“Pusulam sadece kalbim olsaydı tökezlerdim”
02 Kasım 2022 - 09:1117 yaşındaki ufak tefek, şelale sesli kızın “Kalbim bir pusula” diyerek hayatımıza girmesinin üzerinden tamı tamına 50 yıl geçmiş. 2022 yılını beş şarkılık bir EP ve bolca konserle geçiren Nilüfer ile hiç hız kesmeden geçen yarım asırlık serüveni konuştuk.
--AYIN SÖYLEŞİSİ--
ASU MARO
Güldür güldür sesi, çocuk gözleri ve genç kız edası Nilüfer’in 50 yıl içinde hiç eksilmeyenleri. Bunlara sık sık patlattığı şen bir kahkaha eklenmiş durumda, “Çok suratsızdım,” diye anlatıyor ilk zamanlarını. Hırsları azalmış, dediğine göre. Biraz daha rahat, biraz daha kendini düşünen biri olmuş, istemediği işi yapmama özgürlüğünü kazanmak için mücadele ettiği yıllarını yine de özlemle hatırlıyor. “Mümkün olsa hepsini yeniden yaşarım,” diyor. Nilüfer’le oturduk, 50 yılın mihenk taşlarının üzerinden geçip bugüne geldik.
Bu sene müzikte 50’nci yılınızı kutluyorsunuz ve bu çerçevede oluyor verdiğiniz konserler, öyle değil mi?
Aslında ben farkında bile değildim. Bana çok böyle küçük bir zaman dilimi gibi geliyor düşündüğüm zaman. 50 yılda tabii hem özel hayatımda hem iş hayatımda neler neler yaşanmıştır. Ama insana öyle gelmiyor, çok tuhaf. Düşünüyorum, 1972 - 2022 ve hep bir mücadele vermişim ben aslında. Benim kafam sürekli işimle meşguldür. En hani aşık olup da yerlerde süründüğüm zamanlarda bile kafam hep işe çalışmıştır. Onu hiç bir kenara itemedim. İyi ki de öyle yapmışım tabii.
Sonuçta kalıcı olan o oluyor değil mi?
Tabii, en kalıcı olan, en sadık olan o oldu. Öyle olmasa zaten bu kadar yıl sonra o seyirci oraya gelmez. Karşılıklı bir vefa duygumuz var.
Çok küçük yaşta başladınız müziğe. Herhalde en başı biraz oyun gibiydi.
Tabii canım. Ben şarkı söylüyorum, seviyorum şarkı söylemeyi ve sesimin güzelliğinin farkındayım, bu. İşte ‘70 yılında ses yarışmasına girdim, o zaman 15 yaşındaydım, Altın Ses, Hürriyet gazetesinin ve birinci oldum.
Bayağı parlak bir jüri var değil mi? Kimler vardı?
Kim yoktu ki? Bir kere Ajda Pekkan vardı, ben de inanılmaz fanatiğim, ilk defa onu orada canlı gördüm. Nino Varon var, Şehrazat var, Sezen Cumhur Önal var, Alpay var. Fecri Ebcioğlu da vardı galiba. Doğan Şener var...
Yarışmanın birincisiyle plak kontratı var mı?
Yok, o sonra oldu, tamamen rastlantı. Osmanbey’de bir plakçıya her zamanki gibi plak bakmaya gitmişim. Birisi geldi dedi ki, “Sen o yarışmadaki kız mısın?” Nino Varon. “Gel, kontrat yapalım sana,” dedi. Öyle kontrat yaptık. Sonra iki sene beni unuttular. Nino Paris’e gitmiş, bir şeyler olmuş. Ben de okuluma devam ediyorum. Bayağı bir zaman geçince ben aradım, dedim ki “Siz benimle kontrat yaptınız ama bana dönmediniz”. Bütün serüven öyle başladı. Ondan sonra işte 45’lik yapıldı.
