Richard Rogers’a veda
21 Aralık 2021 - 09:12Çağdaş Ertuna
Paris’teki Centre Pompidou, Strasbourg’daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Londra’daki Millennium Dome gibi birçok eseriyle tanıdık Richard Rogers’ı.
Yıldız mimarların başında gelmesine rağmen, her zaman tevazusuyla da öne çıkmayı başaran az sayıda kişiden biriydi.
En prestijli mimarlık ödülü Pritzker Mimarlık Ödülü’nün de sahibiydi.
Stirling Ödülü’nden Venedik Mimarlık Bienali’nde Altın Aslan Ödülü’ne kadar daha önemli birçok ödül de kazanmıştı.
“Topluma karşı bir sorumluluğumuz var. Bu bize mimar olarak sadece müşteriye değil, aynı zamanda yoldan geçenlere ve bir bütün olarak topluma da bir rol veriyor” diyordu.
Onu en son yakın zamanda Londra’nın 34 yıllık simge restoranlarından River Cafe’de, River Cafe’nin kurucusu olan eşi Ruth Rogers’la birlikte gördüm.
Sağlığı çok iyi olmamasına, kendi kurduğu mimarlık ofisinden yeterince ticari olmadığı gerekçesiyle ayrılmak zorunda bırakılmasına ve çok sevdiği küçük oğlunu çok erken yaşta kaybetmesine rağmen dimdik ayaktaydı.
Her zamanki gibi canlı renklerde giyinmiş, gülümsüyordu.
Malum, River Cafe’nin 34 yıl önce kurulmasının nedeni, efsane mimarın mimarlık ofisinin kantini gibi hizmet vermek.
Ancak daha sonra restoran bambaşka bir yere geliyor, hatta bu süreçte ilk Michelin yıldızlarını da alıyorlar. Jamie Oliver’dan April Bloomfield’a birçok ünlü şef River Cafe’nin mutfağında yetişiyor, kendi kanatlarıyla uçmadan önce.
Aynı Richard Rogers’ın mimarlık ofisinde de olduğu gibi.
1933 yılında İtalya’da doğan ve üç gün önce hayata veda eden Richard Rogers’ın mimarlık kariyeri, İngiltere’de AA (Architectural Association) ve sonrasında Amerika’da Yale Üniversitesi’nde aldığı mimarlık eğitimleriyle başlıyor.
Öğrenme bozukluğu olan disleksi teşhisine rağmen mimarlık eğitimini tamamlıyor, hatta ilerleyen yıllarda bu teşhisi ve okuldaki başarısız öğrenciliğini de belgeleriyle retrospektif sergilerinde paylaşıyor.
İlk mimarlık ofisini Sue ve Norman Foster ve o zamanki eşi Wendy ile birlikte ‘Team 4’ adıyla kuruyor.
Daha sonra ise 1970 yılında İtalyan mimar Renzo Piano ile kurduğu Piano+Rogers Mimarlık Ofisi ile devam ediyor.
Yeni İstanbul Modern’in de mimarı olan Renzo Piano ile birlikte Centre Pompidou’ya imza atıyor.
Londra’daki Lloyd’s binası 20. yüzyıl tasarım anlayışında bir çığır açıyor ve kentsel anlamda yarattığı etkinin yanı sıra Rogers’ın mimari ekspresyonizminin bir sembolü oluyor. 2000 yılında dünyada yarattığı sansasyonel etkiyi, Londra Greenwich’de tasarladığı Millennium Dome ile sembolleştiriyor.
New York kenti için 71 katlı Dünya Ticaret Merkezi binası, Princeton Teknoloji Merkezi, Cardiff Galler Ulusal Meclisi, Tokyo Nippon TV Merkez Ofisi, Madrid Barajas Havaalanı-Terminal 4, Londra’da kanser hastaları merkezi Maggie’s Center gibi birçok projeye de imza atıyor.
En son eseri ise Fransa’da Chateua La Coste için Pritzker ödüllü Tadao Ando, Jean Nouvel, Renzo Piano ve Frank Gehry gibi usta mimarların eserlerinin yanında tasarladığı pavyon.
Richard Rogers, efsane mimarlar arasında daima özel bir yere sahip olacak, sadece eserleriyle değil, aynı zamanda duruşuyla...