‘Hayallerin, mücadelenin ve dostluğun filmi’
04 Aralık 2022 - 11:12Bu yıl Antalya Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’ne değer görülen, hem enerjik hem de hüzünlü “Düet” belgeselini yönetmenleriyle konuştuk.
Müjde Işıl - Senkronize yüzme, dünyanın en zor üçüncü sporu olarak kabul ediliyor. Eğer yeterli destek ve imkân sağlanmazsa genç sporcuların çoğu, yıllarca emek verdikleri bu sporu bırakıp kendilerine yeni bir yol çiziyor. İdil Akkuş ve Ekin İlkbağ gibi… Akkuş ve İlkbağ, kendilerinin değil ama meslektaşları Defne Bakırcı ve Mısra Gündeş’in umutla umutsuzluk arasında gidip gelen zorlu yolculuğunu “Düet” belgeselinde anlattı. Antalya Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’ne değer görülen bu belgeseli, yönetmenleriyle konuştuk.
Mısra ve Defne ile nasıl tanıştınız?
Ekin İlkbağ: Hepimiz bu spor sayesinde tanıştık. Spora başladığım yıl ilk düetimi Defne ile yapmıştım. Daha sonra İdil’le kısa bir dönem aynı takımda bulunduk. Sporu bıraktıktan sonra da hepsiyle dostluğumuz devam etti. Dördümüz aynı anda, aynı takımda hiç bulunmadık ama “Düet”i çekme fikriyle yeniden bir araya gelmiş ve bir takım oluşturmuş olduk. Aynı spordan geliyor olmamızın yarattığı ortaklık, filmi nasıl bu kadar içeriden anlatabildiğimizin cevabı bence.
“Düet” aslında okul bitirme projeniz olarak başlamış. Sonrasında nasıl ödüllü bir belgesele dönüştü?
İdil Akkuş: 2016’da çekimlere ilk başladığımızda iki ayrı film yapmayı planlıyorduk. İlki spora odaklanan ve sporu tanıtan, ikincisi ise Mısra ve Defne’nin yolculuğunu takip ettiğimiz, daha karakter odaklı bir film olacaktı. Yıllar ilerledikçe bundan vazgeçtik ve odağımızı Mısra ve Defne’ye çevirdik. Yola çıkarken İstanbul Üniversitesi Radyo, Sinema-TV Bölümü’nden proje danışmanımız İlkay Nişancı dışında yanımızda biri yoktu. 2019 yılının sonlarına doğru Ali Bilgin’in aramıza katılmasından sonra yürütücü yapımcımız Uğur Şahin ile birlikte yapım aşaması için olan fonlara başvurmaya başladık. 2020’de Antalya Film Forum’a seçilen yedi belgeselden biri “Düet” oldu ve oradan Başka Sinema Dağıtım Ödülü ile ayrıldık. Ödülün verdiği mutluluğun yanı sıra, filmin potansiyelini de orada idrak ettik diyebilirim. Sonrası iki seneye yayılan sancılı bir kurgu süreci…
Antalya Film Festivali’nde jürinin “Öyküsünü anlatırken duyguyu her zaman canlı tutan ve içtenliğiyle izleyiciyi kucaklayan bir belgesel filmi, Jüri Özel Ödülü’ne değer gördük. Spor salonlarından sokaklara, düşlerini yaşamak isteyen iki genç insan ve onların başarmak istediklerini yanıt veremeyen bir ülke…” sözleri ve ödülü sizin için ne ifade ediyor?
E. İlkbağ: Yönetmen olarak ilk filminizle ödüle layık görülmek, tabii ki çok cesaret verici ama jürinin filmi anlatırken kurduğu cümleler daha büyük bir ödül benim için.
İ. Akkuş: Çünkü anlatmak istediklerimizin seyircide ve jüride karşılık bulduğunu görmüş olduk. O kadar güzel kurulmuş bir cümle ki, bu tanımı bize kattıkları için ayrıca teşekkür ediyorum jüriye. İki sporcunun hikâyesini anlatsak da genel olarak gelen yorumlarda bunun bir dostluk ve büyüme hikâyesi olduğunu duymak da ayrıca mutluluk veriyor. Çünkü amacımız tam olarak buydu.