'Kalbim Bir Pusula'
Evet. Ve “Ağlıyorum Yine”. Rahmetli Çiğdem Talu’nun sözlerini yazdığı. “Kalbim Bir Pusula” da Sezen Cumhur Önal’ın sözlerini yazdığı.
O zaman “Ağlıyorum Yine”yi daha çok sevmişsiniz.
Aslına bakarsan ikisini de çok fazla sevdiğimi söyleyemeyeceğim o dönemde. Benim stüdyoya girip ilk söylediğim şarkı, “Neden”di, o şarkıya ben bayılıyordum, böyle yüksek tonlara çıkılıyor. Benim tarzım o, o sırada. Önce onu kaydettik, o bir kenarda kaldı, “Ağlıyorum Yine” ile “Kalbim Bir Pusula”yı yaptık. “Kalbim Bir “Pusula”da şarkı “taka taka takatak” diye başlıyor, ben dedim ki “Ben taka taka taka demem, komik oluyor”. O zaman da daha çocuksu bir sesim var. Söylemem diye tutturdum, söyletemediler bana “taka tak taka”. O zaman da inatçıymışım yani.
Bildiğim kadarıyla hâlâ en çok söylediğiniz şarkılardan biri olan “Dünya Dönüyor”u da başta istememiştiniz.
Hakikaten ya. Şöyle bir durum var; ben sesimi gösterebildiğim, duygusal, öyle şeyler söylemeyi seviyordum da o yüzden. Şarkı ne şarkıymış bak. Şimdi konseri onunla açıyoruz. Gittiğim her yerde susuyorum, seyirci söylüyor. Müthiş bir şey. 50 sene geçmiş üstünden.
Sizin dönemin çok özel sesleri var ama ‘70’lerden bugüne sizin kadar aktif devam eden çok az insan var. Bunun sırrı nedir sizce?
Birkaç sebebi olabilir. Bir kere ben hakikaten hiç bırakmadım. Dinleyici galiba kendisini bırakmayan, çalışan, çalışkan sanatçıyı da seviyor. Ama onun yanı sıra işin müzikalitesini düşündüğümüz zaman çoğunlukla demek ki doğru şarkılar söyledim, doğru insanlarla çalıştım. Her ne kadar son yıllarda bu konuda sıkıntılarım varsa da…
Ne gibi?
Yani şarkılar konusunda. Az önce Spotify’a bakayım dedim, epeydir bakmıyordum listelere. Bambaşka bir durum. Nereye kadar böyle gider bu rap fırtınası, bilemiyorum yani.
Siz dinlemiyor musunuz rap?
Dinlemiyorum çünkü bana bir şey ifade etmiyor. Ama konserler dolup taşıyor, en çok onlar tıklanıyor, en çok onlar dinleniyor. Söyleyeceğim bir şey yok ama diğer yandan da o güzel şarkılara ne oldu? İnsanlar da onları sevmese hâlâ dinlemez ki. Bak ‘80’ler konsepti yapılıyor, ‘90’lar yapılıyor. Demek ki onlar da çok seviliyor hâlâ.
Hayatınızda Nino Varon’dan sonra dönüm noktası kabul edebileceğimiz insanlar var. Şanar Yurdatapan geliyor sonra. Başka kimlerden bahsedebiliriz?
Onno Tunç var. Sonradan zaten beraber çalıştık ama ‘70’li yıllarımda da düzenlemelerde imzası var. Mesela Norayr Demirci’nin de imzaları var benim ilk albümlerimde. “Nilüfer 79”, “Nilüfer 80” ki çok satan albümler, onlarda Osman İşmen’in imzası var. Sonra gelen bir Kayahan dönemi var, o ayrı bir durum. Müthiş bestecilerle çalıştım. Adnan Ergil var, Şehrazat var, Fahir Atakoğlu var, Mete Özgencil var. Ozan Çolakoğlu ile de çalışmıştım, “Karar Verdim” albümünün bütün düzenlemelerini Ozan yapmıştı mesela. O zaman işte hırs yapıp altı tane şarkı sözü ve müziği yazmıştım, o albümde altı tane şarkı benim imzamı taşıyor. Yine bir hırs yapsam da şarkı yapsam diyorum.
