Talebe göre roman yazılır mı?
08 Mayıs 2022 - 10:05Melisa Vardal
Pek çok yazar belli kaygılarla piyasayla boğuşurken bizler de Oya Baydar’ın “Yazarlarevi Cinayeti” adlı yeni romanında yer alan yazar karakterinin “Ünlü yazar olmak, çoksatarlık, okur hayranlığı, medyatiklik, tek başına iyi edebiyatın ölçütü olamaz. Aksine yazarı edebiyat piyasasının talebine uygun rutin üretime sürükleyebilir” sözlerinin peşine düştük. Yazar ve eleştirmenlere sorduk: “Okunma kaygısı yazarların yaratıcılığını törpülüyor mu?”
Nazlı Eray (Yazar): “Sanatı forma sokarsan ısmarlama elbise olur” Yaratıcılık bambaşka bir şey. Bana kalırsa bir yazar ilk insanın mağara duvarına yazıp çizdiği şeyleri yazarcasına yazmalı, hiç görüneceğini, bilineceğini duymadan, hissetmeden, bilmeden. Sansürsüz ve kendine ait bir dünyanın garip çıkışları ve süzmeleri olarak. Şöyle çizersen bu satar böyle yazarsam bu satar olursa, o başka bir şey olur, ısmarlama elbise döpiyes tayyor gibi bir şey olur. Sanat başka bir şey. Sanatı senin forma sokamaman lazım. Senin arabanın frenine basamaman lazım. Senin direksiyonu kullanamaman lazım. Bence sanat o.
Asuman Kafaoğlu-Büke (Eleştirmen): “Kitapların tanıtımını influencer'ın yaptığını görüyoruz” Çok satarlık ve medyatiklik iyi edebiyatın ölçütü olamaz, bu sözlere tamamen katılıyorum; öte yandan bu çağda ilk kitabıyla okur karşısına çıkacak bir yazarın da işi – eski dönemlere kıyasla – çok zor. Bir ölçüde medyadan yararlanmak zorunda. Yazarın kendisi değilse bile bunu yayıncısının ya da varsa ajansının yapması gerekir. Saygın edebiyat dergilerinin ve kitap eklerinin iyice azaldığı ve niteliklerinin düştüğü bu günlerde kitapların tanıtımını “influencer”ın yaptığını görüyoruz. Kitabın içeriğinden bahsedilmiyor bile ama yazarlar yine de bu görünürlüğe gereksinim duyuyorlar. Bununla bağlı olarak sorgulanan bir diğer konu, edebiyatın, okurun talebinden nasıl etkilendiği. Örneğin son yıllarda okur vakit darlığından, okumaya yeterince zaman ayırmak istemediğinden, kısa kitapların yayımlandıklarını görüyoruz. Okurun talebi novella’lar ya da birkaç öyküden oluşan, yüz sayfayı geçmeyen ince kitapların piyasada çoğalmasının nedeni, yayınevlerinin belki de okurun bu talebine boyun eğmek zorunda kalmaları. Bu durum yazarları etkilememeli elbette, ama yazdıklarının kolayca yayımlanmasını isteyen, adı henüz duyulmamış, kendisine okur kitlesi edinmemiş bir yazar bence buna zorlanıyor. Bu durum da yaratıcılığı ve romanın gelişimini etkiliyor.
Müge İplikçi (Yazar): “Her yazarın bir yolu vardır” Yazarın bir yolu vardır. Bunu bilen bilir. Önemli olan da o yoldur zaten. Kanımca gerisi teferruattır. Yıllar sonra yazı masama dönüp baktığımda en belirgin cümlelerim bunlardan ibaret.
Mine Söğüt (Yazar): “Kişiden kişiye değişir” Bu mesele zehirli bir sarmaşık gibidir, tehlikelidir. Ama yine de herkes için aynı şeyi söyleyemeyiz, bence kişisine göre değişir.
