Milliyet Sanat
Milliyet Sanat » Haberler » Diğer » Sinopale 9’un ardından…

Sinopale 9’un ardından…

Sinopale 9’un ardından…13 Aralık 2024 - 04:12
9. Sinopale, bu yıl “Tükenmeden Önce: Yeni Değerler Evreni” temasıyla öne çıktı. Bienal, birey ve toplulukları dünya üzerindeki etkilerini yeniden düşünmeye ve sürdürülebilir bir gelecek için kadim değerleri keşfetmeye davet etti. Bu yılın teması küratörlerin rehberliğinde nasıl şekillendi? “Tükenmeden Önce” temasının ardında ne tür fikirler yatıyordu ve izleyiciyle nasıl bir bağ kuruldu? Bienalin ardından, Sinopale 2024’ün izlerini ve küratörlerin bakış açılarını yeniden keşfediyoruz.
AYÇA OKAY
ayca@aycaokay.com
 
9. Sinopale, bu yıl “Tükenmeden Önce: Yeni Değerler Evreni” temasıyla öne çıktı. Bienal, birey ve toplulukları dünya üzerindeki etkilerini yeniden düşünmeye ve sürdürülebilir bir gelecek için kadim değerleri keşfetmeye davet etti. İnsanlık ve doğanın ortak hafızasındaki değerleri yeniden anlamlandırmayı hedefleyen Sinopale, çağdaş sanat aracılığıyla katılımcıları derin bir sorgulamaya yönlendirdi.
 
Sinop’un kültürel ve sosyal dinamikleriyle bütünleşmiş olan bienal, yine Sinoplu gönüllülerden oluşan Sinop Sürdürülebilir Kalkınma Derneği’nin katkılarıyla gerçekleşti. Sinopale’nin bu yılki edisyonu, diğer bienallerden ayrılan özgün yapısını bir kez daha ortaya koydu. Küratörler, kavramsal çerçeve oluşturulmasından hazırlık ve prodüksiyon süreçlerine kadar organizasyonun her aşamasında aktif rol oynadı. Bu çoğulcu yaklaşım, hem sanat üretimini hem de organizasyon sürecini katılımcı bir anlayışla yürütmeyi sağladı.
 
 
Hal Kolektif ekibinden Çağatay Şimşek, Ece Denizci, küratörlerden Deniz Erbaş, Nil İlkbaşaran, Melike Bayık, İpek M. Sür, Hal Kolektif ekibinden Yiğit Bahadır Kaya
 
 
Sinopale Bineali kurucusu T. Melih Görgün
 
Bu yılın teması küratörlerin rehberliğinde nasıl şekillendi? “Tükenmeden Önce” temasının ardında ne tür fikirler yatıyordu ve izleyiciyle nasıl bir bağ kuruldu? Bienalin ardından, Sinopale 2024’ün izlerini ve küratörlerin bakış açılarını yeniden keşfediyoruz.
 
Ekosofi, doğa, insan ve toplum arasındaki etkileşimleri derinlemesine anlamayı amaçlar. Bu bağlamda, Sinopale’nin Tükenmeden Önce: *Yeni Değerler Evreni temalı edisyonunun bu üç alanı nasıl bütünleştirdiğini düşünüyorsunuz? Sanatın, ekosofik bir yaklaşım benimseyerek toplumsal değişim ve çevresel sürdürülebilirlik üzerindeki etkileri neler olabilir?
 
Melike Bayık: Kent ve doğa arasındaki ilişkinin katıksız ve ayrışmasız buluşması öncelikle irdelenen konular arasında yer alıyor. Bugün birbirinden ayrı düşünülemeyecek olan bu kavram ışığında doğanın yadsınamaz gücü karşısında çelimsiz insan ve yerleşik kentler ile kurulan işbirlikleri masaya yatırılıyor. Bienal ekoloji-kent ve insan üçlemesi arasında geçmiş ve bugünü bir arada irdeleyerek herkes için faydalı, kapsamlı ve iyileştirici olabilecek toplumsal olasılıkları tartışıyor. Bienalin ana başlığı ve davet edilen küratör ve sanatçılar olarak hep birlikte gelecek tahayyüllerini gerçekçi biçimde irdeleyebiliyor muyuz bunları tartmaya ve tartışmaya devam ediyoruz.
 
İpek M. Sür: Öncelikle, bu bienal, doğa, insan ve toplum arasındaki mevcut bağı yeniden fark ettiren sürekli bir diyalog kurma amacı taşıyor. Kişisel fikirler ya da bireysel anlatımlar sergilemek yerine, burada hikayeler ve etkileşime açık eserlerle izleyiciye çok daha derin bir deneyim sunuluyor. Sanatçılar ve eserler, izleyiciyi sadece pasif bir gözlemci olmaktan çıkarıp, onları sürece dahil etmeye çalışıyor. Bu da izleyiciyi sorumluluk almaya, konuyu farklı açılardan sahiplenmeye ve derinlemesine düşünmeye teşvik ediyor.Bunun yanı sıra, bienalin yerel politika ve devletle kurduğu somut diyalogların sürdürülebilirliği, etkinliğin uzun vadede kalıcı bir etkisinin olmasını sağlıyor. Yani bu bienal, sadece doğa, insan ve toplum arasındaki ilişkiyi ekosofik bir çerçevede incelemekle kalmıyor, aynı zamanda bir aksiyon alma halini de destekliyor. Bu anlamda Sinopale, sanatın sadece estetik bir alanla sınırlı olmadığını, toplumsal sorumluluklar taşıdığını gösteriyor. "Değişim" kelimesi belki büyük bir iddia olabilir, ancak Sinopale'nin bu anlamda toplumda bir nüans yarattığı kesin.
 
Nil İlkbaşaran: Ekosofi, doğa, insan ve toplum arasındaki ilişkilere etik ve felsefi bir perspektiften yaklaşarak, çevresel farkındalığı artırmayı hedefler. Sinopale’nin Tükenmeden Önce: Yeni Değerler Evreni temalı edisyonunda çevresel farkındalığı kente entegre olmuş bir şekilde düşünen bir çalışma olarak “Sinope’nin Bahçeleri” öne çıkar. Kentin özgün doğasını koruma üzerine bireyler ve kurumlar arası, nesiller ve kültürler arası köprüler kurarak bu  farkındalığı  oluşturmak için atölye, panel, bireysel diyaloglar gibi farklı alan ve metodlarla katılımcılığı gerçekleştirir; halka halka büyüyecek bir farkındalığın mecazi ve gerçek fidanlarını kente dağıtır. Sanat, bu bağlamda çevresel sürdürülebilirliğe katkı sunan bir değişim aracı ve katalizör görevi görür.
 
 
Nil İlkbaşaran – Güngör Erdem, “Sinope’nin Bahçeleri”, 2024
 
T. Melih Görgün: Sorunun yanıtı Sinopale’nin kendisinde demek sanırım fazla iddialı olmaz. Uzun yıllardan beri baktığımız ve her an değişen durumu keşfetmek ve karşılığında yeni kaygılar ve sorularla donanmış olarak yeni bir eylemselliğe doğru evrilmek Sinopale’nin özenle üzerinde durduğu bir durumdur.  Sinopale’nin ekosofik yaklaşımı, doğa, insan ve toplum arasındaki bağları yeniden tanımlamayı amaçlayan, sürdürülebilir bir gelecek için sanat yoluyla farkındalık yaratmayı hedefleyen bir perspektif sunar. Bu yaklaşım, sadece doğayı koruma ve çevresel sorunlara dikkat çekme değil, aynı zamanda insanın kendi çevresi ile uyum içinde yaşaması gerektiği fikrini ön plana çıkarır.
 