'Erkekler Ağlamaz' en çok tutan şarkınız oldu, kendi yazdığınız. Nasıldır onun yazılma hikâyesi?
O dönemde Sezen Aksu’nun “Sen Ağlama”sı yıktı ortalığı. Dedim ki “Ben de şarkı yapayım”. Tamamen böyle yola çıktım. Nasıl yaptım ben de bilmiyorum. Nino sadece dedi ki “Bir Yunan şarkısı var, erkekler ağlamaz diyor”. O cümlenin üzerine kurdum şarkıyı. Yani yaşanmış bir şey değil, bunu hep söylüyorum.
Ben de belki açık etmiyorsunuz diye düşünmüştüm.
Vallahi değil, olsa söylerim. Evliydim de o zaman. Ve de ben o zaman farkında değilim ki o şarkının o kadar iyi bir şarkı olduğunu, o kadar kalıcı olacağını. Öyle olsa şarkının üstüne oynarım, albümün ortalarında bir yere koyduk. Bak o da hep beraber söylenen bir şarkım oldu.
Bu sene çıkan 'Kendine Bi’ Şans Ver' 26’ncı albümünüzmüş. Zor iş şu anda bir albüm çıkarmak.
Sorma. Zaten başka da albüm malbüm yapmam, büyük konuşmayayım da, tek şarkı, hadi bilemedin iki şarkı diyelim. Albüm falan yapılmaz.
Bunda nasıl yola çıktınız?
Dedim ki “Ben tek şarkı yapmak istemiyorum. Bu kadar ara verdikten sonra hiç değilse beş şarkılık bir şey olsun”. Pandemi sırasında Volga Tamöz ile çalışmaya başladık. Facebook’tan ilan paylaştık, genç besteciler için. Onların içinden iki tanesini seçtim. Sözü Fatma Özcan’a, müziği Nazan Palu’ya ait ‘’17 Yaşımda’’ ve sözü - müziği Fatma Özcan’a ait ‘’Gidiyorsun”. Ondan sonra günceli yakalayabilmek adına Volga ile Gülsen Karatoprak oturup “Boşver”i yaptılar. Febyo Taşel’in bir şarkısı var; “Durum Bundan İbaret”. Bir de Bodrum’da yaşayan, aslında rock’çı olan Emre Önbayraktar’ın şarkısı var. İlk dinlemede bayıldım, sıcacık bir şarkı “Olmayınca Olmuyor”. Klibini de yaptık şimdi. Tam ben.
'Tam ben' ile ne kastettiğimizi açalım mı?
Sade, abartısız. Hatta bazen fazla mütevazı bulanlar var. “Ne gerek var bu kadar mütevazı olmaya?” diyorlar. Oysa ki ne gerek var başka türlü olmaya yani? Ben neysem onu yansıtıyorum. Artist kaprisleri yapmanın mânâsı yok. Ha, icabı halinde, eğer yanlış bir durum oluyorsa tamam, orada koyuyorum ağırlığımı. Ama o bir kapris değil.
Sadelik her döneminizde var. Kılık kıyafette de hatırlamıyorum çok gösterişli bir şey tercih ettiğinizi.
Yok. Zaten ben ufak tefek, minyon bir kadınım. Kocaman, abartılı makyajlar, kıyafetler yapsam taşıyamam ki onları.
Size hep soruluyor da, nasıl yıllar geçse de bu kadar genç kalıyorsunuz?
Ufak tefek olmamdan olabilir. Gözler çok önemli galiba. O çocuksu yanım da hep vardır, onu hep saklıyorum içimde bir yerlerde. Belki vücut diliyle mi ilgili, gerçekten bilmiyorum.
