Söz hakkı Müslüman feministlerde
26 Mayıs 2021 - 09:05Nil Kural
Konca Kuriş’in 1998 yılında katledilmesinden başlayıp Müslüman feminist harekete uzanan ve İstanbul Film Festivali’nin ulusal belgesel yarışma filmlerinden “Hem Müslüman Hem Feminist”, bugün İstanbul Film Festivali’nde çevrimiçi gösterime açılıyor. 29 Mayıs’a dek izlenebilecek “Hem Müslüman Hem Feminist”, 1998 yılında eşiyle birlikte evinin önünden kaçırılan ve 2000’nin ocak ayında Hizbullah’a ait ölüm evinde cesedinin bulunmasıyla katledildiği ortaya çıkan Kuriş’in hikâyesinden yola çıkıyor. Aralarında Berrin Sönmez ve Mualla Gülnaz Kavuncu’nun da olduğu Müslüman feministlerin anlatımlarıyla İslami kadın hareketinin geçmişinden bugününe bakıyor. “Hem Müslüman Hem Feminist”i yönetmeni Nebiye Arı ile konuştuk.
Konca Kuriş’in hikâyesinin sizin için öneminden bahsedebilir misiniz?
Ben Müslüman bir ailede doğdum ve öyle yetiştirildim. Zamanla kadın meselesiyle ilgilenmeye başladım, İslami literatürü de bu konuyla ilgili çok karıştırdım. Aklıma yatmayan şeyler vardı ve buna dair farklı yorumları aradığım uzun bir süreç geçti. 2013 gibi Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi diye bir oluşumun kurucularından idim. Konca Kuriş’in hikâyesini de bu yıllarda yani 20’li yaşlarımda duydum. İlk duyduğum zaman “Yalnız değilmişiz bu sorgulamalarda” diye düşünmüştüm. Bizim 2013’te bile söylemeye çekindiğimiz şeyleri Kuriş 1990’lı yıllarda kamuoyu önünde dile getiriyor. Cesur konuşmaları da onu radikal dindarlar tarafından hedef haline getiriyor. Kendisine Türkiye’de Müslüman feminist diyen ilk kadın Konca Kuriş, bu anlamda belgesele onun hikâyesiyle başlamak benim için kaçınılmazdı.
Müslüman feminist hareketini çekmeye nasıl karar verdiniz?
Bir süre içinde de yer aldığım ve değerli bulduğum bu mücadeleyi daha görünür kılmak istedim. Türkiye’de feminist hareketin yükseldiği gibi Müslüman feminist hareket de yükseliyor. Ben hikâyeyi, yani mücadeleyi Müslüman feministlerin kendilerinden dinlemeyi daha öğretici ve değiştirici gücü olan bir şey olarak görüyorum.
Bu harekete bakarken daha önce fark etmediğimiz bir şeyi fark ettiğiniz oldu mu?
Belgeselde iki farklı kuşaktan Müslüman kadın profili var. Bu kuşaklar arasındaki farkı da göstermek istedim zaten. Bunu göstermeye çalışırken Konca Kuriş’in öldürülmesinin eski kuşağın üzerindeki etkisini o güne kadar hiç ayrıntılı olarak düşünmediğimi fark ettim. O kadınların nasıl bir süreçten geçtiklerini ve mücadele yöntemlerini de buna göre belirlediğini anlamış oldum.
Müslüman feministlerin yakın döneme kadar oldukça geri planda kaldığını, seslerini duyurmakta çok zorlandıklarını görüyoruz. Sizce bunun nedenleri neler?
Aslında bu, sadece Müslüman feministlerle alakalı bir durum değil. İlk neden şu: Kadın olmanız söz sahibi olmakta sizi geride bırakıyor. Önce edebiyatta ve İslami literatürde, şimdi de günümüzde medyada ‘İslam ve kadın’ konulu üretilen her şeyin merkezinde erkekler var. Kadınlar kendileri hakkında konuşmak ve üretmek noktasında konunun dışında bırakıldılar ve bırakılıyorlar, özellikle televizyon gibi geniş kitlelere ulaşan mecralarda. İkinci neden ise Türkiye’de bugüne kadar kabul gören, yaygın ‘geleneksel İslam’ anlayışı dışında olan İslami yorumların geri planda kalması. Geleneksel İslam dediğimiz şey de daha çok erkeği merkezine alan, erkek yorumlarıyla şekillendirilmiş ve yine erkek iktidarlar tarafından topluma kabul ettirilen bir İslam yorumundan ibaret. İktidar derken sadece siyasi iktidarları kast etmiyorum. Müslüman feministler de zaten bu ataerkilliğin içine sızdığı yorumlarla mücadele ediyorlar. Elbette bu mücadele kaçınılmaz olarak zorlayıcı olacaktır.
Kadına karşı şiddet, Türkiye’nin kanayan yarası. Müslüman feministlerin yakın dönemde daha fazla duyulmasının nedenini bu mücadele alanında olmalarına mı bağlıyorsunuz?
Bunca zorluğa rağmen Müslüman feministlerin sayısı neden artıyor diye sorabiliriz. Aslında bunun tek bir cevabı yok, benim de belgeselde sorduğum sorulardan biriydi bu ve aldığım cevapların sentezi şöyle: Dindar bir iktidarla birlikte dini baskının artması, sosyal medya kullanımıyla sözünü başkalarına ulaştırmanın kolaylaşması ve kadınların sözlü-yazılı paylaşımlarıyla birbirinden güç almaları. Müslüman feministler de diğer feministler gibi kadınlara yönelik erkek şiddetine karşı bir mücadele yürütüyorlar elbette. Bunu bazen İslami camiaya yönelik kendi dilleriyle (katledilen kadınlar için gıyabi cenaze namazları kılarak, şiddet karşıtı hutbeler yazarak, paneller yaparak), bazen de feminist hareketle ortak bir şekilde yürütüyorlar.
“Amacım bildiğim hikâyeleri genç kadınlara ulaştırmaktı”
Belgeselinizin daha önce online gösterimlerini yapmıştınız, şimdi de İstanbul Film Festivali’nde yarışacak. Bu konuda neler hissediyorsunuz?
Açıkçası çok mutluyum bu durumdan. “Hem Müslüman Hem Feminist” belgeseli benim ilk filmim, yani kurguya oturana kadar ortaya nasıl bir şey çıkacağını bilemediğim bir süreçti belki de benim için. İlk önce Kadın Yönetmenler Film Festivali’nde gösterildi, şimdi İstanbul Film Festivali’nde gösterilecek hatta yarışıyor, Haziran’da da Uçan Süpürge’de yer alacak. Bu beni aşırı gururlandıran bir tablo, ilk filmim ulusal çapta üç festivalde gösterilmiş olacak. Benimle paylaşımda bulunan Müslüman kadınların hikâyelerini başarılı bir şekilde anlatabildiğimi görmek beni amacına ulaşmaya yaklaşmış hissettiriyor. Çünkü amacım bildiğim bu hikâyeleri daha çok kişiye, özellikle de genç kadınlara ulaştırabilmekti.