Sinopale, “Tükenmeden Önce: Yeni Değerler Evreni” teması altında sanatçıların, doğanın kırılganlığını, insanın ekolojik sorumluluklarını ve toplumun çevreyle uyum içinde var olabilme gerekliliğini işlemelerine ortam sağlayan değerli yapıtlar hazırlamalarına aracılık etti. Hal Kolektif ’in hayata geçirdiği “Yerinde ve Birlikte” ve Nil İlkbaşaran ve Güngör Erdem’in yarattığı “Sinope’nin Bahçeleri” projelerinin yanı sıra davetli küratör seçkilerindeki içeriklerde ortak tartışma alanı konularımız yeni ilişkisel formları ortaya çıkarmaya yönelikti. Buradaki ekosofik yaklaşım, sanatın dönüştürücü gücünü kullanarak izleyicilere sadece bir estetik deneyim değil, aynı zamanda doğa-insan-toplum dengesi üzerine birlikte düşünmeye teşvik eden bir bakış açısı sunma yönünde idi. Bu bağlamda, Sinopale yalnızca bir sanat platformu değil, ekolojik farkındalık oluşturan ve toplumsal değişimi hedefleyen bir alan olarak da kendini gösterir.
 
 
Hal Kolektif, “Yerinde ve Birlikte”
 
Sinopale’nin güncel edisyonu davet edilen sanatçıların üretimleri üzerinden sürdürülebilirlik etikleri, Eko-Adalet, İlişkisellik ve Etkileşimsel Etik konularına dair nasıl önermelerde bulunuyor? Yanısıra ekolojik,sosyal ve deneysel estetik açısından bize neler söylüyor?
 
Melike Bayık: Her bir davetli küratör, sanatçı, Sinopale ekibi ve gönüllü olağan sürdürülebilirlik etiklerini dikkate alarak ilerledi diyebilirim. Bugün, bu proje için gönül veren herkes daha kapsayıcı ve şeffaf, aynı zamanda bugünün toplumsal krizlerine çare sunabilecek esasları dikkate alarak ilerliyor. Eksikler ya da olası değişkenlikler sanatçıların ve kültürel ekibin üretimlerinde de şekilleniyor. Her bir metin, bir cümle ya da bir eser sosyo-kültürel açıdan olası bir ekoloji temelli varsayımda topluluklara odaklanarak kurgulanıyor.
 
Davet ettiğim sanatçılardan Pınar Akkurt, Zafer Akşit, Mariam Natroshvili + Detu Jincharadze, Seçil Yaylalı ve Aytekin Olgunsoy bölgeyi, kültürü, Sinop’un ekolojisini, denizi, coğrafyası ve halkını düşünerek bienale yanıt oluşturdular diyebilirim. Dolayısıyla sürdürülebilirlik konusunu bienalin kendi içinden, araştırdığı kendi coğrafyasından üretimleri ile yanıtladılar. Pınar Akkurt’un aynı zamanda HAL Kolektif’in daveti ile katıldığı İleri Dönüşüm kütüphanesi çoğulcu bir öğreticiliğin altını çiziyordu. Birlikte ise deniz kenti simgesi ile Erkan Akliman’ın önerisi ile “Rüzgar Çorapları” adını verdiği ileri dönüşüm kavramı üzerine hazırladığı eserde bant, çöp poşetleri ile rüzgarın nabzını tutmayı ve atık malzemelerin değerlendirebileceği bir akış sunmaya gayret ettik. Zafer Akşit Sinop Tarihi Cezaevi, Tersane Bölgesi, Eski Buzhane ve Hal Binası için geçmişinden bu zamana bu bölgeleri bilen ve yaşayan lokal kişilerle ses kayıtları oluşturdu. Bir gardiyan, hapis yatan bir kişi, Hal’in sebze alışverişi zamanlarını bilen birisi ya da Tersane’de Buzhane’de balıkları satmak ya da limana gelenlerle diyalog kurmak üzere çalışan kişiler gibi birçok kentlinin sesinin bu “Burası, hala orası mı?” adlı ses yerleştirmelerinde sundu. Mariam + Detu ise karşı sınır Gürcistan’dan davet ettiğim sanatçılar olarak Sinop Gürcü Kültür ve Dostluk Derneği ile işbirliği yaparak iki farklı atölye gerçekleştirip Türkçe, İngilizce ve Gürcüce konuşmalar ile Sinop’un kent geçmişi ve köklerini irdelediler. Bu atölyelerden çıkan “HAFIZA” kelimesi ise yapının geçmiş işlevselliği üstünden HAL Binası’nın dış cephesinde kalıcı bir yerleştirme ile yerini buldu.   
 
 
Pınar Akkurt – Melike Bayık, “Rüzgar Çorapları”
 
 
Mariam + Detu, “HAFIZA”
 
Seçil Yaylalı ise “Kökleri Amazonlara Dokunan Eğrelti Otu” ile 120 tane serigrafi bayrak çalışmasını sundu. Burada Sinop’a geldikten sonra atölye çalışmaları düzenleyerek kök kelimesi üzerine çalışmalarını sürdürdü. Kadınlardan oluşan katılımcılarla birlikte köklerin anlamı, sezdirdikleri üstüne imgeler ve dokular ortaya çıkarak atık kumaşlara basıldı ve cezaevinin dikenli tellerinde salınmaya devam ediyorlar. Aytekin Olgunsoy ise Karadeniz’in kıyılarına buran organik kemik ve ahşap köklerden oluşan yerleştirmesi ile yapay ve doğal atıklar üzerine bir bakış sunuyor ve bölgeden gelen bir sanatçı olarak kent ve coğrafya ile olan köklerine bakıyor.
 
 
Seçil Yaylalı, “Kökleri Amazonlara Dokunan Eğrelti Otu”
 
 
Aytekin Olgunsoy, “KÖK”
 
Davet ettiğim sanatçılar performatif, kamusal ve katılımcı pratiklerde kent ve lokali ile buluştu, lokalin katıldığı atölyelerde bu bienale özgü eserlerini ürettiler, Sinop’un doğa ve denizinden bakarak kapsamlı bir ekoloji ilişkisini de sundular.
 
İpek M. Sür: Sanırım bunu en iyi şekilde örneklerle açıklayabilirim: Sinopale için yarattığım "Circular Narratives: Re-discovering a Collective Ethos" teması çerçevesinde, beş sanatçıyı bienalde eserlerini sergilemeleri için davet ettim. Her bir sanatçının süreci, Sinop, Cezaevi, Sinop halkı ve ekosistemiyle derin bağlar ve etkileşimler kurarak gelişti. Eserler ya doğrudan bu kaynaktan çıktı ya da onunla bütünleşti.
Örneğin, Suat Öğüt'ün mozaik yerleştirmesi, Sinop'un nesli tükenmiş olan Deniz Kartalı’na bir övgü ve anıt yapma isteğiyle başladı. Küratöryel süreç boyunca Suat, mekânla olan ilişkisini, işlevselliği ve sanatın bağlamını organik bir şekilde sorgulayarak cezaevi bahçesinde uzun süre kalması umulan bir kuş banyosu mozaik yerleştirmesine dönüştürdü.
 
 
Suat Öğüt, “Deniz Kartalı”
 
Banu Uğural’ın süreci ise yaratıcı kadının perspektifini merkezine aldı. İlk başta küçük yüzeyler ve kumaşlarla çalışıyordu, fakat küratöryel süreç sayesinde işi izleyicinin içine girebileceği, anlattığı hikayeyi deneyimletecek kadar güçlü ve bir o kadar da kırılgan bir sunuma dönüştü.
 
 
Banu Uğural, “Kadim Olan”
 
Aynı şekilde, Ali İbrahim Öcal, Özgür Demirci ve Can Bora’nın işleri bu bienal için özel olarak üretilmedi, ancak bu tema altında tam da olması gereken zamanda ve mekânda hissedildi ve varolan diyalogu baska bir boyuta evirdi. Sanatçılar, eserleriyle insanlarla aktif olarak ilişkilendiler, performatif ve doğaçlama anlar yaratarak izleyiciyi işin bir parçası haline getirdiler. En çok hoşuma giden görüntülerden birisi Ali İbrahim’in video yerleştirmesinin önünde/içinde çekilen hatıra fotoğraflarıydı. Seyircinin çekinmeden işlerle ve sanatçıyla doğrudan iletişim kurabilmesi benim için çok önemli bir faktör. Çalıştığım sanatçılarda ve küratöryel temalarda sadece estetik kaygı değil, aynı zamanda bir diyalog kurma amacı da gözetiyorum. Bu yaklaşımın, Sinop seyircisi için değerli ve güvenli bir alan yarattığını düşünüyorum. Sanatçıların üretim süreçleri yalnızca sanatsal bir eylem değil, aynı zamanda sanatın topluma nasıl dokunması gerektiğine dair bir öneriydi. Yeni toplumsal yapının sanatla daha fazla etkileşime ihtiyaç duyduğuna inanıyorum; bu etkileşim sadece görsel değil, aynı zamanda konuşarak ve dokunarak kurulan bir diyalog olmalı. Korkusuzca, nazikçe, dokunarak, içinde olarak ve sorumluluk alarak bir diyalog inşa etmemiz gerekiyor.
 