Bir röportajda söylemişsiniz, o çocuk Nilüfer’i hep koruyorum diye. Nasıl korunuyor o, kendiliğinden mi oluyor?
Herhalde kendiliğinden olan bir şey, evet. Çocuk yanım var benim. Tabii yıllar içinde çok olgunlaşan bazı yanlarım da var, özelikle Ayşe Nazlı’dan sonra. Daha sabırlı, daha anlayışlı, daha toleranslı olmayı çocuk insana öğretiyor. Susmayı öğreniyorsun. Ben bu kadar anlayışlı olsaydım eskiden ve susmayı bilseydim herhalde benim evliliklerim de uzun sürerdi yani.
İnsan kime karşı susacağına karar veriyor belli ki.
O da var. Çocuğuna karşı hem arandaki mesafeyi korumaya çalışıyorsun hem içine sokasın geliyor. Sürekli didişme halinde yüz göz olmak gibi bir risk var, o da hoş değil ki ben annemle biraz öyleydim.
Annenize karşı susmamışsınız.
Hiç susmadım. Ama mesela şimdi bakıyorum televizyonda gündüz kuşağı programlarına, kızlar evi terk ediyorlar, kaçıyorlar falan. Ben hiç kaçmaya kalkmadım. Nereye kaçacağım ki? Bir de tabii benim sarılabileceğim müthiş bir şey vardı, müzik. Herkes benim kadar şanslı olmayabiliyor, insanlar okurken nasıl bir meslek seçeceğine karar veremiyorlar, ne okusak acaba diyorlar. Ben zaten yolumu çocukluktan çizmişim.
Başka bir meslek olmadı mı hiç kafanızda?
Sadece resim de çok güzel yapardım, bu yarışmaya katılmadan evvel akademiye gideyim, resim üzerine bir şeyler yapayım diye düşündüğüm oluyordu. Başka bir şey yoktu ama.
'Ben kimseye tabi olamıyorum'
Evde “Ben şarkıcı olacağım” konusu kolayca kabul gördü mü? Hoş anneniz de şarkı söylermiş galiba.
Annem çok güzel şarkı söylerdi. Yarışmaya katılmamı destekledi, engel olmaya çalışmadı en azından. Annemle pek geçinemezdik ama biz, hep söylerim. Dünyanın en iyi annesiydi diyebilirim, bana çok düşkün ve babamın vefatından sonra tek başına sorumluluğumu aldığı için benden başka hayatı olmayan bir kadındı. Ama anlaşamazdık yani. Engel olmadı, ben tek başıma kalkardım Odeon’a giderdim, Nino beni gelirdi evden alırdı. Nino olsun, sonradan tanıdığım Dani Grunberg olsun, patron, hepsi çok güvenilir insanlardı. Annem çok güvendi onlara. Hani diyorlar ya işte “Başıma şu geldi, bu geldi”, benim başıma hiç öyle bir şey gelmedi mesela. Ne asılan biri oldu, ne kötü niyetli yaklaşan. Ben çok suratsızdım, ondan olabilir. Hele o dönem hiç konuşmazdım. Çok suskun, suratsız, mesafeli bir tiptim. Belki de ondan kimse yanaşamadı.
Yanaşanlar olmuştur herhalde.
Oldu, işte mesela ilk eşim öyle başladı. O da Odeon’da prodüktördü malum, Yeşil Giresunlu. Ama onunla da evlendik sonuçta.
Üst üste iki evlilik var, çok uzun sürmeyen.
