Tiyatronun rotası dijitale evriliyor
06 Temmuz 2022 - 09:07Seyhan Akıncı
Maskeleri yüzümüzden indirmişken kara haber tez geldi ve yükselen vakalar, yeni varyantın hızlı yayılımı derken Kovid 19’dan kurtulamadığımızı anlamış olduk. Teknoloji tam da “Şimdi ne olacak” kaygımızın tavan yaptığı bir dönemde imdadımıza yetişmiş pek çoğumuz hem işlerimizi yürütebilmiş hem de sanatla bağımızı çevrimiçi de olsa sürdürebilmiştik. Sahne 2.0 Dijital Kültür Güçlendirme Programı, Google’ın hibe desteği, INOGAR Kooperatifi ve Tiyatro Kooperatifi iş birliği ile böyle bir zamanda ortaya çıkmıştı. “Istanbul to London”, bu program kapsamında geliştirilen tiyatro projelerinden biri. Proje; dijital tiyatro kayıtlarından farklı olarak canlı olarak sunulan, dijital teknolojiyi merkeze alan, alışılmışın dışında çağdaş bir tiyatro örneği. Ömer Kaçar’ın yazdığı, proje tasarımını Yeşim Gürsucu ile birlikte yaptığı “Istanbul to London” oyununun performansını Burcu Halaçoğlu gerçekleştiriyor. Biz de 23 Haziran’da Sahne 2.0 YouTube kanalında prömiyeri gerçekleşen oyunu Burcu Halaçoğlu ve Ömer Kaçar ile konuştuk.
Pandemiden en çok etkilenen alanlardan biri sahne sanatlarıydı.“Istanbul to London” oyunuyla siz de bu etkinin bir yansıması olarak seyircilerle sadece sesinizle gerçekleştirdiğiniz bir performansla buluşuyorsunuz. Bu deneyimi nasıl tarif edersiniz?
Burcu Halaçoğlu: “Her” filmi geliyor aklıma doğrudan. Çok etkilendiğim ve üzerine düşündüğüm bir oyunculuk biçimiydi. Birkaç seslendirme deneyimim dışında çok da bildiğim bir alan değildi açıkçası. O yüzden ilginçti ve öğreticiydi. Prova yaptıkça değişti ve gelişti. Oynarken nasıl göründüğünü düşünmüyorsun ama öte yandan sesindeki en ufak bir değişim çok net ve yüksek duyuluyor. Metnin rengi, tonu en küçük bir değişiklikte hemen başka bir şeye dönüşüyor. O dengeyi tutturmak, oyunun atmosferiyle ilişki kurabildiğimde oluştu sanırım. Oyunun atmosferini ekrandaki sanal bir gezinti oluşturuyor. Google Street View’de gezdiğimiz her şehir, Ömer ve Yeşim tarafından seçilen her fotoğraf, an ve imge çok ilham vericiydi. Bir yandan da ekran, mikrofon ve o görünmeme hâli belki de işimize yarayan bir mesafe yaratmıştır diye düşünüyorum. Gerçekte gitmediğim ama şu an sanal olarak gezindiğim bu yerler, gördüğüm insanlar ve anlattığım hikâye ile aramdaki mesafeyi...
“Istanbul to London” oldukça yenilikçi bir örnek. Metaverse sözcüğünü hiç olmadığı kadar duyduğumuz bir zamanda benzer oyun örneklerini daha fazla görecek miyiz?
Ömer Kaçar: Tarihsel açıdan bakarsak, tiyatro oyunlarında dijital teknoloji kullanımıyla ve doğrudan dijital platformlar/bileşenler aracılığıyla üretilen oyunlarla daha fazla karşılaşacağız gibi görünüyor. Bu çok olağan bir süreç. Kovid 19’dan bu yana dijital tiyatroda tıpkı fiziksel sahnede icra edilen tiyatro örneklerinde olduğu gibi kolektif deneyimi yaşatabilecek, insanları sosyal izolasyondan kurtarabilecek araştırmalar hız kazandı. Bu araştırmalar da dijital platformlar aracılığıyla sunulan yenilikçi oyunların ortaya çıkmasını sağladı.