Nil İlkbaşaran: Sinopale’nin güncel edisyonunda sanatçıların bir kısmı kaybolmakta olan flora ve faunaya yerleştirme, film, performanslarıyla göndermeler yaparken, diğerleri doğada atık olarak biriken malzemeleri tasarım ürünlerine dönüştürdüler. Bienal sergisi doğa ile olan ilişkilerimiz ve bunun kültür mirasına yansımaları, yerel malzeme ve anlatılarla form buldu.
 
Küratörlüğünü üstlendiğim ve bir sürdürülebilir kent projesi olarak da tanımladığım “Sinope’nin Bahçeleri”, kent ekolojisini ve sosyal ekolojiyi yönlendiren günlük faaliyetlerimizi, tüketim alışkanlıklarımızı yalnız bugünün refahına yönelik değil, gelecek nesillerin de faydalanabileceği şekilde sürdürmeye davet eder. Sinop kentinde yılın farklı zamanlarında dört ay kalarak eş yürütücüsü ve sanatçısı Güngör Erdem ile birlikte gerçekleştirdiğimiz proje kentli ile olan ilişkilerin doğal döngülerle zamana yayılarak gelişmesine ve kentliden gelen veriler üzerine kurularak gelişmesine imkan sağlamıştır.
 
Estetik, bu bağlamda sergilenmiş yerleştirmelerin biçimsel güzelliğinin ötesine geçerek, yaşamın ve kentin içine işleyen bir sorgulama ve dönüştürme potansiyeli olarak yeniden tanımlanır.
 
Hal Kolektif olarak uzun süredir üzerinde çalıştığımız konu ileri dönüşüm meselesinin mikro alanlardaki durumuydu. Çünkü büyük üretimin görünür olan sonuçları bireyin tüketim kültürüne dair zevk alınabilecek ürünler iken, görünür olmayan çıktılar ise zamana bağlı olarak yok edilme, yok etme ve yok olma sorunsalında değerlendirebileceğimiz şeyler. İşte bu bağlamda Hal Kolektif olarak devreye adeta bir katalizör olarak girmekteyiz. Ve şu soruyu soruyoruz: Yok edilmesi gereken birimler parçalar “atık” olarak tanımlananlar, nasıl tekrar kullanıma sokulabilir?  Daha adaletli bir durumun hayata geçirilmesi ve farkında olmak için “Yerinde ve Birlikte” projesini hayat geçirerek kent içindeki ileri dönüşüm sürecinin önünü açtık. Ve hala buna devam ediyoruz. 
 
Sinopale için bu bakış açısıyla oluşturduğumuz “Yerinde ve Birlikte” projemizde öncelikle Hal Kolektif sanatçı olarak yer alarak, “Atık Haritası” adlı bir kentsel farkındalık projesi geliştirdi. Projemizin sürecinde Stockholm’de yaşayan küratör Jonathan Habip Enqvist’in mentorlüğünde kavramsal bakışımız için bir deneyim yaşadık. Davet ettiğimiz sanatçılardan Youssef Tabti “psiko-coğrafya” metodolojisini kullandığı ‘Psikocoğrafya Yürüyüşü’ çalışmasında her gün tükettiğimiz mesafede görmediklerimizin keşfini ve ortaya çıkartılmasına yönelik bir yöntemi göstererek, bireyin aynı mesafeden bakarak görmediğini görme eylemi için pratik geliştirmesine aracılık etti. Ezgi Kılınçarslan ise atık olarak görülüp içi boşaltılan formlardaki eski alanın tekrar doldurulduğunda nasıl bir sonuç olacağına dair önerisinde yok edilenin yerine doldurulanın aynı şekilde davranıp davranmayacağına ya da aynı şekilde görülüp görülmeyeceğine dair bir ilişkisel yöntem önermekteydi. Hatta, atığın atık olmadığı yeni bir form ve yeni şeyler için tetikleyici olduğunu vurgulayan katılımcı çalışmaları projemizin ana teması olan “Yerinde ve Birlikte”yi desteklemekteydi. Pınar Akkurt’un önerisinde yer alan ileri dönüşüm meselesi Hal Kolektif’in baktığı noktadan daha tasarımsal bir bakış açısıyla “sosyal bir tasarım” önerisinde bulunuyordu. Clemens Lauer’in dönüşüme uğrattığı kullanımından vazgeçilen sandalyeler, yeni formlarıyla içinde bulunması gereken topluluk içinde aykırı ve ilerici bir durumu imgeleyip, toplumsal adalet için yeni bir vizyon geliştirmemiz yönünde aracılık ediyordu. 
 
 
Hal Kolektif, “Atık Haritası”
 
 
Clemens Lauer, “Altı Sinop Sandalyesi”
 
 
Ezgi Kılınçarslan, “Bilinçaltı Denizüstü”
 
Küratöryel metinde referansı verilen Jale Erzen’in “Üç Habitus”u– (bireysel, toplumsal ve çevresel habitus) simbiyoz olarak ele alındığında küratöryel ekip olarak insan çağında gözünüze çarpan  ortaklık, zarar ve fayda ilişkilerine dair neler oldu?
 
Hal Kolektif: Jale Erzen’in “Üç Habitus” olarak adlandırdığı bireysel, toplumsal ve çevresel habitusların simbiyotik ilişkisi, Sinopale 9’un küratöryel çerçevesinde merkeze aldığımız en önemli düşünce alanlarından biri oldu. İnsan çağı olarak tanımlanan bu dönemde, bireyin doğayla kurduğu ilişkiden toplumun kendi iç dinamiklerine kadar her şeyin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğunu görüyoruz. Bu bağlamda, özellikle zarar ve fayda kavramlarının birbiri içine geçtiği ve keskin sınırların kaybolduğu bir dünya gözler önüne seriliyor. Küratöryel ekip olarak bu simbiyoz ilişkileri anlamaya çalışırken, insanın kendini doğadan ve toplumdan ayırarak yarattığı bireysel alanların aslında hem toplumsal dokuyu hem de ekosistemi ciddi biçimde etkilediğini fark ettik. Bir önceki sorunuzda da değindiğimiz sanatçılarımızdan sanatçı Ezgi Kılınçaslan’ın gerçekleştirdiği Sahilden Atık Toplama Yürüyüşü’nde bu ilişkilerin ekosisteme etkilerini anlamaya çalışırken; Youssef Tabti’nin Psikocoğrafya Yürüyüşü’nde bu ilişkilerin toplumsal ve bireysel etkilerinin izini sürmeye çalıştık. Üç Habitus’un birbirini destekleyen ve dönüştüren yönlerini, bireysel olanla toplumsal olanı çevresel sorumlulukla bir araya getirerek ortaya çıkarmaya çalıştık. Örneğin sanatçı Pınar Akkurt’un İleri Dönüşüm Kütüphanesi ya da Clemens Lauer’in Sinop Sanayi Sitesi’nde atılmış sandalyelerden yola çıkarak yaptığı enstalasyonu bireysel faydanın toplumsal ve çevresel iyileşme için ortak bir değer yaratacak şekilde birleşmesi gerektiği mesajını güçlendiren eserler olarak Yerinde ve Birlikte projesinde yer aldı.
 