Sürdüremedim ben. Şimdi olsa sürdürebilir miyim, bilmiyorum. Ben yalnız kalmayı seven bir insanım. İstemediğim bir yere gitmem, istemediğim kişilerle görüşmem. Kendi kararlarımı kendim veren, bir başkasının beni yönetmesinden hoşlanmayan biriyim. Evlilik de öyle bir şey ama, uyum içinde olmak için tabii ki biraz o kişiye de tabi olacaksın. Ben sıkılıyorum bir süre sonra, kimseye tabi olamıyorum. Bir seyahate bile gitsem tek başıma dolanayım istiyorum.
Ama uzun ilişkileriniz oldu. Onlar kısıtlayıcı olmadığı için mi yürüyebildi?
Belki evlilik olmadığı için o kadar uzun yürüdü. Çünkü bir yere kadar yani. Ve ben hep kendi mücadelemi verdim bağımsızlığımı koruma konusunda ve zaman zaman mücadele de beni yordu tabii.
'Aşk ne gündemimde var ne hedefimde'
Peki aradan geçmiş 50 yıl. Geldiğiniz noktada daha böyle içinizden geldiği gibi yaşadığınızı, kendinize daha rahatlık tanıdığınızı söyleyebilir miyiz? Başkalarının ne düşündüğüne çok da bakmadan.
Zaten başkalarının benim için kötü düşüneceği bir şey yapmıyorum. Çok basit ve düz bir hayatım var benim. Ama işle ilgili, İstanbul’da bir konser daha yapmak istediler, bana çok yorgunluk olacağını düşündüm ve kabul etmedim. Eskiden olsa zorlardım kendimi mesela. Açıkçası artık kendimi de daha fazla düşünüyorum. O eski hırsım, bundan 20 sene önceki hırsım yok. Dünya kadar şey atlatmışım, kanser olmuşum, şimdi artık keyfime göre iş yaparım.
İstemediğiniz işleri yapmamak gibi bir lükse sahipsiniz.
Aynen öyle, artık öyle bir özgürlüğüm var ve bunun için de yıllarca uğraştım. Mesela çok lükslere para harcamamak konusunda her zaman dikkatli oldum. Bunu biraz da şu anki özgürlüğüme sahip olmak için yaptım. Bunu anlamadı insanlar. Bana bazen cimri dediler. Halbuki bu cimrilik değil, savurganlık sevmiyorum ben. Mesela ben şimdi 2018 model arabaya biniyorum. Ama şahane bir araba. Şimdi ben 2018 model arabayı satayım da en yeni modelini alayım. Alamaz mıyım? Alırım. Ne gerek var? Ben 18 yaşındayken İzmir Fuarı’nda 20 gün Zeki Müren’in altında çalışıp, oradan kazandığım bütün parayı sıfır 5.20 BMW’ye vermiş bir insanım. 18 - 19 yaşında bunu yaptım. Her türlü arabaya bindim. Mercedes’e de bindim, sıfır Range Rover’a da. Şimdi sıfır araba alsam ne olur almasam ne olur? Öyle bakıyorum biraz hayata. Eskiden o heveslerimi yaptım çünkü.
Bu 50 yılda çok aşkınız da oldu. Şimdi nasıl bakıyorsunuz aşk hikâyesine?
Aşk hikâyesine hiç bakmıyorum. Kapatıyorum gözlerimi. Ne gündemimde var ne hedefimde var. Hiç yok yani aşk. Bak işte ne güzel şarkı aşk işte. Şarkı da aşk, kediler de aşk…
Hakkınızda ilk çıkan yazılardan birinde “Şöhretin büyüsüne kapılmazsa başarılı olur” deniyor.
Hiç kapılmadım.
O nasıl oluyor 17 yaşında?
Ben de bilmiyorum. İlk televizyon programım yayınlandı, Şişi’de oturuyoruz o zaman, çıktım sokağa, bakıyorum insanlar beni tanıyorlar mı diye. Çünkü TRT, zaten tek kanal var herkes oturup seyrediyor. Ama şöhretin büyüsüne kapılmadım ben. Anne babamın bana verdiği o. Ya da kendi zekam mı ya da hepsi birden mi?
