bilgi: https://dirimart.com/Artists/Ozlem-Gunyol--Mustafa_Kunt/3