 
Youssef Tabti, “Yerinde ve Birlikte, Psikocoğrafya Yürüyüşü”
 
Melike Bayık: Üç Habitus kavramı bienalde önemli yaklaşımlardan birisi olarak yer aldı. Ancak bu yaklaşım üzerinden zarar ve fayda ilişkisine odaklanmak bienalin temelinde bu denli katı ve opak bir ifade ile yer almıyor. Ancak bienal sanatçıların üretimleri ile özellikle bölgeden ulaşan yerel izleyiciyle olası senaryoları tartıyor. Özellikle bölge halkının sanat eserlerinin üretiminde yer alması ile birlikte çevresel etkileşime, kent ve doğa ikiliğine birebir kökten odaklanmaya başlıyorlar. İmece usulde üretilen eserlerde sadece bir emek, zanaat çalışma aranmıyor. Geçen diyaloglar, kent ve coğrafyası üzerine yaşamsal ifadeler ile birlikte bu kavram ışığında fayda ve zarar bazen kişilerin daha derinlere ulaşması için kapılar açıyor bazen de elbette her an olduğu gibi mesafeli bir izlenceyi sürdürüyor. Yine de Sinopale tüm olasılıkları bazen farkında ve açık bazen de sessiz ve gizil biçimde dönüştürücü ihtimaller, faydalı katmanlar ile insan doğa ve kent üçgeninde irdelenmesi konusunda değerlendirmeye açıyor. 
 
İpek M. Sür: Bu ilişkinin döngüsel ve transformatif olduğunu düşünüyorum. Doğal dengenin bozulduğu noktada, insanın zararı minimalize ederek faydayı artırma çabası, organik bir birliktelik getiriyor; çünkü burada bir sahiplenme söz konusu. Faydayı da zararı da ortaklığı da bir aksiyona dönüştürme hali, bir sahiplenme sonucudur. Bu sahiplenme, doğru etkiyi dozunda ve incelikle yaratarak çoğaltılabilir.Örneğin, Suat Öğüt’ün deniz şahini için oluşturduğu anıt, çevresel habitusa güçlü bir gönderme yaparken aynı zamanda Sinop halkında bir sahiplenme duygusu uyandırdı. Doğaya karşı duyarlılığı artırarak, kentin ekolojik hafızasında derin bir iz bıraktı. Bu yavaş ama derin etki, hızla yapılan yüzeysel girişimlerden daha kalıcı bir sahiplenme yarattı.
Bu döngüsel dönüşüm, sadece bu bienalde değil, gelecekteki etkinliklerde de kendini devam ettirecek bir bilinç oluşturuyor. Bu bienalde atılan tohumların, gelecekte meyve vererek sahiplenme bilincinin sürekli olarak besleneceği fikrini taşıyorum. Her etkinlik, Sinop’un kültürel ve ekolojik dokusuna yeni bir değer ekliyor ve bu döngüyle hem toplumsal hem çevresel hem de bireysel habituslar sürekli olarak gelişiyor. Bu yaklaşım, bienalin doğaya ve topluma karşı sorumluluğunun sadece estetikle sınırlı olmadığını, aksine sürdürülebilir ve kapsayıcı bir etki alanı yaratma amacını taşıdığını gösteriyor.
 
Nil İlkbaşaran:  Bir kenti düşündüğümüzde, Sinop’u düşündüğümüzde , deniz, tekneler, martılar, balıklar, çınarlar,  binalar, inşaat molozları, zeytin ağaçları, plastik çöpler, sahil hepsinin toplamı Sinop’un habitus unu oluşturuyor. Burada doğa ve kent içiçe, bir bütün. Burada ve tüm büyüyen kentlerde göze çarpan bu bütünlükteki dengenin hızla doğal öğelerini kaybetmeye eğilimi. Doğanın metalaştırıldığı tüketim toplumu insanın doğa ile olan ilşkisini stresli bir duruma dönüştürüyor. “Sinope’nin Bahçeleri” çalışması da bu ayrışıklığın altını çizen bir çalışma. “Doğa ile insan arasında karşılıklı nasıl daha faydalı bir ilişki kurabiliriz” düşüncesini merkeze alıyor, bunun üzerine diyaloglar kuruyor. Yaşam alanlarının oluşmasında bireysel ve toplumsal tercihlerin belirleyici olduğunu, bu alanları nefes alan kentler olarak kurmak ve sürdürmek için günlük hayatımızdaki tercihlerin ve alışkanlıkların belirleyici olduğunu anlatıyor; buradaki döngüselliğin bilincine varmaya davet ediyor. Sinopale 9 da “Tükenmeden Önce Yeni Değerler Evreni” başlığı ile lineer büyümenin getirdiği değerlerin yeryüzünü ve toplumu sömürdüğü sistemin ötesinde düşünerek yeni değerler ile bir yaşam sistemi düşlemeye davet ediyor. 
 
Sinopale 9’a hazırlık süreci Melike Bayık, Deniz Erbaş, İpek M. Sür ve Nil İlkbaşaran, Sinopale’nin kurucusu T. Melih Görgün ve Hal Kolektif’ten oluşan küratöryel ekip için nasıl geçti? İzlenimlerinizi paylaşır mısınız?
 
Hal Kolektif: Sinopale 9’un hazırlık süreci, küratöryel ekip için çok yönlü ve yoğun bir iş birliği deneyimi oldu. Paydaşlar arasında kurulan ortaklık, her bir küratörün bakış açısını ve uzmanlığını bir araya getiren dinamik bir süreç ortaya çıkardı. Yeni kurulan ve bienali kurucularından devralan bir kolektif olarak bizim için oldukça öğretici bir süreç olduğunu söyleyebiliriz. Bir yandan uluslararası sanatçıları ağırlamak, diğer yandan yerel toplumla iç içe bir bienal oluşturmak kolektif olarak ekip ruhumuzu daha da sağlamlaştırdı. Aynı zamanda her bir ekibin kendi bilgi ve tecrübesini paylaşmasıyla, sanatın birleştirici ve dönüştürücü gücünün Sinop’ta somutlaştığı bir çalışma olarak şekillendi. Bu süreçte Sinoplu sanatseverlerin, destekçilerimizin ve tüm Sinopale dostlarının bize sağladığı kaynakların; T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Sinop Valiliği, Sinop Belediyesi, Sinop İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Sinop Alan Yönetimi Başkanlığı’ndan aldığımız desteğin de altını çizmek gerekiyor. Sonuç olarak izleyiciye, sanatçılara ve yerel halka yeni değerler etrafında bir sanatsal deneyim sunmayı başardık ve bunu yaparken biz Hal Kolektif olarak Sinopale’nin ruhu olan imece ve gönüllü çalışmayı hep bir adım ötesine taşımaya gayret ettik.
 
Melike Bayık: Her şey bir yana ortak ekip ile çalışma süreci büyüleyiciydi. Davet almam üzerine gelişen ortak toplantılar, birlikte çalışılan tüm zamanlar, gerçekten öğretici ve kapsayıcı oldu diyebilirim. Kavramın ortak bir payede geliştirilmesi üzerine tüm küratörler ayrı ayrı sanatçı önerilerimizi ilettik, bu minvalde ortak bir zeminde buluşan her küratörün davetlisi olarak sanatçılar ile birlikte tek dille konuşulan ve herkesi içine alan kapsayıcı bir bienal edisyonunu gerçekleştirdik. Bienalin ana ekibi olarak bahsedebileceğim sanat direktörü olarak Melih ve HAL Kolektif ile birlikte bienale gönüllü destek için katılan birbirinden kıymetli insanlar ile omuz omuza çalıştık. İmece usulü, ilmik ilmik herkesin dayanışarak çalıştığı ve kente, bienale gönlünü kaptırarak süreci tamamladığı bir bienal hazırladık.
 
 
İpek M. Sür: Bence herkes için oldukça dinamik, derin ve etkileyici bir süreçti. Açıkçası, çok kısa bir sürede büyük adımlar atmaya çalıştık ve bir kısmını da başardık diyebilirim. Kendi küratöryel sürecimi önce bireysel olarak tematik açıdan yoğunlaştırıp daha sonra diğer küratörlerle bu çizgiyi birleştirdim.
 