Herhalde gözünüzü boyayacak teklifler olmuştur.
Oldu. Odeon’la albüm yapmaya devam ettiğim sırada çok cazip bir teklif aldım mesela. Ben genç kızım ya o zaman, tam benim gözümü boyayacak bir teklif. Dediler ki, X bir firma, şimdi onu söylememe gerek yok, “Kırmızı spor araba” vereceğiz sadece transfer ücreti olarak. Ama gitmedim yani.
Ayaklarınız da yere basıyormuş demek o zaman.
Evet. Ama şöyle bir şey; galiba benim ailemde de öncelik hiçbir zaman para olmamış. Hani tamam, ihtiyaçlarımızı alacak kadar bir paramız olsun ki öyle orta halli bir aile, babam ticaretle uğraşıyor, annem ev hanımı. Bilmiyorum, aileme bağlıyorum o tokgözlülüğü. Annem mesela hiçbir zaman babamdan takı isteyen, kürk isteyen bir kadın değildi. Hatırlıyorum, o zaman astragan kürk modaydı. Annem, babam, ben Beyoğlu’nda kürk satan bir yere gittik, annem astragan kürkü denedi ve istemedi. Babam ben 11 yaşındayken vefat etti, demek ki daha küçüğüm, dokuz - 10 yaşlarındayım. Annem istemedi. “Hiç gerek yok, ne yapacağım ben kürkü?” dedi. Elinde bir tane pırlanta yüzük yoktu. Ben aldım sonra kazandığım paralarla. Şey de çok enteresan, yarışmada birinci oldum, beş bin lira ödülüm var. Anneme bir kol saati aldım, bir de yemek odası takımı aldım. 15 yaşındaki bir kız çocuğu niye böyle şey yapar ki, gidip kendine, üstüne başına bir şey almaktansa? Benim içimde varmış herhalde. Şöhret sahibi olan çocukların anneleri de ön planda oluyorlar ya da giyinip kuşanıyorlar ya, benim annem bir gün benden bir şey istememiştir. Dahası, koca kadınım, artık şöhretliyim, annem mesela 10 bin lira para biriktirmiş, “Kızım senin çok masrafın var, ben sana bunu vereyim,” der. Böyle bir kadındı yani.
İlk şarkınızın sözlerinden yola çıkarak diyebilir miyiz ki hayatınızda pusulanız kalbiniz oldu diye? Böyle büyük bir cümle kurabilir miyiz?
Sadece kalbim olsaydı tökezlerdim. Kalbim var ama bir denge kurmaya çalıştım ben galiba, yani mantığım da var. Duygularımla, kalbimin sesini dinleyerek karar verdim birçok şeye. İşlerimden bahsediyorum. Öteki tarafta zaten hep kalbimle de, orada iş zıvanadan çıkıyor. İşlerimde de kalbimin sesini dinledim ama o kalbimin sesi nedir acaba? Herhalde aklımın, mantığımın sesi. Ve çoğunlukla da doğru oldu. Yanlışlarım da olmuştur ama çoğunlukla doğru oldu. Öyle olmasa zaten kalmazdım herhalde şu anda.
Yanlıştı bu dediğiniz bir şey var mı şu 50 yıla baktığınızda?
Aklıma gelmiyor ki. Vardır.
Şu da aldığım en doğru kararlardan biriydi, var mı peki?
Valla işte başlangıcım alınan doğru bir karar. Altı yıl boyunca aynı firmada olmak doğru bir karar. Kayahan’la dostluğumuzun başlangıcı doğru bir karar. O gerçi mantığımla değil, gerçekten birbirimizle iyi bir uyumumuz oldu. Kimileri o dönemde Kayahan çok fazla tanınmadığı için uyumlu görmediler benimle. Ama biz çok iyi anlaşıyorduk aslında. Yıllarca da öyle gitti.
Nasıl tanıştınız siz?
