Holivut hakikatine ‘Karyağdı’ dedirten sergi
06 Eylül 2023 - 12:09EVRİM ALTUĞ - Kuruculuğunu sanatçı, yazar Bedri Baykam’ın üstlendiği ve İstanbul Talimhane’de bulunan Piramid Sanat, 7 Eylül’den itibaren 4 Kasım’a dek görülebilecek yeni sergisinde, “Bir Mustafa Karyağdı Sergisi”ni meraklılarıyla paylaşacak.
1996-2013 arasında Marmara Üniversitesi, Atatürk Eğitim Fakültesi, Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü, Resim Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi olarak çalışan Karyağdı, çağdaş sanat akımlarını da takip ederek son 10 yıla uzanan sürede ürettiği çalışmalarında, temeli sinema sanatına dayalı pek çok figür ve sahneleri ekranlarımızın içinden çıkarıp gerçek hayatımıza konumlandırıyor.
Yeditepe Üniversitesi, Güzel sanatlar Fakültesi, Plastik Sanatlar Bölümünde Öğretim Görevlisi olan sanatçı, çalışmalarında hem imgeyi hem de imgenin kavramsal olarak algıdaki değişimini ortaya koymayı amaçlayarak, ‘bozma ve yapma’ ilişkisini vurguluyor. Karyağdı, sürpriz çalışmalarını da içeren sergisi dolayısıyla Milliyet Sanat’ın sorularına yanıt verdi.
Gösterdikçe gizlemek, daha da kısa ömürlü hale gelen ‘elektro-resimler’ ve nice hareketli benzeri karşısında, Karyağdı için bir eleştiri fırsatı sayılır mı?
Kolektif bilincimizin oluşmasında elektro-resimler ve onların nice hareketli türevlerinin rolü yadsınamaz. Kısa ömürlü olmaları, güç merkezi tarafından modern yaşamın ve hızlı tüketimin dayatılmasından kaynaklanıyor.
Küresel olarak bize sunulan imajların belleğimizde bıraktığı kontrolsüz izlerse, özgür düşünceyi yok etmeye başlıyor. Koşullanmalarla oluşan ortak hafıza, elektro-resimlerle sürekli olumlanıyor ve bombardıman altında tutuluyor. Sürekli tüketimi imleyen elektro-resimlerle, iletişim saldırgan kılınarak insan nesneleştiriliyor.
Hızla tükettiğimiz hayat, öngörülemez ve belirsizliklerle dolu. Bu muğlaklık, hayatın kendi doğal gerçekliğinden de kaynaklanıyor elbet, ama ‘modern dünya’ yaratmayı vadedenlerin niyetlerinden de kuşku duymamız gerektiğini unutmamalıyız.
Umut ve hayallerimizin manipüle edilerek insanlık için bitmeyen krizlere yol açıldığını görüyoruz, izliyoruz. Kısaca bu durum pek de tekin olmayan bir bulanıklığı, pusluluğu ifade ediyor. Kazançların olduğu kadar, kayıpların da yaşandığı dünyada, başarıyla saplantılı bir ilişki içindeyiz: Arzu ile gerçek arasındaki kopuşta yıkım kaçınılmazdır.
Renklerin izleyicide bıraktığı psikoloji ve popüler olmanın uyuşturucu etkisi. Bunlar sanat yaşantınızda kullandığınız enstrümanlar sayılabilir mi?
İzleyiciyi figürün yanında “nefes almaya” davet ederken bir yandan içinde yaşadığı “modern” toplumun bilinçaltında bıraktığı sahneleri tekrar tüketmesine imkân sağlamak istiyorum. Yapmaya çalıştığım tam da bu! Bu önden sezilmiş bir ihtiyacın inkâr edilemez gerekliliğinin bir temsili.
İzleyiciyi önce zihnini boşaltmaya, sonra durmadan maruz kaldığını yeniden yani “tersten” tüketmeye davet ediyorum.
"Holivut hakikati"yle rekabet edip sürtüşmeden, bilinçli bir hayranlıkla, Optik Sanat, Pop Sanatı, Postmodern sanat ve Oryantalizm ile ironiyi bu kadar iyimser bir dertleşme ile kendi dilinize katıyor olmanız, manidar. Bunda Türkiye resmine hissetmekten yorulduğunuz bir sorumluluk mu bulunuyor ?
Gücü elinde tutan Batı eksenli sanat merkezi “çevre”ye verdiği gözdağı ile “Türkiye resmi”ne oryantalist bir gözle bakılmasına neden olmakta ve manipülasyonları ile bu kanaati pekiştirmekte. Biliyoruz ki “güç” değiştiğinde, “merkez” de değişecektir ve elbette böylelikle algı da değişecektir.
“Modernist ütopya”nın çökmesi, sanat ve düşünce dünyasında da birçok krize yol açmıştır. Bu kriz “merkez”de yaşanmakla birlikte, merkezi takip eden, ondan beslenen “çevre”yi de etkilemiştir. Dünya’da, söylenebilir ne varsa söylenmiştir diyen (dayatan) merkez (Batı) artık söylenemez olan “söylenemez”dir demekte.