4000 kilometre uzaktan, daha önce hiç görmediğim bir mekânda küratöryel bir yolculuğa çıkmak ve aynı yolculuğa davet ettiğim sanatçıları da dâhil etmek oldukça ilginçti. Sinop’a vardığımda pek çok sorum olsa da, ikinci gün tüm bu sorulara yerinde yanıt bulmak ve kenti hissetmek bana adeta küratöryel bir 'residency' süreci yaşattı. Bu yaklaşım, özellikle Sinopale için işlerini mekânda üreten sanatçılar için de belirgin bir ilham kaynağı oldu. Her yigidin bir yogurt yegisi oldugu gibim, her bienalin de kendi özgün gelişim süreci olduğu var.
 
Dolayisiyla Sinopale de esnek olmayı, büyük resmi görmeyi ve anda kalmayı zorunlu kılıyor. Bir yandan her şeyi kontrol etmeye çalışırken, bir yandan da aslında hiçbir şeyin tam anlamıyla kontrol edilemeyeceğini fark etmek, hayatın kendisiyle bir aynalama yaratıyor. Sonuç olarak, geriye dönüp baktığımda, doğal, organik ve olması gerektiği gibi bir üretim sürecimiz olduğunu görüyorum ve bu süreçten oldukça tatmin olmuş durumdayım.
 
Nil İlkbaşaran: Hazırlık süreci kısa zamanda çok işi kotardığımız yoğun bir süreçti. Sinopale ekibi ve küratörler yedi farklı şehirde (İstanbul, Amsterdam, Çanakkale, Muğla, Londra, Viyana ve Sinop) konumlanmış olmamıza rağmen, uyumlu ve birbirini destekleyen bir çalışma gerçekleştirdik. Ekipte eski üyelerin deneyimi ve yeni üyelerin ve yeni jenerasyonun katkıları çok güzel sonuçlar doğurdu. Özellikle Sinop’ta buluştuğumuz Bienal öncesi prodüksiyon ve açılış sürecinde çözüm odaklı, esnek düşünen bir topluluk olarak hazırlıkları keyifle tamamladık. Sanatçılar Sinop’tan ayrılırken bir yaz kampındaki arkadaşlarından  ayrılırken yaşayabileceği duygularla ayrıldılar. Bu da kolektivite bağlamında çok değerli bir deneyim.
 
T. Melih Görgün: “Konfor alanından çıkma zamanı” diyeceğim bir süreci yaşadığım Sinopale her zaman yeni yüzlerle karşılaşarak yeni bir deneyim kazandırmakta. Derslerimde öğrencilere öğretmeye çalıştığım bir yöntem olarak, “Sıfır kuruşla dünyanın en güzel çalışmasını nasıl yaparsınız?” sorusunun yanıtını tekrar tekrar aradığım bir süreçtir bu. Sanatçılara rutin hareket alanı için oldukça önemli bir esneklik deneyimi de kazandırdığını iddia edebileceğim Sinopale süreci yorucu ve stresli olmasının ötesinde, sanat yapıtının üretiminde koşullara bağlı olarak çalışma stresinin nasıl aşılabileceğini ve “mutabık” kalınabileceğini göstermesi açısından değerlidir, benim için. Bu sene de katılımcı sanat yöntemimizi kullanabilmek, geliştirebilmek adına uzun soluklu bir projelendirme sürecine girdik. Dünyanın farklı kentlerinde yaşayan Sinopale Gönüllü Ekibi, küratörler ve sanatçılarla farklı evrelerde bir araya gelmek ve ardından Sinop ve dışındaki potansiyelleri bulma ev değerlendirebilme yönünde çok yoğun çalıştık. İnandığımız şey ise bu deneyimi yaşamamış kimsenin inanamayacağı şeydi. “Güven ve Dostluk”. Arayışımızda dikkat ettiğimiz birçok kriter var ve en önemlilerinden bir kaçı da “güven” ve “dostluk” ta buluşuyor. Elbetteki yaptığımız çalışmanın sonuçlarının evrensel boyutta bir karşılığı olduğunu biliyor ve oradaki çıtamızı düşürmeden yolumuza devam ediyoruz. İlk defa böyle bir çalışmaya katılanlar bunun bir bienal olmadığını da belirtebilirler. Evet doğrudur, Sinopale sadece teknik olarak iki yılda bir yapılan yani bienal olarak programlanan, katılımcı sanat konusunda alanında tıpkı “Münster Projekt (on yılda bir yapılır)” gibi bilinen uluslararası iki yılda bir sergisidir. Hatırlatmakta yarar görmekteyim. Bienal bir form değildir, süresel bir durumun teknik-kavramsal karşılığıdır. Sinopale bu bakış açısıyla ortaya konulmakta ve her yaştan katılımcıya ve sanat üreticisini hatta işinde deneyim kazanmak isteyen küratörlere de fırsat vermektedir. Ve bu yıl da bunu gerçekleştirdik. Yeni kişisel deneyimler kazandık ve hep birlikte güzel bir duruma imza attık. Bu sene Sinop kökenli birçok sanatçıya yer verdik ve Sinop’tan birçok kurumsal ve özel destekçimiz oldu. Yani, bir eşiği aştık ve değerli iş birlikleri geliştirdik. 
 
Sinop halkının bienal ile olan etkileşimi hakkında neler söylemek istersiniz?
 
Hal Kolektif: Sinop halkının bienalle olan etkileşimi, Sinopale’nin başarısının en önemli unsurlarından biri. Bu edisyonda da yerel halkın bienal performanslarına, atölyelere, ve Sinopale Forum’a hevesli bir biçimde katıldığını, bienal sergisinin günlük yüzlerce ziyaretçi aldığını gördük. Öte yandan, bu etkileşimi yalnız rakamlar üzerinden açıklamak eksik kalacak. Sinopale halkın günlük yaşamında sanatın yerini yeniden tanımlayan bir alan yaratıyor, yalnızca bir sanat etkinliği olmanın ötesine geçerek, yerel halkın kültürel belleğini canlandırmaya katkı sağlayan bir platform işlevi görüyor. Öyle ki bienalin şehir insanına ve ortak kent hafızasına yaptığı katkılar dikkate değer. 
 
 
Melike Bayık: Bienalin içinde nasıl bir çalışma pratiği varsa Sinop halkının katılımı da o şekildeydi. Eserlerin üretiminde de yoğun bir şekilde yer alan halk bienalde de açılış anı ile birlikte her gün yoğun biçimde ziyaret etti. Katıldığım birçok sergi ya da bienal açılışının yanında bu bienalde açılış anını unutmamak üzere fotoğraf çektiğimi anımsıyorum. Her etkinliğin özel daveti, günlerce süren VIP programları yanında tüm Sinop’a duyurduğumuz ve aynı anda halkla kucaklaşarak açılan bir bienal yaptık. Sanıyorum tüm kalbimle gerçekten ürettiğimiz ya da tartışabileceğimiz eşitlik ve herkesin erişimi gibi konularda aktif bir izlence sunduğu aşikâr. Halkın bienal ile, bienalin halk ile kucaklaşması daha önce deneyimlediğim bir şey değildi. Sinop ve Sinopale, yereli ve üretimleri ile apayrı.
 
İpek M. Sür: Sinop halkının bienal ile olan etkileşimi oldukça etkileyiciydi. Açılış günü dikkatimi çeken en önemli noktalardan biri, Sinopale’nin kendine ait bir topluluğu olduğu ve bu topluluğun her yaştan insanı kucakladığıydı. Sinop halkı, yüksek merak duygusu ve iletişime açıklığıyla hemen öne çıkıyordu. İlk günlerde birçok kişi, yıllardır kapalı kalan ve yeni restore edilmiş Cezaevi’ni görmek amacıyla gelmişti. Ancak karşılarında beklediklerinden çok daha fazlasını, görsel ve işitsel bir şöleni bulunca oldukça ilginç diyaloglar yaşandı.
 