Benim o zaman Osmanbey’de Pilavcı Pasajı’nda çocuk giysileri sattığım bir dükkanım vardı. Şimdi olsa yine yaparım, o kadar ki keyif alarak yapıyordum ki o işi. Oraya geldi bir gün pat diye. Ben de tanıyorum tabii, televizyonda falan görmüşüm. Bana “Canım Sıkılıyor Canım” albümünü getirdi. Ben çok sevdim şarkıları, “Bu Gece Daha Güzelsin”, “Canım Sıkılıyor Canım”, daha niceleri o albümdeki. Sonra arkadaş olduk. Ondan sonra “Ben şarkı yaptım Eurovision için, beraber söyler miyiz?” dedi. Şarkıları yaptık, Onno Tunç yaptı düzenlemesini. Ama finale kalmadı şarkılar, iki şarkı hem de. Belki de iyi oldu, öyle başlaması doğru olmazdı, bilmiyorum. O sonra işte “Kar Taneleri”ni çaldı bana gitarıyla. Baktım enteresan bir şarkı. O dönemde de yeni bir albüme başlamışım, “Nilüfer 84” albümüydü, o şarkıyı oraya koymaya karar verdim. İyi ki de karar vermişim. Öyle başlayan bir ortaklık gibi, dostluk gibi bir şey, neredeyse 20 seneye yakın.
Sizin hayatınızda bir dönüm noktası diyebiliriz.
Hem nasıl. 1986 yılında “Geceler”- le Aspendos’ta yapılan Uluslararası Akdeniz Şarkı Yarışması’na katılıp birinci olduk. O şarkıyı o kadar çok çalıştık ki. O gerçekten dönüm noktası. Aspendos’taki geceyi de unutamam. Aşırı heyecanlıydım, o heyecanla nasıl söyledim bilmiyorum. Öyle büyük bir alkış oldu ki, durmayan, bitmeyen bir alkış. Şarkının hak ettiği bir şeydi o. Sonra da katlanarak gitti yani. “Esmer Günler”, “Mor Menekşe”, neler var, neler. İşte gördün hala konserde “Mor Menekşe” başlıyor, insanlar hop oturup hop kalkıyor. Kaç kişinin bu kadar arka arkaya şarkısı hit olur ki? Yazık oldu ya. Bazı insanların ölümü gerçekten çok yazık oluyor. Ben şeye üzülüyorum, bunca şeyi yaratan bir beyin nasıl yok olabilir? Keşke o beyinleri, o frekansları alıp saklayabilecek bir şey olsa, değil mi?
Sizin mânâsız bir kırgınlık döneminiz de olmuştu.
Oldu, hem de nasıl, kaç sene sürdü. Ben inat, o inat. Ama tabii hastalık söz konusu olunca ne inat kalıyor ne bir şey. “Onno ile Sezen’inki, Kayahan ile benimki devrim gibi bir şeydi” demiştiniz. Gerçekten müthişti. Zaman zaman bir araya geldiğimiz de olmuştur; Sezen, Onno, ben, Kayahan. Ne güzel günlerdi. Tekrar yaşamak isterim onları. Tekrar yaşamak isteyeceğiniz bir dönem var mı diye soracaktım tam. Hepsini baştan yaşamak isterim. Şarkınızdaki gibi “Yine, yeni, yeniden”. O da ne laf oldu, slogan oldu, herkes kullandı onu. Müthiş bir şarkıdır o da, nasıl bir aklın ürünü. Aysel Gürel, Onno, ben hep beraberiz, o albüm öyle çıkmıştır. Aysel de hayatımdaki en önemli isimlerden biri. Biri de Ülkü Aker tabii. “Kim arar seni”, “Hey gidi günler”, “Selam söyle” ve daha nicelerinde onun imzası var. Her söylediğimde insanlar coşuyor hala.
Fotoğraflar: DOĞUŞ SUBAŞILAR