“Artık işin büyüsü bozuldu”
Belgeselin en etkileyici anlarından biri, genç sporcunun erkeklerin rahatsız edici bakışları altında antrenman yapma gayretiydi. Sizin için filmin temasını simgeleyen sahne hangisi?
İ. Akkuş: Benim de en etkileyici bulduğum sahnelerden biri o. Büyük bir erkek kalabalığı olmasının sebebi, üyeler için zaman zaman harem-selamlık uygulaması yapılması. Zaten en başından, sadece kendilerine ait bir havuzda antrenman yapması gereken bir millî takım var ortada. Dolayısıyla o sahnedeki erkeklerin “rahatsız edici bakışı” aslında patriyarkanın kadına bakışı, devletin kadına bakışı, yaşadığımız dünyanın kadına bakışı. Bu nedenle bu kadar rahatsız oluyoruz.
E. İlkbağ: Benim için Mısra’nın sporu bırakma kararını açıklaması üzerine, Defne ile birbirlerinden habersiz ağlarken kurdukları cümleler. Ortak kurulan bir hayal, bunun için yıllarca verilen mücadele ve içlerinden birinin yorgun düşüp “Artık işin büyüsü bozuldu” demesi ile yaşanan ayrılık.
“Düet” imkânsızı başarmanın mı yoksa vazgeçmenin filmi mi sizce?
E. İlkbağ: Benim için bir vazgeçme hikâyesi diyebilirim ama umutlu. Tıpkı kendi sporculuk hayatım gibi. Kalp kıran bir hikâye anlatıyoruz, çok temel ve hayati sorunlarımız var, bunlar çözülmediği sürece Mısra ve Defne’ninkine benzer çok hayal suya düşecek. Bu bir gerçek. Karşılıklı saygı, sevgi ve dayanışmadan hiç vazgeçmeden, mücadeleyi bırakmadan bir yolu yürümekse çok değerli. Bu kadar sıkıntı ve sorunu anlattığımız bir filmle, birbirini hiç incitmemiş bir dostluk hikâyesi anlatabiliyorsak bu Mısra ve Defne’nin de başarısıdır.
İ. Akkuş: Film yapmaya karar verdiğimizde karşımızda imkânsıza yakın bir hayalle yola çıkan iki sporcu vardı ve evet, bir vazgeçme var. Olimpiyat hedefi hem sporcu olarak onları hem de yönetmen olarak bizi harekete geçirdi ama hiçbir zaman odak noktamız olmadı. Mısra ve Defne’nin hayatına daha fazla dahil oldukça hikâyemizin bir dostluk, yoldaşlık hikâyesi olduğunu anlamaya başladık. Dolayısıyla “Düet” ne imkânsızı başarmanın ne de vazgeçmenin filmi. Vazgeçmenin yerine, zor da olsa kendi hayatlarımıza dair karar almayı, değişime cüret etmeyi ve kişisel alandan çıkıp toplumsal alanda güç bulmayı koyduğumuzu düşünüyorum. “Düet”i bu yüzden hayallerin, mücadelenin ve dostluğun filmi olarak görüyorum.
“Düet”in sporculara ve federasyonlara nasıl bir katkısı olabilir?
E. İlkbağ: Sporculara katkısı açısından “Düet”, “Sizi anlıyoruz, yalnız değilsiniz” diyebilir. Benim açımdan yaptığımız filmin en kıymetli olduğu nokta, Mısra ve Defne’nin mücadelesini ölümsüz kılmış olması. Günün sonunda olimpiyata gidemediler belki ama birçok insana güç verebilecek, dayanışma ve mücadele ile dolu bir yolu birlikte yürüdüler.
İ. Akkuş: “Düet”te hem bizim hem de sporcuların anlattığı durumların neredeyse tamamı federasyon tarafından biliniyor. Dolayısıyla yönetim cephesinde bir değişiklik yaratmasını ummuyorum filmin. Sporculara “Burada bir şeyler yanlış ve değiştirilmeli” deme gücünü vermesini ve bunun da en iyi yolunun dayanışmadan geçtiğini gösterebilmeyi umuyorum.