80 yaşındaki Emine teyze ile yaptığım sohbetten, 23 yaşındaki üniversite öğrencisinin merak dolu sorularına kadar, herkesin bir şekilde bu bienale bağlanabildiğini gördüm. "Beyaz kutular" yani geleneksel sergi alanları birçok insanın adım atmaya cesaret edemediği mekânlar olabilir, fakat kültürel miras ve sanatın iç içe geçtiği bu edisyonda geniş bir kitle için değerli bir deneyim sunulmuş oldu.
 
 
Nil İlkbaşaran: Sinop Tarihi Cezaevi’nin restorasyondan sonra gerçekleşen ilk uluslararası etkinliği olarak Sinopale sergisi hergün yüzlerce izleyici ağırladı. Bir kültürel mirasın Sinop Tarihi Cezaevi’nin, Kültür Merkezi olarak dönüşümü de Sinopale’nin ilk edisyonlarını bu alanda cezaevinin yıkık duvarları arasında sergilemesi ve bu alanın bir Kültür Merkezi olarak kente neler katabileceğine örneklemesi ile gerçekleşmiş olduğunu düşünüyorum. Sanatın dönüştürücü işlevine kuvvetli bir örnek olan bu mekan bugün Sinopale’nin 9. Edisyonunu yenilenmiş yapısında sergiliyor. Bienal sergisi, müzik dinletileri, performanslar ve atölyeleri yoğun ilgi görmekte.  Sergiye ilgi Sinop dışından gelen ziyaretçiler kadar, Sinopale ile yakın ilişki içerisinde olan akademisyen ve STK ların kendi öğrencilerini veya izleyici gruplarını getirmeleri de etkili oldu.
 
T. Melih Görgün: Sanırım soruyu yönelttiğiniz diğer arkadaşlarımın söyledikleri daha değerli olacaktır. Ve merak ediyorum. Sinopale bağlamında İlk karşılaşmaları oldu bu ve aktardıkları çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. 
 
Sinopale ve Hal Kolektif'in, sanatın toplumsal ve çevresel bağlamlarda nasıl bir rol oynadığına dair görüşlerinizi paylaşabilir misiniz? Özellikle, bu yılki tema üzerinden sürdürülebilirlik ve bireylerin dünyadaki etkilerini yeniden düşünme çabaları hakkında neler söylemek istersiniz?
 
Hal Kolektif: Bu yılki “Tükenmeden Önce: Yeni Değerler Evreni” teması, hem bireysel hem de kolektif düzeyde sürdürülebilirliğe ve kaynaklarımızı yeniden düşünmeye yönelik güçlü bir çağrı niteliğinde. Sanat, bireylerin dünyaya olan etkilerini sorgulama sürecinde bir katalizör görevi görebilir. Sinopale'nin sanat yoluyla Sinop’ta sürdürülebilirliğe dair farkındalık yaratması, yerel halk ve izleyicilerin kendi çevresel etkilerini düşünmeye yönelmesine olanak tanıyor. Bu çerçevede, Hal Kolektif de sürdürülebilir kültürel faaliyetleri kalıcı hale getirme vizyonunu benimsemiş durumda. 2023 yılında kurulan kolektif, sanatın yalnızca bienal süresince değil, tüm yıl boyunca Sinop’ta bir toplumsal etki bırakabilmesi için çalışmalarını sürdürüyor. Hal Kolektif'in önümüzdeki yıllarda hayata geçirmeyi hedeflediği programlar da sürdürülebilir sanat üretimi ile yerel halkı buluşturarak, uzun vadeli bir kültürel döngü yaratmayı amaçlıyor. Bu süreçte sanatın rolü, bireylerin çevresel ve toplumsal duyarlılığını artırmakla kalmayıp, onları daha aktif ve sorumlu katılımcılar haline getirmekte yatıyor. Sanat, günlük yaşantının sıradan anlarına dokunarak insanların kaynakları nasıl kullandıklarını, çevrelerini nasıl etkilediklerini ve toplumsal belleğe nasıl katkıda bulunduklarını yeniden sorgulamalarını sağlıyor.
 
Melike Bayık: Sinopale ve HAL Kolektif sosyal yapı ile çok içiçe. Buradan yola çıkarak büyük ve didaktik konuları gündemde tutup katı sınırlarda anlatılar sunmanın çok ötesinde geçirgen ve değişken bütüncül bir hikâyenin parçası oluyorlar. Bu noktada sosyo-kültürel bir temelden yükselerek ekoloji ve kent ile halkın ilişkisini aydınlatacak zeminsiz bir yerden seslenip bir olmaya çabalıyorlar. Bu çaba katılımcılık ile, birbirinden öğrenme ile dünyanın yarınına bakan bir imece ile gerçekleşiyor. Dünyanın bu zor günlerinde hepimizin asıl dayanışmanın ne demek olduğunu anlayabilmek için Sinopale’ye bakmamız ve bu kentin yaklaşık 20 yıldır sürdürdüğü kendini içeriden besleyen yapısı ile ekoloji ve insan ilişkisine kentin içinden bir öğrenim olarak bakmamız gerektiğine inanıyorum.
 
İpek M. Sür: Sinopale ve Hal Kolektif'in sanata toplumsal ve çevresel bağlamlarda yüklediği rol, sanatın bireysel estetikten çok öteye geçerek bir dönüşüm aracı olup olamayacağı sorusuna dayanıyor. Bence Sinopale, bulunduğu kentin doğası, tarihi, insani ve toplumsal dokusuyla çok derin bir ilişki kurarak, sanatın bu çevresel ve toplumsal öğelerle iç içe gelişmesi gerektiğini savunuyor. Bu yılki ‘Tükenmeden Önce: Yeni Değerler Evreni’ teması, bir yandan sürdürülebilirlik kavramını somut hale getirirken, bir yandan da bireyleri doğa, toplum ve kendileri arasında nasıl bir ilişki kurdukları konusunda sorgulamaya teşvik ediyor.
 
Nil İlkbaşaran: Sinopale, Uluslararası Sinop Bienali 20 yıla yakın geçmişinde katılımcı sanat alanındaki öncü rolü ile çevresel meseleleri kültürel hafızaya taşıyarak uzun vadeli bir etki yaratmaya önemli bir katkı sağlamaktadır. 
 
Bienal mekanları ve sergiler arasındaki ilişkiden bahseder misiniz? Mekanlar bu çoklu söylem içinde nerede duruyor?
 
Hal Kolektif: Bu yıl sergi mekanlarının bizim için ayrı bir önemi vardı. Yıllardır birçok insanın önünden geçtiği ancak içerisine hiç girmediği ve hatta kültür sanat için tasarlanmamış alanlarda gerçekleştirdiğimiz etkinliklerin bir sonucu olarak bu mekanların dönüşümünü gerçekleştirerek şehre kazandırılan mekanlar bu edisyonun mekanları oldu. Sinopale’nin mekanları, bienalin teması olan “Tükenmeden Önce: Yeni Değerler Evreni” doğrultusunda çok katmanlı bir anlatım sunan aktif birer katılımcı olarak kurgulandı. Bu yılın seçilen mekanları, bienalin yalnızca sergilenen eserlerle değil, aynı zamanda sergilendiği alanlarla da bir diyalog kurmasını sağlıyor. Bu edisyonun dikkat çekmek istediği ve izleyiciye bir önerme olarak sunduğu yeni değerler evrenini kolektif belleğimizdeki kadim değerlere bakarak keşfederken bienalin mekanları da sürdürülebilirlik temasına çok güzel örnekler olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin, Sinopale’nin merkezi olan Hal, Sinop Buluşma Merkezi, bienalin 2014 yılında şehirde yeniden keşfettiği, kent belleğinde unutulmuş yerini tekrar hatırlattığı ve bir kültür-sanat merkezi olarak dönüştürmeye başladığı mekanların başında geliyor. Bienal sergisinin gerçekleştirildiği Sinop Tarihi Cezaevi, Sinopale’nin ilk dört edisyonuna da ev sahipliği yapmış ve 2011 yılında Sinopale’nin gerçekleştirdiği “Geleceği Biriktirmek” projesi ile bir kültür merkezine dönüştürülmeye başlanmıştı. Sinopale 9’da Sinop Tarihi Cezaevi’ni bir kültür merkezi olarak ilk kez Sinopale kullandı ve şehrin belleğinde önemli yer tutan bu mekanın dönüştürülmüş hali Sinoplularla ilk kez bienal aracılığıyla buluşturuldu. Benzer bir şekilde, atıl bir halde iken Sinopale 6 ve 7’de sergi mekanı olarak kullanılan Buzhane binası da yine bienalin ön ayak olduğu dönüşümünü tamamlamış olarak Sebahattin Ali Kültür Merkezi adıyla Sinopale Forum’u ve diğer birçok etkinliği misafir etti. Tüm bu mekanlar içlerinde gerçekleştirilen etkinliklerin içeriğini güçlendiren birer sahne olarak değil, kendisiyle konuşulan ve izleyiciyi katılıma davet eden birer aktör olarak düşünüldü. Bu yaklaşım, mekanların yalnızca birer arka plan olmanın ötesine geçerek, bienalin çoklu söylemi içinde kendine özgü bir pozisyon edinmesini sağlayan ve izleyicinin mekanı bir bütün olarak deneyimlemesine olanak tanıyor. 
 
