Hep bir şeyler 'Eksik'
30 Nisan 2023 - 12:04Aksel Bonfil’in yazıp yönettiği 'Eksik'; baba-oğul çatışmasının merkezinde, kadının tercihlerinden ötürü yargılanmamasından iklim krizine derinlikli ve tanıdık bir anlatı sunuyor.
Seyhan Akıncı- Son yıllarda baba-oğul çatışmasını merkezine alan hikâyeler çoğunlukta. Erkeğin bir manada ‘ıssız adam’lığı, kadına da fark etmeden onu anlama zorunluluğu yüklüyor. “Eksik” bu çatışmayı odağına alan bir oyun ama ‘fazla’sıyla... Bu defa kadın patriarkal düzenin yasalarıyla yargılanmayı reddediyor. “Eksik”, Aksel Bonfil’in kurucusu olduğu KADAR’ın ilk oyunu. Yeni oluşumlar belki tam da bu yüzden önemli. Hande Doğandemir, Levent Can ve Aytaç Şaşmaz’ı buluşturan “Eksik”i oyuncularıyla konuştuk.
*Son zamanlarda özellikle sinema ve sahnede baba-oğul çatışmasını merkezine alan çok sayıda anlatı buluşuyor seyirciyle. “Eksik” de bunlardan biri. Siz bu çatışma üzerinden gelişen hikâye anlatımlarını nasıl yorumluyorsunuz?
Levent Can: Yaptığım dizilerde de oğullarıyla hep sorunlu ilişkileri olan bir babaydım. Kendi babamla ilişkime baktım, sorunlu muydu, travmatik miydi diye; sıkıntılar vardı ama bu kadar büyütülecek sorunlar değildi. Şimdi galiba bu sorunlar başka türlü yaşanıyor ve başka türlü atılamıyor yaşantıdan. Şimdilerde her can sıkıcı, bugüne taşınmış olayı travma olarak adlandırıyoruz. Ben daha çok onları çocukluk anısı olarak görüyorum.
Hande Doğandemir: Tabii herkesi farklı etkiliyor yaşadıkları. Galiba erkekler belli bir yaştan sonra hayatı ve kendini sorgulamaya başladığında babayla olan ilişkilerine dönüyorlar. Orada şekilleniyor hayattaki seçimleri.
Aytaç Şaşmaz: Oyunumuzun hikâyesi ve enerjisi baba-oğul çatışmasını çok başka bir bakış açısından ele alıyor. Karakterlerimizin hepsi; Metin, Derya ve Kartal’ın kendi dünyalarında hem çok haklı hem de bir o kadar haksız oldukları çok nokta var. O yüzden her seyircinin yorumu başka bir bakış açısı, başka bir perspektiften karşılığını buluyor. Bu da bizi çok mutlu ediyor.
*Oyunun adı “Eksik” ve eksik dediğimizde pek çok şey sayabiliriz hayatta da ülkemizde de... Peki, ertesi gün tüm eksiklere rağmen devam ettiren fazlalıklarınız ya da normalleriniz neler?
Hande D.: İşlerimiz herhâlde... Ben çalışarak var olabilen biriyim. Çalışmak, üretiyor olmak beni hayatta her şeye motive ediyor. Hiçbir şey üretemediğim zamanlardaki benle çalıştığım zamanlardaki ben arasında çok büyük farklar var. Tabii bu dengeyi de kurmak lazım. Oyuncu olarak çalışmadığın uzun süreler de geçirebiliyorsun ama tabii ki üretmek başlı başına bir motivasyon.
Levent C.: Grup mesajlaşmalarımızda “Hey yarın oyun var” diye sevinç içindeyiz. Beni en başta oyun oynama fikri motive ediyor. Bunu da saklambaç, yakar top oynar gibi görüyorum. Çocukken oynadığımız oyunların heyecanıyla çıkıyorum sahneye. Bir oyun olarak görüyorum bütün hikâyeyi ve içimizdeki çocuğun sürdürdüğü oyunlar bunlar da...
*Manisa’daki tiyatro deneyiminizi bir kenara bırakırsak böylesi büyük bir prodüksiyonla İstanbul’da ilk kez tiyatro sahnesindesiniz. Bu deneyimi nasıl tarif edersiniz?
Aytaç Ş.: Kendimi çok mutlu ve huzurlu hissediyorum. Tiyatro maceram lise yıllarında festivallere katılarak başlamıştı. Sonrasında Manisa Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda devam etti. Çok güzel tecrübeler edindim. Yıllar sonra İstanbul’da tekrardan tiyatro sahnesine çıkmak ve ilk oyunumuzun gelirinin depremzede çocuklara bağışlanması benim için bu serüveni daha da anlamlı hâle getirdi. Sahnede nefes almak ve bu hissi tekrardan yaşamak beni çok mutlu ediyor.