Metin Celal (Yazar): "Çoksatar yazarın kaçınılmaz sonu” Roman, müzik ve sinema ile birlikte kültür endüstrisinin en önemli gelir kaynaklarından. En çok geliri temin etmek için de en çok tüketiciye ulaşmak gerekiyor. Roman yazıyorsanız ve çok satmak, çok okunmak istiyorsanız bazı kurallara uymanız gerekiyor. Yeni arayışlara girmek yerine okurun istediği gibi yazmak zorundasınız. Eseriniz ortaokul düzeyinde bir okurun anlayacağı nitelikte olmalı. Biçim olarak giriş, gelişme, sonuçtan oluşmalı. Anlatım olarak "akıcı", "merak uyandırıcı" olmalı. Tabii dil olarak da ortaokul düzeyinin kelime hazinesine sahip olmalı. 300 kelimelik bir sözlüğü aşmamanız, bilinmeyen, anlaşılmayan sözcükler kullanmamanız gerekiyor. Tabii bu standartta roman yazmanız yetmez. Medyatik olmanız şart. Bunun için de görsel olarak "güzel" olmanız gerekiyor. Ara sıra olay yaratır, magazin basınının ilgisini çekecek haberlerin kahramanı olursanız satış şansınız artıyor. Oya Baydar haklı, okur talebi ile yazmak, medyatik olmak bir süre sonra hep aynı romanı yazmanızı gerektirir. Çünkü okur öyle istiyordur. Çoksatar yazarın kaçınılmaz sonu da böyle gelir. bir süre sonra okur sizden bıkar ve yeni bir çoksatar pop yazarın peşine düşer.
Bülent Usta (Yazar): “Bunlar piyasanın ölçütü” Oya Baydar'ın yeni romanındaki bu cümlesindeki görüş, edebiyat tarihinde çokça ele alınmış ve tartışılıp uzlaşıya varılmış bir görüş aslında. Çoksatarlık, okur hayranlığı, medyatiklik, iyi edebiyatın değil piyasanın bir ölçütü. Çoksatar olup iyi edebiyat örnekleri de var ve biz o yapıtları baskı sayısına göre değil edebiyatın evrensel ölçütlerine göre değerlendiriyoruz. Edebiyat eleştirmenleri çok uzun zamandır bu konuda uyarılar yapıyor. Eğer piyasada tek ölçüt kitabın satış rakamlarına dönüşür ve iyi edebiyat, devlet ya da akademi tarafından desteklenmez ise, o çok satan edebi yapıtlar da yüzyılların birikiminden ve deneyiminden uzaklaşarak sadece bir tüketim nesnesine dönüşür.
Roland Barthes, yazma edimiyle uğraşanları, yazarlar ve yazmanlar olarak ikiye ayırır. Yazmanlar, para kazanmak, ünlü olmak, fikri propaganda yapmak için yazabilirler. Yazmanlar için söz, öncelikle bir araçtır ve bu yüzden ortak bir dile ve anlaşılmaya ihtiyaç duyarlar. Yazarlarsa, kendilerini edebiyatın işçisi olarak görür ve kendilerini bir ülkeye, partiye, şirkete ya da devlete değil, edebiyata adamak isterler. Barthes’a göre yazar keşişe, yazman da notere benzer. Ama şartlar gereği, bir yazar aynı zamanda yazman da olabilir. Şiir yazdığı gibi, bir gazetede köşe de yazabilir örneğin. Yani yazmanlık kendi başına kötü bir şey değil, yazmanlığın amaçlarına bakılarak anlaşılabilir ancak bu durum. Günümüzde yazmanlık, yazarlığın yerine alma hevesinde, ama iyi edebiyat her koşulda kendi okurunu bir şekilde bulacak diye düşünüyorum.
Yavuz Ekinci(Yazar): “Kâğıda sadece yazarın gölgesi düşmeli” Oya Baydar’ın sıkı bir okuruyum. Sorunuzu düşününce "Ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı” ilkesi aklıma geldi. Yazarların da kendi kaderlerini tayin etme hakkı vardır. Yazmak da yaşamak gibi bir yolculuktur. Her yazarın yazıyla kurduğu ilişki farklıdır. Onu yolculuğa çıkaran tutku bambaşkadır. Kimi hayatını ortaya koyar, kimi ruhunu, kimi ise zekasını… Her yazarı masaya oturtan tutku bambaşkadır. Kimin niye yazdığını, neden yazdığını sorgulamaktan vazgeçtim. Herkes istediği şekilde yazabilir, yayınlayabilir. Ben kendime, yazdıklarıma ve okuduklarıma bakmayı tercih ederim. Ben bir okurum. Bir yazarın ya okuru olurum ya da olmam. Nasıl yaşanacağını bilmediğim gibi nasıl yazılacağını da bilmiyorum. Toplum mühendislerinden de edebiyat mühendislerinden de haz etmiyorum. Benim için yazmak hayatın ta kendisi. Bana göre kağıda sadece yazarın gölgesi düşmeli. Okuma kaygısı, satış kaygısı, görülme arzusu yazarın yaratıcılığını törpülemiyor aksine yazara seçme hakkı veriyor. Yazarın sonsuz yolculuğu, Gılgamış ve Odysseia’nın yolculuğuna benzer. Sirenler, akrep adamlar, mücverler, ölümcül su… Her yolculuk bir sınamadır. Bir dağ köyünde derviş olmak kolaydır, aslolan şehirde derviş olmaktır.