 
Melike Bayık: Bienal mekanları ilk kez “Tükenmeden Önce: Yeni Değerler Evreni” adınız verdiğimiz bu edisyonda restorasyon sonrası halka açıldı. Sinopale ekibi için de ilk olan bu deneyim tüm sanatçılar ve katılımcılar için önemli bir andı. Bienal ağırlığını Sinop Tarihi Cezaevi’nde konuşlandırılmış olsa da Eski Buzhane (güncel ismi Sabahattin Ali Kültür Merkezi ancak tarihini ve değerini koruyarak arşive geçmesi üzerine eski ismini kullanmayı isterim), Tersane Bölgesi ve Hal - Sinop Buluşma Merkezi de bienalden eserlerin yer aldığı mekanlar oldu. Davet ettiğim sanatçı Zafer Akşit’in her bir yapının Sinop’un tarihi ve kültürel hafızasında yer alan önemi üzerinden unutulmaya yüz tutmuş durumlarını ortaya çıkarmak üzere katılımcı pratiklerle oluşturduğu her binada yer alan bazıları kamusal bazıları özel alanlara yerleşen ses yerleştirmeleri mevcut. Bienal cezaevinin kendine ev gibi konumlandırdı ancak bütün Sinop’ta Zafer Akşit’in sesleri ile karşılaşarak yerelden kente seslenen bir izlenim karşımıza. Cezaevinin duvarları, odaları, bahçesi ve avlusu katılımcı, performatif birçok eserle kurgulandı. 
 
Önemli bir tarihi yapının içinde kendi hafızasını koruyarak sergi yapmak güçtür. Yapıya müdahale etmeden ve eserin önüne geçmeden bir denge kurmak her zaman zorlayıcı bir küratöryel sezgidir. Bu açıdan birbiri ile güçlü ilişkiler kuran bir ekip, küratörler ve sanatçılar olarak kentin hafızasında yer eden bu değerli yapılar, sokaklar, deniz ve doğa arasında dengeli bir yerleşimi kurduk. Fragmental birçok paydaşlık çoğulcu ve kapsayıcı anlatılara dönüştü.
 
 
İpek M. Sür: Bienalin mekânları ve sergiler arasındaki ilişki, Sinopale’nin çoklu söylem içinde kendine özgü bir yer edinmesini sağlıyor. Özellikle Sinop Cezaevi gibi duygusal ve tarihî mekânların atmosferi, sergilenen işleri daha derin ve katmanlı hale getiriyor. Bu mekânlar, izleyicilerin eserlerle daha içsel bir bağ kurmasını, eserlerin hem estetik hem de tarihî bir bağlama oturmasını sağlıyor. Sinop Cezaevi ve Buzhane gibi mekânlar, eserlerin anlamını zenginleştiriyor; soğuk duvarlar, geçmişin izleriyle izleyiciye yansırken, aynı zamanda bugünle de bağ kurduruyor.
 
Aynı zamanda, Sinopale’deki bu mekânların, sanatçılar için sadece bir sergi alanı değil, yaratıcı bir süreçte ilham kaynağı olması da önemli. Bienalde yer alan sanatçılarla kurduğumuz diyaloglarda, mekânın enerjisinin sanatçılara yeni katmanlar sunduğunu görmek mümkün oldu. Bu mekânlarda sergilenen eserler, izleyiciye pasif bir izleyici pozisyonunun ötesinde dokunulabilir, içsel bir deneyim sunuyor.
 
Son olarak, Sinopale’nin kültürel miras mekânlarına getirdiği bu dönüşüm, Sinop’un gelecekteki kültürel rotasına katkıda bulunarak sürdürülebilir bir model sunuyor. Bienalin, Sinop’un tarihî mekânlarıyla kurduğu ilişki sayesinde kültürel miras ve sanatın sürdürülebilir bir diyalog kurmasına olanak tanıdığına inanıyorum. Mekânların yeni anlam katmanları yaratarak ve yerel halkla bağ kurarak Sinop’a kültürel açıdan yeni bir yön çizen Sinopale, bölgenin kültürel geleceğine önemli bir katkı sağlıyor.
 
Kamusal program ve atölyeleri tasarlarken nasıl bir yaklaşımı benimsediniz?
 
Hal Kolektif: Bu sene de, Sinopale’nin her edisyonunda olduğu gibi, kamusal program ve atölyeleri tasarlarken Sinoplularla etkileşimi ve katılımı en üst düzeye çıkarmayı hedefleyen kapsayıcı bir yaklaşımı benimsedik. Amacımız, sanatın toplumun her kesimiyle temas kurmasını sağlamak ve katılımcıları aktif bir şekilde bu sürecin parçası haline getirmekti. Kamusal program bu sene de farklı yaş gruplarına hitap eden çeşitli etkinliklerle zenginleştirilmeye devam ediyor: Sinopale Çocuk Atölyeleri ile çocuklara için sanatla dolu bir deneyim sunarken yetişkin atölyeleri, psikocoğrafya veya atık toplama yürüyüşleri ile sanatı günlük yaşamın bir parçası haline getirerek toplumsal bilinçlenmeye katkı sağlamayı hedefledik.
 
Nil İlkbaşaran: Sinopale’nin kent projeleri, bireyler ve sivil toplumla kurulan diyaloglar aracılığıyla çevresel farkındalığı artırmayı ve sürdürülebilirliğe yönelik toplumsal katılımı teşvik etmeye çalışır. Geniş bir yaş grubu ve disiplinden bireylerin katılabileceği atölyeler tasarladık. Örneğin Kate Price (AUS/NL)  ile düzenlediğimiz monoprint baskı atölyesinde doğa ile ilişkilerimizi derinleştirmek ve bilgilerimizi aktarabilmek için bireysel arşivleme metodları üzerinde durduk. Bir diğer atölyede Tarihi Cezaevi bahçesine proje kapsamında dikilen kırk farklı yerel meyve fidanına isim vererek Sinop’ta sizden bir parça yaşatın gibi doğa ile duygusal bağlar kurmak üzerine eğlenceli yöntemler ile katılımcılığı sağladık.   Bienalin, zamana ve kente yayılan bu tür projelerle çevresel duyarlılığı artırarak kalıcı bir toplumsal etki bıraktığını düşünüyorum.
 
Sinopale Forum'un yerel kültür politikaları ve toplumsal değişim üzerindeki etkilerini tartışmaya açmayı hedeflediği düşünüldüğünde, bu etkinliğin Sinop'a olan katkıları hakkında neler söylemek istersiniz?
 