Bu durum aynı merkezlerce “post modern durum/dönem” olarak nitelenmektedir. Bu bizi, konuşulamaz kıldığından tekin olmayan zorunlu bir “suskunluğa” itmiştir. Tinsel ve ruhsal ihtiyaç ‘’söylenemez’’ olanı “gösterilebilir” olmaya zorluyordu. Sanatın doğası gereği yaşama yeteneğinden zorunlu olarak beklenen buydu.
Sanat kendisine “katılan” ile ilintilidir. Katılanın önemi “yeni” olmasındadır. Yeni, elbette tartışmalı bir konu. Sanat üzerine yapılan tüm tartışmalar yeni’nin ne olduğu üzerinedir. Yeni, söylenemeyebilir ama, gösterilebilir. Üzerine “imge”yle pek tabii bir zihin jimnastiği yapılabilir.
"Holivut" hakikatine bu kadar boyun eğmek bir kabahat mi, saygı duruşu mu ?
Amerikan sinemasına oldukça mesafeli olduğunu düşündüğüm, “Modern sinema”nın da başlangıcı sayılan Godard- Truffaut ikilisinin, Eric Rohmer’ in, Ingmar Bergman’ın sinemasına, genel olarak Amerikan (Holivut) filmlerinden farklı olarak, karakterlerin kendilerine empoze edilen modern hayatla aralarına giren mesafeye , içlerindeki yıkıma, gerçekle arzu arasındaki kopuşları göstermesine (sert modernizm eleştirisi) zihinsel yakınlığım ve dolayısıyla “saygı duruşum”dan söz edilebilir.
Çünkü burada zihinsel bir katkı söz konusudur ve bu iradem dahilindedir. Sinemalar, ülkemizde 1970’li yılların eğlence dünyasının, ulaşımı mümkün ve uygun maliyetli en popüler mekânlarıydı. Dönemin lüks semt sinemaları Amerikan yapımı filmlerin istilası altındaydı.
Bu da benim çocukluk-ergenlik dönemimde iradem dışında kültürel bir saldırıya (kültür emperyalizmi) maruz kaldığım anlamındadır. “Holivut” hakikatine karşılık tutumum, zihnimi boşaltarak, saygı duymaktan çok öç almaktır.
Geçmişle gelecek arasında potansiyel bir huzursuzluk vardır. Hüzün geçmiş, umut ise gelecektir. İmgeler geçmişi ve geleceği yani hüzünle umut arasındaki ilişkiyi imler.
İmge zamanın, zaman da imgenin içinde yaşarsa o zaman gerçeklikten daha çok söz edilebilir.
Sergilediğiniz son dönem 'dilimlenmiş' pleksi, led ışık ve saydam boya işlerinizde, "Hey, izleyen, artık şeyleri tüm illüzyonu ile izlemekten bıktın ise, haydi 'al-götür' onları," katılığı uyandırır bir sürpriz tüketim bilinci de mevcut.
Semiyolojik olarak durmak bilmez anlamlı harfler akıntısı ile "Göz gürültüsü" ile motiflediğiniz, kavramsal sanata da, tarihöncesi yazıtlara da gıdıklamada bulunduğunuz bu post-modern tabletlerde, yine tipik, muzip, dervişane bir yazgıcılık mı saklanıyor?
İki boyutlu düzlemdeki (retinada algılanması beklenen) espasla, heykel gerçekliğindeki (hacim) espası yüzleştirme amacımın, ‘’Post-modern tablet’’ olarak tanımladığınız, benim de önermeyi amaçladığım bir ‘’Resim-Heykel’’ ya da ‘’Üç Boyutlu Resim’’ de ilgilendiğim şey daha çok, sanatın algı, temsil etme gibi ana değişmezlerinden olan “espas” idi.
Yeni teknolojiler bize cisimsiz bir dünya sunar. Gerçeğin resmedilişindeki yöntemler aslında görsel olana dokunsal bir algıyı harekete geçirme amaçlıdır. Ancak günümüz dünyasında bu temasın, algısı olmaksızın bir gerçekliği kavrayışı söz konusudur. Eserin içindeki bir imgeye gözlerimiz dokunurken, gözlerimize eşlik eden ellerimiz hatta tenimiz, bu temas anının psikolojik hazzını duyumsar. İşte her birini biz bu yolla algılıyoruz.
Renkle görselleştirdiğim metin ve harflerini kullanarak, yazıyı resme entegre ederek, imgeye olduğu kadar kendime de meydan okuduğum doğrudur. Estetik renk kombinasyonları aklın güvenli yüzeyine inmemize pek izin vermez: Yazı hariç. Yazı, duyumlardan söz edildiğinde bile zihinsel bir edimdir; imge yazıyla aklın, bilincin, düşüncenin biçim bulmuş haline dönüşür.
Kavram, insanın varlık nedeninden ayrı düşünülememekle birlikte, sanatın ruhsal yanı da görmezden gelinemez. Güçlü bir duygusal bellek “durumlar”dan çok “his”lerle doludur. İnsanın dünyayla olan bağı duygusaldır. Gerçek, hissedilendir. Gerçeklik, içine atıldığı yolculukta, insanın iç dünyasında yaşadığı acıdır da.