*Önünüze pek çok senaryo, hikâye geliyor. Size “Eksik”te olmalıyım, bu hikâyenin parçası olmalıyım dedirten şey neydi?
Hande D.: Okuduğumda çok sevdim. Yer yer çok güldüren ama aynı zamanda duygulandıran, hayat gibi bir metin okudum. Çok doğal, hepimize çok tanıdık gelen bir yerden yazmış Aksel (Bonfil). Bu yakınlık hissi beni bu oyunla ilgili heyecanlandırıyor. Aksel’in kurduğu yeni bir oluşum KADAR. Bunu çok cesurca ve kıymetli buluyorum. Sektörün artık gençlere, yeni isimlere ve yeniliklere ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bu cesaretli girişim de benim için çok değerliydi. Bunun içinde olmayı bu yüzden de istedim.
Levent C.: Çok samimi diyaloglardı, çok gerçek bir hikâyeydi. Hepimizin başından geçen şeylerdi. Sadece baba oğul arasındaki ilişki değil, oğlanla kız arasındaki ilişkide yaşananlar da çok tanıdık ve çok gerçek. Aksel’in yaklaşımı, profesyonel dili ve üslubuyla oyunu çok severek bir çırpıda okudum. Buydu...
Aytaç Ş.: Dediğim gibi senaryonun yazım dili ve konusu gereği, haklının ve haksızın kararını seyirciye bırakmak beni bu oyunda olmaya iten sebeplerden sadece biri. Hikâyemizin yerli bir hikâye olup uyarlama olmaması, bu oyunla sahneye çıkma isteğimi artırdı. Canlandırdığım karakterin iç dünyasında yaşadığı ve yansıttığı duygular beni çok cezbetti. Bu yüzden, böyle güzel bir ekiple, bu oyunun bir parçası olmayı çok istedim.
“İNSANLAR TELEVİZYONDAN SIKILDI”
*Yeni tiyatro oluşumları, yeni bir dil arayışı var. Çok fazla insan sahneden kendi hikâyesini anlatmanın derdinde. KADAR da bunlardan biri... Siz tiyatromuzun yeni dil arayışını, yeni oluşumların varlığını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Levent C.: Deneysel tiyatrolar her zaman vardı. Benim zamanımda belli başlı özel tiyatrolar vardı. Ben de bunlar arasında seyirci sorunu olmayan iyi bir tiyatrodaydım. Sonrasında İkinci Kat, Kumbaracı 50 gibi çok daha minimal salonlarda, daha deneysel oyunlar hep oynandı. Pandemi sonrası bir artış var. Bunu şuna bağlıyorum, galiba insanlar sahiden televizyondan sıkıldı. Ve artık dışarıda alternatif işler seyretmeye de alıştı. Seyirci 20 sene önce bu kadar kabul etmiyordu alternatif işleri. Şimdi seyirci gençleşti, yeni ve farklı oyunlar görmek istiyor.
Hande D.: Türk tiyatrosunun kabukları daha kalındı galiba. Bu yüzden bütün bu yeni oluşumları çok kıymetli buluyorum. Çok başarılı genç yazarların müthiş yerli metinleri var. Takip etmeye çalışıyorum, çok iyi yazarlarımız var. Şahane işler çıkıyor. Aksel’in KADAR’ı kurması ve kendi yazdığı metni ilk oyun olarak sahnelemesi müthiş bir cesaret. Bu yüzden de çok değerli.
“SEÇİMLERİNDEN UTANMAYAN BİR KADIN”
*Oyunda en sevdiğim şey kadının kurban rolünü reddetmesiydi... Sanki gizli özne kadının kendisine biçilen rolü reddeden tavrı.
Hande D.: Bunu kendi içimizde çok tartıştık. Çünkü bıçak sırtıydı. Derya ona hak verdiğimiz bir yerde olmalıydı. Aksel’le bunu çok düşündük Derya’yı şekillendirirken. Bazen onu daha ezebileceğimiz bir yere kaçtı çünkü. Sonra hemen bir “Hayır, asla! Seçimlerinden ve yaptıklarından utanmayan ve ne yaptığının çok farkında olan bir kadın olmalı” dedik. Doğrusu yanlışı tartışılır ama empati kurduğumuz bir yerde karakter. Buna çok özen gösterdik.