Tiyatronun dijitalleşmesi sizi ürküten bir şey mi? Yoksa çağın gerçeklerini ürkütücü olarak tanımlamak mı ürkütücü?
Burcu H.: Beni ürküten bir şey, evet. Ama ben genel olarak teknolojiden korkarım. Onun mutlaka aksayacağından ve kontrol edememekten. O yüzden uygulayıcısı olmak istemem ama oyuncu olmak gayet keyifli. Genel olarak ürkütücü bir şey değil sanırım, özgün ve heyecan yaratan örnekleri ile karşılaşıyoruz. Yeni bir dil, yeni bir araştırma keşfetme alanı. Bekleyip göreceğiz.
Zamanda geri gidemeyeceğimize göre teknolojinin hayatlarımızdaki yerini yadsımak anlamsız. Siz sahne sanatlarındaki dijital dönüşümü nasıl yorumlarsınız?
Ömer K.: Sahne sanatlarında dijital teknoloji kullanımı çok uzun yıllardır var. Ancak dijital sahneleme biçimlerindeki artış, bir dönüşümün gerçekleştiğine işaret ediyor olabilir. Bu dönüşüm de sahne sanatlarının, özellikle tiyatronun canlılık ve buradalık özelliğine bir tehdit gibi algılanabiliyor. Ben bu düşüncenin tersine, dijital dönüşümü bir zenginlik olarak görüyorum. Yeni ve çoklu medyanın sahnenin temel bileşeni durumuna gelmesi, hem dramaturji hem de oyuncu-yapıt-seyirci arasındaki etkileşimi açısından ilginç bir deneyim olabilir. Daha da önemlisi, yaratıcı sınırların keşfiyle ilgili önemli bir adım olarak görülebilir. Benim sahne sanatlarında hatta genel anlamda sanatta “olmazsa olmaz” olarak kabul ettiğim hiçbir bileşen yok; artık bir tiyatro yapıtı sahne, oyuncu, ses, görüntü, hareket, belki de gerektiğinde gerçek bir izleyici olmadan da icra edilebilir.
‘Yeni bir pencereden bakma fırsatım oldu’
’80’ler Amerikan rüyası ile başlayan ve teknoloji ile birlikte her yere sirayet eden “Her şeyi başarabilirsin” mottosu yorgun kuşaklar yaratmış gibi. Metninizde de bunu görüyoruz. Sizi yazar olarak neler güdüledi?
Ömer K.: “Istanbul to London”daki Burcu karakteri, girdiği kabın şeklini almak, ona biçilen rolleri oynamak, başkasını taklit ederek yaşamak istemeyen biri. O her zaman daha fazlasını arıyor ve arzuluyor; sınırsızlığı ve bilinmezliği seçiyor. “Her şeyi başarabilirsin”, “Dünyayı dolaşabilirsin”, “Kendini gerçekleştirebilirsin” gibi cümleler, engellerle dolu bir coğrafyada artık bir anlam ifade etmiyor. Burcu, herkese ve her şeye yabancı; hem doğduğu yerde hem de yolculuk süresince uğradığı şehirlerde bu yabancılık hissini hep hissediyor. Aslında Burcu’yu böyle yapan şey, kişisel tarihi değil. Onun karşı çıktığı her şey toplumsal olanla ilgili. Oyunu yazarken Türkiye’de yaşadığım yıllar boyunca düşündüklerimi, hissettiklerimi tekrar gözden geçirdim. Yaklaşık bir yıl önce İngiltere’ye taşındım; bu süreçte sorunlara, olgulara, insanlara yeni bir pencereden bakma fırsatım oldu. “Istanbul to London”ı yazarken kendimi aidiyet, sınırlar, mülkiyet, para, başarı, bürokrasi gibi kavramları hiç olmadığı kadar düşünürken buldum. İzleyicilerin de bu kavramları yeniden düşünmeye başlamasını istedim.