Hal Kolektif: Sinopale Forum, yerel yönetimler, sanatçılar, kültür çalışanları ve sivil toplum kuruluşları arasında köprü kurarak, toplumsal fayda üretecek kalıcı çözümlerin tartışılmasını sağlıyor. Böyle bir platform, Sinop'un kültürel bir merkez haline gelmesine ve sanat aracılığıyla sosyal dayanışmanın güçlenmesine katkı sunuyor. Ayrıca, bu tür bir diyalog ortamı, Sinop halkının kültürel projelere katılımını teşvik ederek, sanatı daha erişilebilir ve gündelik hayatın bir parçası haline getirebilir. Bu etkinliğin asıl katkılarını, forumda ele alınan konuların, yerel yönetimlerin sanat ve kültür projelerine yaklaşımını etkileyerek daha kapsayıcı, sürdürülebilir ve toplum odaklı projelerin hayata geçmesini önceliklendirmeye başladıklarında görebileceğimize inanıyoruz. 
 
Nil İlkbaşaran: Sinopale Forum, kültür ve sanat politikalarının yaşam alanlarımızı ve dolaysısıyla sosyal yapıyı şeklillendirmedeki rolünü Sinop kenti için üstlenen ve hayata geçiren bir çalışma. Forum, Sinopale tarihinde üçüncü kez gerçekleşirken her Forum’da sivil toplumun katılımının ve kent ile ilgili görüşlerini seslendirme imkanı sağlanması, toplumsal değişimin sanat yolu ile başlayabileceğine somut bir örnek. Bu tür etkinlikler bir yandan kolektivite, birlikte düşünme ve birlikte hareket etme duygusunu güçlendirirken bir yandan bireylere kentine sahip çıkma, sorumluluk alma ve söz sahibi olma gibi imkanları da sunarak bireyleri “aktif vatandaşlık” anlamında güçlendiriyor. Bunu yaparken davet ettiği ulusal ve ulusalar arası konuklar da bu çalışmaya bir yandan farklı coğrafya ve altyapıllardan örnekler sunarak zenginleştirirken, diğer yandan da Sinop örneğini geldikleri alana taşıyarak kentin olumlu imajını yaymakta etkin oluyorlar.
 
Ekolojik farkındalık, atık ve sürdürülebilirlik temalarını ele alan Yerinde ve Birlikte panelinde sanatın toplumsal sorumluluğu ve sürdürülebilir gelecek inşasındaki rolü hakkında neler konuşuldu? 
 
Hal Kolektif: "Yerinde ve Birlikte" panelinde, proje kapsamında davet ettiğimiz sanatçılar Pınar Akkurt ve Ezgi Kılınçaslan’ın Sinop’ta geçirdiği deneyimlerden yola çıkarak sanatın ekolojik duyarlılığı artırma ve çevresel bilinç yaratma gücünü ve bu etkinin sürdürülebilirlik kavramı içindeki yerini sorguladık. Çıkış noktamız tamamiyle deneyim odaklı idi: örneğin panele Sahilden Atık Toplama Yürüyüşü’nde metrelerce yapacağımızı düşündüğümüz yürüyüşün neden 10 metrekare bir alanda bittiği üzerine düşünerek başladık. Anlatımız ve tartışmalarımız sanatçıların ve katılımcı konukların katkılarıyla geri ve ileri dönüşüm uygulamalarının sanatsal üretim sürecine nasıl entegre edilebileceği konusu ile daha da zenginleşti. Sanatın çevresel sorunlara karşı tek başına tüm çözüm yollarını sunamayacağının farkındayız; ancak sanat, toplumsal farkındalığı artırmak için güçlü bir vizyon yaratma aracı olarak önemli bir rol oynuyor. Panelde de konuşulduğu gibi, büyük endüstrilerin çevre üzerindeki büyük ölçekli etkileri düşünüldüğünde, asıl dönüşüm için daha derin ve uzun vadeli aksiyonlar gerekiyor. Sanat burada bir katalizör işlevi görerek izleyiciyi bilinçlendirme, düşündürme ve farklı bakış açıları sunma anlamında etkin olabilir. Örneğin, ileri dönüşüm malzemelerinin sanatsal üretimde yaratıcı bir şekilde kullanımı, hem sanatta yeni bir ifade alanı açıyor hem de günlük yaşamda farkındalığı artırıyor. Bu panelin amacı, yerel ve küresel ekolojik krizlere sanat yoluyla dikkat çekmek ve bireyleri, özellikle de Sinop’un yerel kaynaklarına değer vererek sürdürülebilir bir geleceğe katkı sağlama konusunda düşünmeye teşvik etmekti. Sanatçılarımız, Sinop'un yerel kaynaklarının, çöpünün ve kültürünün sanatsal üretime ilham kaynağı olabileceğini göstererek, toplumsal dönüşüm için bir başlangıç noktası oluşturdu.
 
Sinope’nin Bahçeleri projesinin bölgesel kalkınmadaki rolü nedir? Bu tür projelerin toplumsal ve kültürel etkileşimi nasıl artırabileceğini düşünüyorsunuz?
 
Nil İlkbaşaran: Düşünür Guatarri’nin de bireysel, toplumsal, çevresel boyutlarda anlattığı “Ekoloji” kavramı heterojen, disiplinler ötesi bilgi içeriğiyle dinamik, sabitliğin olmadığı evrilmeye açık bir haldir.  Dönüşümün, döngüselliğin alanıdır. Üretken evrimleri besler.  
Sinop kentini yalnız kültürel değil, floral zenginlikleri ile hayal etmeye davet eden “Sinope’nin Bahçeleri”, kent sakinleri ile kurduğu diyaloglarla “doğa ve kent ilişkisi sanat yoluyla dönüştürülebilir mi” sorusuna cevap aradı. 
 
Özellikle Sinopale Forum un bir oturumu olarak düzenlediğimiz  “Sanat, Doğa ve Kent İlişkisi” paneli ile kent ekolojisinin, belediye, akademi ve sivil toplumun katılımıyla nasıl dönüştürülebileceği üzerinde durduk. Panelde, Peyzaj Mimarlığı, Biyoloji, Turizm, Sanat, Kültür Organizasyonu gibi farklı disiplinlerin, Belediye’nin ve sivil toplumun çevresel farkındalığa dair paylaştığı bakış açılarını projenin toplumsal ve kültürel etkileşim alanında attığı somut bir adım olarak düşünüyorum. Bu bağlamda, çalışma, karar alıcıların çevre politikalakrının sürdürülebilirlik doğrultusunda iyileştirilmesine katkı sağlamaya çalışmıştır.
 
Ayrıca, Sinop halkının ve Belediye, İl Kültür Müdürlüğü, Alan Yönetimi, Üniversite, Tarım ve Orman Müdürlükleri gibi çok sayıda kurumun projeye desteği de sanat yolu ile çevresel duyarlılığa katkı sağladığına somut örnek teşkil etmektedir. Proje kapsamında temasa girdiğimiz her kişi  bu alandaki farkındalığın ilk halkasını temsil eden bir topluluk oluşturur. Sanat, bu bağlamda sadece estetik bir üretim değil, aynı zamanda yol açtığı etkileşimlerle çevresel değişim ve toplumsal dönüşüm için bir araç olabilir. 
 
 
Nil İlkbaşaran – Güngör Erdem, “Sinope’nin Bahçeleri”, 2024
 
 
T. Melih Görgün: Sinopale 100’e yakın kişinin gönüllü katkısı ile hayata geçirilmiştir. Olağanüstü koşullar yaşadığımız bu evrende, karşılıksız bir dayanışma ile ortak bir çalışma içinde olmak çok değerli. Arkadan gelen kuşaklar, onlara öncülük yapan daha öncekiler, sanatçılar, küratörler, destekçi olarak kendini adlandırıp hayali gerçekleştirmeye omuz verenler, Alice’in hikâyesinde tırtılla karşılaşma sahnesindeki diyalogda betimlendiği gibi: “… Yüz bin kez değişmiş olsam gerek” diyerek her an her koşulda nefes verenler, en önemlisi de “her şeye rağmen burada olmayı seçenler”, ahlakı sadece kendisiyle bağdaşık zannedip üst bakışıyla var olmaya çalışmayanlar, farklılıkların değerli olduğunu fark edenlerle bir arada olmak çok değerliydi. Herkese çok teşekkür ederim. 
 
 
Etiketler: Sinopale 9  bienal  küratör